Hep yazıp duruyoruz ama yine yazacağız. Geçenlerde bir gazetede, diyabetli bir kadın hastanın bacağındaki yaranın tedavisinin -önemli olmasına rağmen hiçbir hastanenin boş yatak olmaması nedeni ile- kabul edilmediği yazıldı. Ancak, daha sonra olay gazetelerde yer alınca bu hastaya yer bulundu. Bilindiği gibi, diyabetli hastalarda olan yaralar önemli olup gangren olasılığı da vardır. Yıllardır yazıp duruyoruz. Acil ve hemen müdahale edilmesi gereken hastalıklar ve uygulanması gereken tedaviler vardır ve bunu ertelemek hastanın hayatını tehlikeye sokar. Bu acil durumlara müdahale, bazen birileri hatırlatınca mı olacaktır, diye etikçi olarak düşünmekte ve üzülmekteyiz.
Burada “hastaya yararlı olma ilkesi” zedelenmekte ve hekim ve sağlık kuruluşu görevini yerine getirmemektedir. Bu ilkeye göre, hekim ve diğer sağlık alanı çalışanları, hastayı sonuna kadar tedavi ederek acısını dindirmeli ve ona yararlı olmalıdırlar. Tıp, bilindiği gibi insanı hastalıktan kurtaran ve ona yararlı olan bir bilimler topluluğudur. Diğer bir ilke olan “zarar vermeme ilkesi”nde ise tehlikesi olan, yani risk taşıyan uygulamalarda riskler, bu uygulamanın yararından fazlaysa, hastanın vereceği özerk karardan sonra hekimin bir sonuca varması gerekir.
Araçsal anlamıyla “iyi” olarak tanımlanan her şey, iyi olma ölçütünü kendi içinde barındıran başka bir şeye uygun ve denk düştüğü için iyidir; dolayısıyla kendi başına “iyi” değildir. Bu anlamda Kant, “Grundlegung zur Metaphysik der Sitten” başlıklı yazısına şu cümleyle başlar:
“Dünyadaki hatta dünyanın dışındaki hiçbir şeyi, iyinin sınırlarını koymadan yalnızca iyi niyet olarak düşünmek olanaksızdır…”
Yasalarda da hekimin en önemli görevinin hastaya yararlı olması gerektiği belirtilmektedir. 19 Şubat 1960 tarihli ve 10436 sayılı Tıbbi Deontoloji Nizamnamesi’nin 2. maddesinde:
“Madde 2- Tabip ve diş tabibinin başta gelen vazifesi, insan sağlığına, hayatına ve şahsiyetine ihtimam ve hürmet göstermektir.
Tabip ve diş tabibi; hastanın cinsiyeti, ırkı, milliyeti, dini ve mezhebi, ahlâki düşünceleri, karakter ve şahsiyeti, içtimai seviyesi, mevkii ve siyasi kanaatı ne olursa olsun, muayene ve tedavi hususunda âzami dikkat ve ihtimamı göstermekle mükelleftir.” diye yazılıdır.
Böylece bir hekimin hastaya yararlı olması gerektiği burada vurgulanır.
Nitekim 10-11 Ekim 1998 tarihleri arasında Türk Tabipleri Birliği 47. Genel Kurulu’nda kabul edilen Hekimlik Meslek Etiği Kuralları’nın 5 ve 6. maddeleri de hekimin hastaya karşı yararlı olması gerektiğinden söz eder:
“Hekimin Görev ve Ödevleri:
Madde:5- Hekimin öncelikli görevi, hastalıkları önlemeye ve bilimsel gerekleri yerine getirerek hastaları iyileştirmeye çalışarak insanın yaşamını ve sağlığını korumaktır. Meslek uygulaması sırasında insan onurunu gözetmesi de hekimin öncelikli ödevidir. Hekim, bu yükümlülüklerini yerine getirebilmek için, gelişmeleri yakından izler.
Etik İlkeler:
Madde:6- Görevlerini yerine getirirken, hekimin uyması gereken evrensel tıbbi etik ilkeleri yararlılık, zarar vermeme, adalet ve özerklik ilkeleridir.”
Görüldüğü gibi, hekimin acil tedavide olmazsa olmazlar olarak her hastayı tedavi etme görevi vardır ve bunu yerine getirmek bir etik kuraldır.
Yine 1 Ağustos 1998 tarihli ve 23420 sayılı Hasta Hakları Yönetmeliği’nin 5. maddesinde hastaya insanca muamelede bulunularak ona yararlı olabilme belirtilmekte ve böylece yararlı olma ilkesinin uygulanmasının hastanın bir hakkı olduğu da anlaşılmaktadır:
“Madde:5- Sağlık hizmetlerinin sunulmasında aşağıdaki ilkelere uyulması şarttır:
a) Bedeni, ruhi ve sosyal yönden tam bir iyilik hali içinde yaşama hakkının, en temel insan hakkı olduğu, hizmetin her safhasında daima göz önünde bulundurulur.
b) Herkesin yaşama, maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkını haiz olduğu ve hiçbir merci veya kimsenin bu hakkı ortadan kaldırma yetkisinin olmadığı bilinerek, hastaya insanca muamelede bulunulur.”
Böylece, özellikle acil sağlık hizmetlerinde yukarıdaki koşullara dikkat edilmesi gerekir.