2010/16 sayılı “Acil Sağlık Hizmetlerinin Sunumu” konulu Başbakanlık Genelgesi’nin 3 üncü maddesinde “Herhangi bir sağlık güvencesi olmayan vatandaşlarımızdan sağlık hizmeti bedelini ödeme gücü bulunmadığını belirtenlerden bu konuda yazılı beyan alınacak, yazılı beyan verenlerden acil sağlık hizmeti bedeli talep edilmeyecektir.” hükmü yer almaktadır. Bu hüküm gereğince acil olarak hastaneye başvuran hastalara, “sağlık sigortası ve ödeme gücü” olup olmadığı sorgulanmaksızın gereken acil tıbbi müdahale verilmektedir. Taburculuk aşamasında Sosyal Güvenlik Kurumu (SGK) mensubu olmayan ve aldığı hizmetin bedelini ödeme gücü bulunmadığını yazılı olarak beyan edenlerin faturaları, aynı genelgenin 3 üncü maddesinin (a) fıkrasında belirtildiği gibi Kamu Hastaneleri için hastanenin bulunduğu İl Valiliği Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Vakfı (SYDV)’na gönderilmektedir.
Ancak bu faturalar için, ilgili vakıf tarafından ödeme yapılmamaktadır. Bu konu ile ilgili yapılan görüşmelerde, söz konusu vakıf yetkilileri, bazen herhangi bir gerekçe belirtmeksizin, bazen de “yapılan araştırmada hizmet alan hastanın düzenli gelirinin ve/veya mal varlığının ortaya çıktığını” bahane ederek talepleri geri çevirmektedirler. İlgili Başbakanlık genelgesi hatırlatıldığında ise, bu genelgenin kendilerine değil hizmet veren sağlık kurumlarına hitap ettiğini ifade etmektedirler. Sonuç olarak bu faturalar giderek birikmekte ve kurum zararı oluşmaktadır.
Hastanelerin bu olgulara bir taraftan acil sağlık hizmeti verirken, diğer taraftan “üzerinde kayıtlı mal ya da düzenli geliri var mı yok mu” diye herhangi bir araştırma yapmaları ve bu süre içerisinde hastayı taburcu etmeyerek hastanede tutmaları da mümkün değildir.
Faturaları tahsil edilemeyen olguların tedavi giderlerinin tahsili için icra işlemlerinin başlatılması durumunda ise, bahsi geçen Başbakanlık Genelgesi öne sürülerek kamuoyunda, medyada tartışmalar itirazlar söz konusu olabilecektir.
Sonuç olarak;
1) Söz konusu 2010/16 sayılı Başbakanlık Genelgesi’nin, sağlık hizmeti veren kurumlara ödeme gücü olmadığını beyan eden acil hastalarının faturalarını Sosyal Yardım ve Dayanışma Vakıflarına göndermelerini emrederken; söz konusu vakıf yöneticilerine de bu hastalara ait tedavi faturalarını ödemeleri hususunda geçerli bir talimat olup olmadığının;
2) Ödeme gücü olmadığını beyan eden hastaların üzerinde mal veya düzenli gelir çıkması durumunda, ilgili vakıf tarafından ödeme yapılıp yapılamayacağının;
3) Vakıf tarafından ödenmeyen fatura bedellerinin nereden ve nasıl tahsis edileceğinin;
Açıklığa kavuşturularak ilgili taraflara tebliğ edilmesi gerekmektedir.
***
Kızılayın Kararı Uygulanabilir Değil
Kızılay, kan ve kan bileşenleri fiyatlarına uygulamakta olduğu yüzde 10 indirimi yılbaşından itibaren iptal ederek, SUT fiyatları üzerinden hastanelere vereceğini açıkladı. Bilindiği üzere, üniversite hastaneleri fatura gelirlerinden yüzde 1-3 hazine kesintisi ve yüzde 5-7 araştırma fonu kesintisi yapılmaktadır. Bunun yanında Kızılay’dan alınan kanın kullanımı sürecinde ek masraflar (kan seti, iğne ucu, uygunluk testi, kayıt formları ve barkotların basımı vb.) ve işletme giderleri (transfer, saklama, ısıtma, personel, kırtasiye, güvenlik, temizlik, bilgi işlem, faturalama vb.) eklenmektedir. Kan ve kan bileşenleri iskontosuz olarak alındığında, SUT fiyatlarından tahsil edilecek olan ücret, maliyeti karşılamayacağından dolayı kurum zararı söz konusu olacak ve üniversite hastaneleri bakımından bu durum sürdürülebilir olmayacaktır. Bu gerekçeler ışığında; Türk Kızılayının bu kararını geri alması ve düzenleyici olarak Sağlık Bakanlığının bu konuya müdahale etmesi gerekmektedir.
Bu iki farklı konu, hastanelerin “vurun abalıya” veya “ensesi kalındır, götürür” konumuna düşürüldüğünü ortaya koymaktadır. İki yıldır trafik kazası olgularının tedavi bedelleri de tahsil edilememektedir (bakınız 07.09.2009 ve 31.08.2009 tarihli Medimagazin’de yayınlanan konuyla ilgili yazılarım). Hastaneler, kâr etmeyi bırakın; masraflarını bile tahsil edemez duruma düşmüşlerdir. Peki bu devran nasıl dönecek? “Belki bir gün piyango vurur” diye beklemekten başka yapılabilecek bir şeyler yok mu?