Gerek eğitim-öğretim sürecinde tıp fakültesi öğrencisi olmak gerekse profesyonel meslek adamı olarak hekimlik yapmak üst düzeyde özveri gerektiren, çok zor ve çok yorucu bir uğraşıdır. Tıbbın her alanının bu niteliklere sahip olduğu gerçeğini kabul ederken bazı tıp dallarında hekim olmanın, ortalamanın çok üstünde bir zorluğa sahip olduğunu da kabul etmemiz gerekir. Acil Tıp bu bağlamda belki de ilk sıraya oturur.
Ülkemizde her dönemde gündem oluşturan acil servis hizmetleri aslında bir ülkenin sağlık düzeyinin de en önemli göstergesidir.
Acil Tıp bir uzmanlık alanı olmasına rağmen sadece “Acil Tıp Uzmanı” nın görev yaptığı bir alan değildir. Aynen, aile hekimliği hizmetlerini aile hekimliği uzmanının, adli hekimlik hizmetlerini adli tıp uzmanının yapmadığı gibi. Başta uzmanlık eğitimi almamış hekimlerimiz* olmak üzere, şartlara bağlı olarak her uzman hekimin içinde bulunduğu bir uğraşı alanıdır bu uzmanlık alanları.
Son dönemlerde özellikle Üniversite Hastanelerinde yaşanan sıkıntıların başında bazı tıp dallarına olan teveccühün azalması gelmektedir. Teveccühün azalmasının temelinde ise başta ülkemizde uygulanan sağlık politikaları olmak üzere çok önemli ve çok farklı nedenlerin bulunduğunu bilmeyen yok gibidir.
Bir ülkede yaklaşık 56 tıp fakültesi varken ve bu fakültelerden yılda 5000 tıp doktoru mezun edilirken ihtiyaca rağmen acil tıp uzmanı, adli tıp uzmanı, aile hekimi uzmanı yetiştirilemiyorsa orada bazı işler eksik yapılıyor demektir. Hele hele bu uzmanları yetiştiremeyip de bu hizmetlerin yerine getirilmesi görevi, idari ve kanuni zorlamalarla birilerinin üzerine bırakılıyorsa bu eksiklik yanlışlığa dönüşmüş demektir. Yıllardır Göz Hastalıkları uzmanı olarak çalışan bir hekimin Acil Serviste eleman ihtiyacı var denilerek idari bir tasarrufla görevlendirilmesi, insan hakları ya da onun sağlık alanındaki yansıması olan hasta hakları ile ne kadar bağdaşmaktadır? İnsan Hakları ve Biyotıp Sözleşmesine taraf olmuş bir ülkede hangi baba ya da anne ateşlenmiş bir çocuğuna acil serviste çocuk hastalıkları uzmanının bakmasını istemez ya da hangi evlat kalp krizi şüphesi bulunan babasına çekilmiş EKG’yi bir kardiyoloji uzmanının okumasını istemez. Ya da şunu yanıtlamaya çalışalım, uzmanlık alanına girmediği bir konuda acil hastaya yanlış tanı koyan ya da gecikmiş müdahale eden hekimin hukuki sorumluluğu ne olacaktır. Aksayan hizmetlerde uzman hekim sorununun dayatmacı anlayışla çözülmeye çalışılması ne bilimsel tıbba, ne çağdaş hukuk anlayışına ne de 21. yüzyılda “Sağlıkta Dönüşüm” gerçekleştiren Türkiye’ye yakışmaz.
Gün yirmi dört saat, hafta yedi gün, ay otuz gün, yıl üç yüz altmış beş gün biteviye görev alanıdır Acil Tıp. Yeterli ve yetenekli bir ekibin yürütmesi gerektiği bir sağlık hizmet alanıdır Acil Tıp. İnsana saygı bağlamında çok haklı ve yerinde olarak karayollarında taşıt sevk etme süreleri ve sahip olunan ehliyet tiplerine göre sürülecek araç tipleri belirlenirken bir hekimin yirmi dört saat süre ile hem de acil gibi çok yoğun bir dalda “hele hele bir de acil tıp nosyonu yoksa” çalıştırılması, tek bir şekilde izah edilebilir “Cahil cesareti”. Bu ise herkese zarar veren, en kötü cesaret şeklidir.