Felsefe bir görüşe göre “hayatı okumak”tır.
Yaşam felsefesi ise olayları ve nesneleri yorumlama sürecine girmektir.
Biz bu yorumumuzda “Açılan Türkiye”yi yazımızda çalışacağız.
“Demokratik açılım”ı yorumlama sürecine girerken kullanacağımız yöntem, “neden? niçin? nasıl?” sorularını sorarak alacağımız cevaplara ilişkindir.
Öncelikle şu gerçeği yaşadığımız için açık ve net olarak biliyoruz:
Türkiye Cumhuriyeti’nde değişim süreci rahmetli Özal zamanında başlamıştır.
Ancak bu süreç “bilimsel gelişme” temelinde başlayamadığı için Özal sonrasında “pörsüyerek” yok olmuştur.
28 Şubat postmodern darbesiyle, Rahmetli Özal Döneminde yeşeren sivil örgütler “nüks” edip gelişmeyi tetiklerler diye, kökleri kazınmaya çalışılmıştır.
Sonra da Anadolu coğrafyasının sosyolojisini okumayı ıskalayan güçler, postmodern darbeyle Ak Parti hareketini tetiklemişlerdir.
Bu hareketin aktörleri ise, “değişim geleneğini” siyaset felsefesi olarak benimsemişlerdir.
Bu durumdan korkacak, endişe edecek bir şey yoktur.
Doğaldır ki bu siyaset felsefesinin kapsamında “Kürt sorunu” da vardır, “Ermeni sorunu” da vardır, “Rum sorunu” da vardır.
Ancak bu sorunlar, yani “Kürt, Ermeni, Rum” sorunları bir ırk sorunu mudur; ya da başka bir deyişle etnik sorun mudur? Yoksa, bilim felsefesi açısından sosyolojik bir gerçek midir?
Öyleyse; yöntemimizi uygulayalım ve “neden? niçin? nasıl?” sorularımızı sorarak anlamaya çalışalım.
- Neden “Kürt Sorunu?”
Cumhuriyet sürecinde yeniden yapılanmayı düşünen irade, Osmanlı
İmparatorluğu’nun kültür birikimiyle iç dinamiklerini oluşturmuş ve toplumun tüm etnik yapılarının birlikteliği ile İstiklâl Harbini kotarmıştır. İmparatorluk kültürüyle yetişmiş, yeniden yapılanmayı (Cumhuriyet) şekillendirmiş kadro, ulus devlet-imparatorluk yapılanmalarındaki etnik ya da ırk tanımlamalarının farklı yaşam felsefesi içermesi gerektiğini ıskalamıştır.
İmparatorluk sosyolojisinde “Türk” kavramı, bir ırk olarak tanımlanabilirken, ulus devlet sosyolojisinde ırk olarak tanımlandığında, bazı insanların bilinç altını harekete geçirerek sorun haline gelir.
Aynı şey “Kürt” kavramı için de geçerlidir:
İmparatorluk kültüründe ya da sosyolojisinde “ırk” olarak algılanması nedeniyle sorun olmazken, ulus devlet yapılanmasında sorun haline gelir.
Cumhuriyet yapılanmasında bu yüzden “Türk” kavramının bir ırkı değil, bir kimliği ifade etmesi benimsenerek resmileştirilmiştir. Ancak “Türk”ü ırk olarak benimseyen çevreler ise “Kürt”ün de ırk olduğunun gerçeğini içselleştirememişlerdir.
Nasıl ki, 1959 yılından beri Avrupa Birliği’ne katılmayı “Devlet Politikası” olarak benimseyen Türkiye Cumhuriyeti, Avrupa’nın ulus devletten imparatorluğa (Avrupa Birliği) geçiş yapan yaşam felsefesini algılamakta zorluk çekiyorsa, imparatorluktan ulus devlete geçen milletin kürt etnik yapısını içselleştirmekte zorluk çekiyor.
Başta sorduğumuz neden? sorusunun cevabı, İmparatorluk-ulus devlet sosyolojik yapı farkının kavramlara farklı anlamlar yüklemek gerekliliğinin geciktirilmesi sorunudur.
Sosyolojik yaklaşım eksikliğidir. - Niçin “Demokratik Açılım”?
Çünkü, ulus devlet modelinde çözüm, evrensel insan haklarına dayalı, “insan kökenli” bir yaklaşımla tüm vatandaşları eşit gören bir felsefeye ihtiyaç var da ondan. - Nasıl bir “Demokratik Açılım”?
Doğrudan demokrasi yöntemini uygulayacak yeni bir anayasa kökenli yeni seçim yasası.
Demokrasilerde insan nasıl inanıyorsa ve istiyorsa öyle yaşamalıdır. Tek şartı vardır: Başkasının yaşam felsefesini kısıtlamamak ve şiddet uygulamamak.
Sosyolojik temeli olmayan direnişlerde yarar yoktur.
Selam ve sevgiler.