Geçtiğimiz hafta İstanbul “The Marmara” otelinde Cerrahi Onkoloji Derneği’nin düzenlediği “İkinci Ulusal Cerrahi Onkoloji Kongresi” nedeniyle yaptığım açış konuşmasını kongreye katılamayan meslektaşlarımla paylaşmak istiyorum.
Sayın Kongre Üyeleri,
Sayın Basın mensupları,
Cerrahi Onkoloji Kongremize Hoş geldiniz !
Hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Bilindiği gibi 1. Ulusal Cerrahi Onkoloji Kongremizi 2000 yılında Antalya’da gerçekleştirmiştik.
Cerrahi Onkoloji Derneği’nin yönetim kurulu, genel istek üzerine ikinci kongrenin İstanbul’da yapılamasına karar verdi.
Birinci kongremiz üç gün devam etmişti.
Genel istek üzerine ikinci kongrenin dört gün devam etmesi uygun görüldü.
İkinci kongremize bilimsel içerik ve kapsam olarak bir farklılık getirdik.
Cerrahi onkolojinin temel misyonuna uygun olarak, kanser cerrahisinde multidisipliner çalışma felsefesinden hareketle, genel cerrahi bazında kanserle ilgilenen bilim insanlarımızın yanında üroonkologlar, jinekolog onkologlar ve onkolojik ortopedi ile ilgilenen onkologlarla bireysel ve dernek bazında görüşmeler yaptık.
Amacımız, konuyla ilgili kurulmuş olan derneklerle cerrahi onkoloji derneğinin ortak misyonlarına uygun kongre çalışmalarını geliştirmek ve Avrupa Birliği sürecinde geniş katılımları organize edebilen ve rekabet gücünü artıran ulusal birikimi uluslar arası platforma taşımaktır.
Kongremizin bu disipliner anlayışını benimseyip büyük katkıları olan başta jinekoloji onkoloji grubuna, onkolojik ortopedi grubuna ve üroonkoloji ile ilgilenen ürolog bilim insanlarımıza huzurunuzda ayrı ayrı şükranlarımı sunuyorum.
Ayrıca bizi ikinci kongremizde de destekleyen ve bize birikimleriyle güç katan tıbbi onkologlara ve radyoterapistlere teşekkür ediyorum.
Ve tüm genel cerrah olan hocalarım ve meslektaşlarıma saygılarımı sunuyorum.
Sayın meslektaşlarım,
Kanser cerrahisi taktir edersiniz ki, yükü ağır bir disiplindir.
Günümüzde bu disiplini zorlaştıran bir çok olumsuz faktör vardır.
Ülkemizin sosyoekonomik durumu ve sağlık altyapısının yetersizliği nedeniyle erken tanı ve tedavi gecikmektedir.
Altyapı ve hasta sevk zincirinin karmaşıklığı nedeniyle hekimlerimiz erken tanı ve tedavide yetersiz kalmakta ve hastalarımız bulundukları hastalık evresine uyan radikal cerrahi tedavi şansını kaçırmaktadırlar.
Kanser cerrahisine ilişkin eğitim standardizasyonundaki eksiklikler nedeniyle operabl olan hastalar, inoperabl evrede büyük merkezlere ulaşabilmektedir.
Sosyoekonomik durumu iyi olan çevrelerden gelen hastalarda erken tanı oranı artmaktadır.
Sosyoekonomik durumu kötü olan çevrelerde erken tanı azalmakta ve terminal döneme giren hastaların sayısı artmaktadır.
Kanser cerrahisi ile ilgilenen ve spesifik çalışmaları öne çıkaran bilim insanlarımız, yeterli ve geçerli altyapı oluşturamadıklarından dünya standardında bilim üretmekte yetersiz kalmaktadır.
Cerrahi onkoloji için çağdaş anlamda dizayn edilen birimler, insan unsuru açısından yetersizdir.
Üç kanser hastasına en az bir hemşire düşmesi gerekirken, on beş hastaya birer hemşire düşmektedir.
Cerrahi onkoloji birimlerinin yapılanmasında kaçınılmaz olan çağdaş standartlara göre dizayn edilmiş kliniklerden, her an bilim üretmeye hazır kanser laboratuvarlarından ve deneysel çalışmalar için yeterli hayvan laboratuvarlarından oluşan yapılanma yoktur.
Ne yazık ki bu yapılanma, tıp fakültelerimizin eğitim programlarının gündeminde bile yoktur.
Altyapı kanser biyolojisine göre dizayn edilmeyen birimlerde kanser bilgisi literatüre dayalı olarak üretilebilir, ancak bu bilim üretme anlamına gelmez.
Çağdaş uygarlık, bilgi üretip-bilgi ihraç etme evresinden, bilim üretip-bilimsel bilgi ihraç etme evresine geçiş sürecini yaşamaktadır.
Bizim toplumumuz,halen sadece bilgi üretmeyi üniversitelerimizin misyonu olarak algılamak zorunda bırakılmaktadır.
Bu da toplumsal çatışmaların iç dinamiğini oluşturmaktadır.
Günümüzde üniversitelerimizdeki siyasetçi ve bilim adamı arasındaki tartışmalar, tarafların geçmişe ait bilgi birikimlerindeki çelişkilerin çatışmasıdır.
Taraflar bilgi birikimlerindeki bireysel çelişkileri çözdükten sonra bilimsel anlamda tartışma hakkını kazanabilirler ve çözüm yollarını topluma taşıyabilirler.
Ancak böyle bir ortamda kavramlar netlik kazanır; doğru tanımları yapılır ve bilim felsefesi açısından fikirler değer kazanabilir.
Bu koşularda, evrensel üniversite anlayışı bağlamında geliştirilen bir kültür halka taşınır ve dolayısıyla siyasetçiye yol gösterilir.
Aksi halde tarafların, soyut, tanımı yapılmamış, çelişkili bilgi birikimlerinin çatışmasına ortam hazırlamaları zaman kaybına sebep olacaktır.
Bilim üretme sürecini yaşamayan bir politikacı, ne kadar soyut ve geçersiz bilgi üretirse ona reaksiyon gösteren bilim insanı da o kadar soyut bilgi üretir.
Oysa çağdaş üniversite, bilim üreten ve paylaşan bir misyon taşımaktadır.
Çağdaş üniversite bu misyonunu, akıl ve bilimi bayraklaştırarak sürdürdüğü vizyonla gerçekleştirir.
Günümüzün üniversite ile ilgili aktüel tartışmalarında, tarafların, akıl ve bilim kavramaları yanında düşünmek kavramını da öne çekmeleri gerektiği kanaatindeyiz.
Düşünce üretmeyi engelleyen yaklaşımlar, aklın işletilmesini engelliyor demektir.
İşletilmesi engellenen aklın bilim üretmesini düşünmek bile istemiyorum.
Düşünmenin önündeki tüm engelleri kaldıran ve üniversitenin misyonunu akıl, bilim ve düşünce sac ayağına oturan bir üniversite istediğimizi belirtmek isterim.
Düşünen insana emek harcayarak ortam hazırlaması gereken bilim insanlarımızın ise, istikbale bağımsız, bilimsel ve evrensel düşünen insan yetiştirmeyi misyon edinerek yürümeleri çağdaş dünyada toplumun ve siyasetin önünün açılması gerçekleştirecek ve üniversitenin evrensel anlayışıyla örtüşecektir.
Bilgiyi üreten bilimdir.
Başka bir ifadeyle, bilim kendi kavramlarını kendisi üretir.
Bilim evrensel yasalara göre buluşlarını yapar bu yüzden evrensel ilkelere bağlı olan siyasetle uyuşabilir uzlaşabilir.
Bilimsel süreçlerin bu evrenselleşmiş felsefesini ne yöneticiler ne de politikacılar değiştirebilir.
Yöneticiler ve politikacılar bu felsefeyi yakalayabildikleri oranda uygarlığa katkıda bulunabilecek üretimi gerçekleştirebilirler.
Bilim engellenmeye kalkılsa bile doğası gereği engellenemez.
Ancak bilim ve sanat, engelleyenlerin bulunduğu ortamda yeşermez, kendi ortamını üreterek yeşerir.
Böyle bir zaman diliminde üniversitelerin yönetimi, bilimsel yönetim ilkelerine bağlı, bağımsız ve özerk olmalıdır;
Bu bağımsız düşünceyle olur.
Akademik özgürlüğü olmalıdır;
Bu bilimsel düşünceyle olur.
Akademik programların hazırlanıp yürütülmesi;
Bu evrensel düşünceyle olur.
Akademik süreçlerin yaşanması da bilimsel, bağımsız ve evrensel ilkelere uymakla olur.
Sayın meslektaşlarım,
Çağımızda ideolojilere değil, evrensel felsefeyi yaşam biçimi haline dönüştürmeye ihtiyacımız vardır.
Üniversitenin siyaseti, toplumsal dinamikleri bilim felsefesi ikliminde eğitmek ve yönlendirmek olmalıdır.
Hükümetlerin siyaseti, toplumun sosyolojik, psikolojik ve ekonomik ihtiyaçlarını algılayıp altyapılarını yapılandırmak, yasallaştırmak ve bilimin önünü açmaktır.
Sayın meslektaşlarım,
Böyle bir kongrede bir açış konuşması kapsamında bu konuya değinmemiz, yılların birikimi olan sorun oluşundandır.
Önümüzdeki bilimsel çalışmaların önündeki tüm engellerin kaldırılması hepimizin görevi olmalıdır.
Bilim üretip insanlarla paylaşmadan, ne çağdaş bir üniversite olabiliriz, ne çağdaş bir toplum olabiliriz, ne de çağdaş uygarlık seviyesinin üstüne çıkma imkanı kazanabiliriz.
Oysa hedefimiz, çağdaş uygarlık seviyesinin üstüne çıkmaktır.
Sayın meslektaşlarım,
Konumuza dönersek, 2. Ulusal Cerrahi Onkoloji Kongremizin, kanser cerrahisiyle uğraşan cerrahi onkologların oluşturdukları bu platformda, cerrahi onkoloji disiplinindeki yeni yetişecek bilim insanları için çok önemli bir motivasyon sağlayacağına inanıyorum.
Bu anlayıştan hareketle, cerrahi onkologun hasta yönetimi için uyması gereken ilkelere kısaca değinmek istiyorum.
Bu kongrede kanser cerrahisiyle spesifik olarak ilgilenen bilim insanları, hastalığın başlama, gelişme ve ilerleme süreçlerinin temel kavramlarını tıbbi onkolog ve radyasyon onkologları kadar anlamak zorunda olduklarını göreceklerdir ve kanser biyolojisi bilgisinin meslek hayatlarında çok önemli olduğunu algılayacaklardır.
İkinci önemli husus olarak, bilimsel araştırmalarda kanser bilimiyle ilgili olarak cerrahi onkologların, araştırmada liderlik ya da öncülük yapmaları gerektiğinin yakalayacaklardır.
Kanser cerrahisiyle ilgilenen hekimlerimiz, bir ya da birkaç solid tümörün tanı ve tedavisine ilişkin klinik ve temel bilimler yönünden bilgi ve araştırma alanında liderlik yapacak durumda olmaları gerektiğini düşüneceklerdir.
Üçüncü dikkat çekmek istediğim nokta, kanser cerrahisiyle uğraşan hekimlerin, kendi klinik hastalık gruplarından birinde, ya cerrahi uygulamada seçkin bir nitelik kazanmış olmalın gereğini ya da klinisyenlikle hastalığın biyolojik yapısını birleştiren, hastalığın tüm süreçlerine hakim olan bir üstünlük gösterebilme gereğini algılayacaklardır.
Bu konularda bir rol modeli olmayı düşünecek ya da öğretmen rolü oynayacaktır.
Cerrahi onkolog yaptığı tüm işlerin sonucunu değerlendirirken kendine sorular sormayı, kendini sorgulamayı ve geleneksel tanı ve tedavilerin sonuçlarını analiz etmeyi misyon olarak algılayacaktır.
Cerrahi onkolog teknik açıdan tecrübeli bir cerrah olmayı amaçlamalıdır.
Cerrahi onkolog, büyük operasyonların yürütülmesinde ve başarılmasında, morbilite ve mortalitenin minimum düzeyde seyretmesinde öncülük etmelidir.
Cerrahi onkologun, hastayı bütünsel olarak ele alıp hastanın hastalığını yönlendirebilmesi için, literatür bilgisinin tıbbi onkologun ve radyasyon onkologunun bilgisiyle paralel gitmesi gerekmektedir.
Cerrahi onkologun ancak kanser biyolojisiyle ilgili bilgisinin ışığında tüm kararlarını doğru verebileceğini düşünmeye başlaması, önemli sayılmalıdır.
Cerrahi onkolog, konvansiyonel kanser cerrahisinin 20 yıl önceki eğitiminden esinlenerek, gelenekçi bir yaklaşımla tarihe fikse olmasının,yeni gelişmelerin yenileyici akışını engelleyeceğini düşünmelidir.
Cerrahi onkolog, radikal operasyonlarda ve re-operasyonlarda, örneğin karaciğer cerrahisinde, hemypelvectomilerde, pelvic eksentrasyonlarda, radikal diseksiyonlarda, reproperitoneal sarkom rezeksiyonlarında en deneyimli cerrah olmak zorunda olduğunu görecektir.
Günümüzde geçerli olan konservatif prosedürlerin, organ koruyucu ameliyatların endikasyonlarını geniş rezeksiyonlar ile karıştırmadan uygulamayı bilmenin gereğine inanacaktır.
Cerrahi onkolog, kanser cerrahisinin boyutlarını gerekli ve yeterli ölçekte uygulamanın kaçınılmazlığını algılayacaktır.
Cerrahi onkolog, iyi yetişmiş bir genel cerrahın bile radikal operasyonlardan çekinebileceğini, rezeksiyon sınırlarını dar tutabileceğini ve nüksleri artırabileceğini potansiyel olarak düşünecektir.
Cerrahi onkolog, radyoterapisterle ve tıbbi onkologlarla adjuvan tedavilerin uygulanmasını ve endikasyon sınırlarını tartışabilmelidir.
Radoterapi ve kemoterapinin adjuvan tedavi olarak avantaj ve dezavantajlarını bilerek hareket etmelidir.
Rekonstrüksiyon uygulamaları için plastik cerrahinin temel ilkelerini bilmeli ve multidisipliner ekip çalışmasına açık olmalıdır.
Cerrahi onkolog, hasta sahipleri ve ekip arkadaşlarıyla, yapılan operasyonları ve komplikasyonları açıkça tartışma yeteneğini taşımalıdır.
Hasta ile en az 45 dakika görüşerek ve gerekirse bu görüşmeleri periyodik olarak uygulayarak, günümüzdeki tedavi prosedürlerini anlatmak için zaman ayırmalıdır.
Genel olarak tıp literatürüne, özel olarak kanser cerrahisine katkı sağlamak için tüm birikimlerini periyodik olarak literatüre aktarabilmelidir.
Hasta ile iletişimi sevmelidir.
Solid tümörlerle ilgili başarısızlıklarını kabul etmelidir.
Terminal dönem potansiyeli taşıyan hastaların terk edilmesine yönelik psikolojik eğilim taşımanın kabul edilemeyeceğini algılamalıdır.
Solid tümörlerin başlama, gelişme ve ilerleme süreçlerinde sorumluluğun kendine ait olduğunu bilmelidir.
Cerrahi onkolog, hasta sahipleri açısından, ölen hastaya uygulanan cerrahi yöntemin mükemmelliğinden daha fazla değerli görünenin, hastanın ölene dek hekim tarafından izlenme yaklaşımı olduğunun, farkında olmalıdır.
Cerrahi onkologun bütün bunları bir bütünlük içerisinde değerlendirip misyon edinebilmesi için, hastasının hatalığıyla uyumlu izleme programını geliştirmesi zorunludur.
En zor şartlarda bile cerrahi onkolog, solid tümörlerde primer tümör tedavisini multimodel uygulamaların planlanmasını, uygulamadaki cerrahın rolünü ve zamanlamayı dizayn etmeli ve post-operatif izlemede planlama ve tedavinin uygulanmasında aktif rol oynamalıdır.
Bu şekildeki multimodel uygulamalarda kemoterapi uygulanacaksa, bu cerrahi onkologun kemoterapi uygulaması anlamına gelmez.
Ayrıca hastanın gereğinden fazla izlenmesi anlamına da gelmez.
Uygun olanı, multidisipliner yaklaşımla hastanın izlenme programının yapılarak,katılımın sağlanmasıdır.
Ve çağımızda moleküler düzeyde düşünen makroskopik düzeyde cerrahi tedavi uygulayabilen kanser cerrahı yetiştirmek hedeflenmelidir.
Konuşmamı bitirirken aramızdan ayrılan Prof.Dr. Ali Menteş’i rahmetle anıyor ve bize bıraktığı “yeniversite”eserinin son paragrafından alıntıyla bitirmek istiyorum.
“Ulusal üniversitelerimizin kusurları kendi dışında aramak yerine eğitim önceliklerinden öğretim üyesi yapısına, akademik standartlardan finansman kaynaklarına, ulusal bir bilim ortamı oluşturulmasından uluslar Cerrahi onkolog, arası bilime katılıma kadar geniş bir spektrumda bir dizi analiz yapması ve varılan sonuçları cesaretle kabul ederek gereken düzenlemeleri zaman kaybetmeden gerçekleştirilmesi zorunludur.
Üniversitelerimiz mevcut statükoyu aşabildikleri ölçüde rahatladıklarını ve evrensel üniversite düzeyine yaklaşabildiklerini, ne yazık ki hayretle, göreceklerdir.
Ulusal üniversitemizin bilimin yeni dönemini temsil edeceğini varsaydığımız yeniversite oluşumuna katılmaları ancak bu önkoşul gerçekleştiğinde söz konusu olabilecektir.”