En yaygın bilinen şekliyle adalet mülkün temelidir sözündeki adalet kavramıyla, devletin egemenliği veya düzenin esası anlatılmak istenmektedir. Devleti oluşturan, bir arada yaşayan insanların sahip olduğu vatandaşlık, bireyi devlete bağlayan hukuki bir bağdır. Bu hukuki vatandaşlık bağı, hem bireylerin devletinden hem de devletin bireylerden davranış şekli olarak adaleti talep etmelerine yasal bir dayanak ve düzenin sorunsuz işleyişi için temel gereklilik olmaktadır.
İnsanların bir arada yaşamalarını sağlayan, bireysel olduğu kadar ortak idealleri formülleştiren düzen ve adalet kavramları kamu yararı için en temel iki unsurdur. Zira insanlar arasındaki kültürel, statü, servet gibi farklılıkları bir tarafa bıraktığımızda aslında onların temel ihtiyaçlarının: güven duyma, kabul görme, takdir edilme, değerli olma ve en önemlisi adalet duygusunu yaşayacakları bir düzende hayatlarını sürdürmek olduğunu görürüz.
İnsanlık tarihi kadar eski olan adalet arayışı 7. yüzyıla ait bir Çin şiirinde şöyle tanımlanmış:
- Davacı zengin, davalı yoksulsa zenginden yana işler yasa.
- Davacı yoksul, davalı zenginse davalıda kalır yine nizalı (kavgalı) arsa.
- Davacı da davalı da zenginse davada, özür diler çekilir aradan kadı.
- Davacı da davalı da yoksulsa bak, sade o zaman işte yerin bulur hak.
Bu durumların yaşanması, şahit olunması vatandaşın devlete güvenini azaltacağı için Adalet Merhamet Değil Devletlerin Sarsılmayan Temelidir diyoruz. Bu konuda Fatih Sultan Mehmet’in şu sözü de adaletin bir beka sorunu olabileceğine işaret etmektedir:
Aklı öldürürsen, ahlak da ölür. Akıl ve ahlak öldüğünde, millet bölünür. Kadı’yı satın aldığın gün adalet ölür. Adaleti öldürdüğün gün Devlet de ölür.
Bu sürecin yaşanmaması ve adaletin herkese lazım olacağı gerçeğiyle; adalet sisteminin bağımsızlığı konusunun önemine M. Kemal Atatürk’ün şu sözüyle dikkat çekebiliriz:
Adalet gücü bağımsız olmayan bir milletin, devlet halinde varlığı kabul olunamaz.
İslam ve Adalet
Sevap, vebal, düzen gibi kavramları içeren anlam dolu bir kelime olan adalet, bir bireyin veya devletin farklı parçalarının uyumlu ilişkisini sağlar. Diğer bir ifadeyle tüm tarafları kapsayıcı ve yararına olacak şekilde dengeli çalışması, hakkın gözetilmesi ve yerine getirilmesi anlamına gelir. İslam dininin temelinde de herkesin yararını gerçekleştirme amacı vardır. Bu hedefe ulaşılırken adalet olgusundan hareket edilir. Adaletin önemine, Nisâ Suresi 135. Ayette (Diyanet İşleri Meali) şöyle dikkat çekilmektedir:
Ey iman edenler! Kendiniz, ana babanız ve en yakınlarınızın aleyhine de olsa, Allah için şahitlik yaparak adaleti titizlikle ayakta tutan kimseler olun. (Şahitlik ettikleriniz) zengin veya fakir de olsalar (adaletten ayrılmayın). Çünkü Allah ikisine de daha yakındır. (Onları sizden çok kayırır.) Öyle ise adaleti yerine getirmede nefsinize uymayın. Eğer (şahitlik ederken gerçeği) çarpıtırsanız veya (şahitlikten) çekinirseniz (bilin ki) şüphesiz Allah, yaptıklarınızdan hakkıyla haberdardır.
Toplumsal hayatın işleyişinde önemli bir faktör olan ekonomik faaliyetlerin yürütülmesinde de İslam dininin değer yargıları ve ahlaki kuralları: Maddi kaynakların elde edilmesinde ve kullanılmasında adaletli davranılarak refah artışının sağlanması için önce Allah’a sonra da topluma karşı olan görevlerin yerine getirilmesini sağlayan bir sistem olarak karşımıza çıkar. Özellikle kul hakkının gözetilmesi ile adil gelir dağılımının sağlanması istenilen bir durumdur. Ancak ekonomide enflasyonun yükselmesi sonucunda paranın satın alma gücü dolayısıyla refah seviyesi düşer.
Bireyler arasında adil olmayan yapıyı besleyen (enflasyon/deflasyon/stagflasyon gibi) sorunlar İslam ekonomisinde istenilen bir durum değildir. Zaten İslam ekonomisinin emir ve yasaklarına tam anlamıyla uyulduğu takdirde bu gibi iktisadi sorunlar ve olumsuzluklarıyla karşılaşılmayacağı savunulur. Fakat Allah’tan korkunun da olmadığı yerde (ki bunu ölçümlemek de zordur) ahlaksızlık bulaşıcılık etkisiyle hızla yayılır. Dolayısıyla herkesi kapsayan, saydamlık, adalet, sorumluluk ve hesap verebilirlik koşullarına göre işleyen sistemin kurulmaması da çürümüşlüğü, ahlaksızlığı gittikçe artırmaktadır. Böyle bir sistemin kurulmasında yöneticilerin, yetkisi olanların sorumlulukları yüksektir ve gecikildikçe bireysel ve toplumsal seviyede haksızlıklara, kul haklarına sebep olunmaktadır. Zira (inanılıyorsa) vebal/kul hakkı çok ağırdır.
Fakat günümüz dünyasında bireysel çıkarları maksimize etme anlayışının egemenliği nedeniyle bu değerlerin hâkim olmasını sağlamak zordur. Aynı şekilde fedakârlığı şahsi çıkara; samimiyeti riyaya; vefayı nankörlüğe; erdemi ahlaksızlığa; tevazuyu kibire; düzeni sistemsizliğe tercih etmek zordur. Bu yüzden insanların bazılarında böyle bir vicdan olmadığına göre şahıslara bağlı olmayan ama herkese lazım olan adalet sisteminin kurulması ve işletilmesi gerekmektedir.
İşletme Faaliyetlerinin Yürütülmesinde Adaletin Önemi
İktisadi faaliyetlerin temel kurumları olan işletmelerde adalet ilkesi, genel anlamda tüm paydaşların, menfaat sahiplerinin; özel anlamıyla tüm pay sahiplerinin haklarının eşit işleme tabi olması konularını içermekte ve düzenlenmektedir. Bu düzenlemelerin mükemmel şekli de, iyi kurumsal yönetişimi sağlamış yapılarda mümkündür.
Ülkelerin bütün kuruluşlarında, iyi kurumsal yönetişimi sağlamak için şeffaflık, hesap verebilirlik, sorumluluk ve adalet olmak üzere temel dört kurumsal yönetişim ilkesi vardır. Bunlar, aile şirketlerinin sonraki kuşaklara geçişinin mümkün olabilmesinde veya belli seviyede kurumsal kapasiteye sahip işletmelerin sürdürülebilirliğinin sağlanabilmesindeki gerekli yapıların taşıması gereken özelliklerin genel çerçevesini ve çalışma şekillerini belirlemektedir.
İşletmelerde işlerin sürdürülebilirliğini sağlamak diğer bir bakışla tüm üretim faktörlerine adil davranabilmek için kurumsal yönetişim ilkeleri önemlidir. Sürdürülebilirlik daha fazla kurumsal inovasyon gerektirir çünkü sürdürülebilirlik, bir şirketin kurumsal sosyal sorumluluk programları aracılığıyla nasıl kâr ve topluma katma değer sağlayabileceği ve şirketin doğanın ve çevrenin korunmasına nasıl katkı verebileceği ile ilgilidir. Bu sürecin temel reçetesi, işletmelerde iç kontrol sisteminin kurulması ve uluslararası standartlarda denetim faaliyetlerinin bütünleşik bir şekilde yürütülmesini gerekmektedir.
Şirketlerin yönetici ve hissedarları yanı sıra çalışanları gibi paydaşları arasındaki ilişkiyi düzenleyen ve şeffaflık, hesap verebilirlik, sorumluluk, adalet gibi nitelikleri mümkün kılan kurallar ve uygulamalardan oluşan iyi yönetişim, özel sektörün hem kendi içinde ve hem de kamu ile olan ilişkisini tanımlamaktadır. Bu tanımlama sayesinde kamunun iyi yönetişim dolayısıyla adil bir şekilde ilgili aksiyonlara uyum sağlama becerisi yaygınlaşabilecektir. Böylece özel sektörün operasyonel anlamda daha verimli bir hale gelmesi beklenirken aynı zamanda da kamu kurumları, özel firmalar ve sivil toplum arasındaki ticari ve sosyal ilişkilerin de daha yetkin, adil hale gelmesi mümkün olabilecektir. Bunlara bağlı olarak iyi yönetişim kamuda olduğu kadar özel sektörde de dengeli ekonomik büyüme açısından önem teşkil etmektedir.
Gençler Arasında – İş Yaşamında Adaletin Sağlanmasının Önemi
Gençlerimizin eğitim ve sonrasındaki iş yaşamına yönelmeleri süreçlerinde eşitler arasında aynı rekabet koşullarının oluşturulması konusu da çok önemlidir. Adil, kapsayıcı rekabet koşullarının oluşturulmasının önemi konusunda Konfüçyüs’ün şu sözü önemlidir: Eğitimli insanlar öncelikle adalete değer verir. Eğitimli insanlar adalet olmadan cesaret sahibi olunca asi olurlar. Küçük insanlar adalet olmadan cesaret sahibi olunca haydut olurlar.
Bir baba ve gençlerle beraber kişi olarak şu gözlemimi ifade edebilirim: Kimse kimseye ipotek koyamaz. Kolay manipüle edilemez. Gençler, bilmedikleri ile değil gördükleriyle, yaşadıklarıyla, geleceğe ait beklentileriyle yaşıyorlar. Bu yüzden partilerin ve/veya kurumların liderlerini ilahlaştırma, kutuplaştırma, ayrıştırıcı hareketler içinde bulunmaları, gençleri aşağılamaları veya abartılı davranışları onların sadece tabanlarına hitap etmelerine yarar. Çünkü bu olumsuzluklar, yaşadıkları olayları algılamaları ve yorumlamaları abartılı olan gençler ve çocuklarda derin izler bırakabilmektedir. Gençlerimizin ülkeye bağlılıklarını artırmanın temelinde, verilen emeklere eşit rekabet koşullarını ve şans ortamını sağlamak var olmalıdır.
Akademisyen olmadan önceki kamu ve özel sektördeki profesyonel iş yaşamına ait tecrübelerime göre de: İşini iyi yaptığın sürece daha fazlasını yapmak zorundasın çünkü birilerini sırtında taşıman gerekiyor. Bu taşımada kısa dönemde ezilmene rağmen edindiğin tecrübe seni yukarılara taşıyabilir. Tabii ki (adına ister nasip; ister şans diyelim) uygun yerde; uygun zamanda; uygun insanlarla karşılaşırsan.
Özetle şahsi veya kurumsal bir ilişkide adalet varsa, nesnel bölüşüm ve süreklilik mümkündür. Bizim bunu sağlayacak yapılara ihtiyacımız var. Gerisi kayıkçı kavgasıdır.
Ülkenin geleceği için doğru yöntem: Saydamlık, Adalet, Sorumluk ve Hesap verilebilirlik üzerine gerekli sistemleri kurmak ve işletmektir.
Başta adalet sistemimiz olmak üzere hukukun üstünlüğüne, kurumların özerkliğine olanak tanıyacak yapılanmalar sayesinde hem bireysel hem de toplumsal değerler güvence altında olacaktır.
İş yaşamındaki sistemin inşası veya işleyişi birilerini idare etme, günü kurtarma amaçlı kurulmuşsa; adalet yoksa organizasyon mükemmel de olsa sadece vitrin olarak kalacaktır, yazık olacaktır.