Herkese selam, saygı ve hürmetlerimi sunuyorum.
Adalet anlayışı, barış, huzur ve saadetin olmazsa olmazıdır. Türkçe’ye Arapçadan geçmiş olan “adalet” sözcüğü; eşit ve adil olmak, hak yememek, insanlar arasında ayırım gözetmemek, adaleti gözetmek, zulmetmemek, dengelemek, denk görmek ve denk tutmak gibi anlamlara gelmektedir. İslâm’ın yüce ahlakı olarak yorumlanan adalet, herkesin hakkının milimi milimine yerine getirilmesidir. Buna göre hiçbir insanın hakkının zarar görmemesi gerekir. Adalet genel bir kavramdır, her konudaki denge, düzen ve dürüstlüğü kapsar. Allah’ın emrettiği adalet, her şeyi yerli yerine getirmek, her hususta ölçülü davranmak ve herkesin hakkına riayet etmek demektir.
Felsefecilere göre adalet, haksızlık etmek ve haksızlığa uğramanın ortası olan en önemli ahlaktır. Buna göre, sosyal hayatta başkalarına haksızlık yapmamak ve başkalarının haksızlığına da maruz kalmamak gerekir. Adalet erdeminin / ahlakının toplumsal anlamı, toplumda herkesin kendi işini yapması, başkasının malını yememesi ve kendi malından olmamasıdır.
Adalet kelimesi, aynı anlama işaret eden eş anlamları ile beraber türevleri ile birlikte Kur’ân’da yüzden fazla yerde geçmektedir. Dünyanın her yerinde imamlar, cuma günlerinde cuma namazından sonra Kur’ân’dan bir ayeti okuyarak hutbeyi bitirmektedirler. Bu ayetin Türkçe meali şöyledir: “Kuşkusuz Allah, adaleti, iyiliği ve akrabalara yardımı emreder; ahlaksızlığı, kötülüğü ve haksızlığı yasaklar; ders alasınız diye size öğüt verir.”(Nahl 16/90). Bu ayette, bir nevi insan haklarının özeti anlatılmaktadır.
Müslümanlar arasında en çok bu ayet okunmaktadır. Maalesef Müslümanların en çok uzak yaşadıkları ayet de bu ayettir.
Mekke’nin fethedildiği gün, Hz. Muhammed (s.a.v.) Mekke’ye girmiş fakat Kâbe’nin anahtarını yanında taşıyan Osman b. Talha b. Abduddar, Kâbe’nin kapısını kilitlemiş ve anahtarı Hz. Muhammed’e (s.a.v.) vermek istememişti. Daha sonra da “Resulullah (s.a.v.) olduğunu bilseydim menetmezdim,” demişti. Hz. Ali o zaman Osman’ı arayıp bulmuş, anahtarı vermek istemeyince kolunu tutarak bükmüş ve anahtarı ondan zorla almıştır. Ardından Kâbe’nin kapısını açmış ve Hz. Muhammed (s.a.v.) içeriye girip iki rekât namaz kılmıştır. Hz. Muhammed (s.a.v.) Kâbe’nin içinden dışarı çıktığı zaman, amcası Hz. Abbas, anahtarın kendisine verilmesini, daha önce yapmakta olduğu zemzem suyunu dağıtma ile Kâbe’nin anahtarını taşıma görevlerinin kendisinde toplanmasını istemiştir. Bunun üzerine şu anlamdaki ayet nazil olmuş:
“Allah size, emanetleri mutlaka ehline vermenizi ve insanlar arasında hükmettiğiniz zaman, adaletle hükmetmenizi emreder. Doğrusu Allah, bununla size ne güzel öğüt veriyor! Şüphesiz ki Allah, hakkıyla işitendir, hakkıyla görendir.” (Nisa 4/58)
Ardından Hz. Muhammed (s.a.v.) Hz. Ali’ye, anahtarı Osman’a iade etmesini ve kendisinden özür dilemesini emretmiştir. Hz. Ali de anahtarı götürüp özür dileyince Osman, “Zorlayıp eziyet ettin, sonra da gelip tamire çalışıyorsun,” demiş. Hz. Ali de “Allah senin hakkında ayet indirdi,” demiş ve bu ayeti okumuştur. Bunun üzerine Osman şahadet kelimesini okuyarak Müslüman olmuştur. Bu ayetin nazil olması ile Kâbe’nin anahtarını taşıma görevinin ebedi olarak Osman evladında kalması, Allah’ın emrine dayanmaktadır. Sonra Osman, Kâbe’nin anahtarını kardeşi Şeybe’ye vermiş ve Mekke’den hicret etmiştir. Bugün dahi Kâbe’nin anahtarı Şeybe’nin torunlarında bulunmaktadır.
Kur’ân’ın başka bir yerinde Yüce Allah, kin ve nefret halinde dahi adaletten ayrılmama konusunda uyarıda bulunmaktadır: “Ey inananlar! Allah için hakkı ayakta tutan kimseler, adaletle şahitlik edenler olun! Bir topluluğa olan kininiz, sizi adaletsizliğe sevk etmesin. Adaletli olun. Bu, takvaya / dürüstlüğe daha yakındır.” (Maide 5/8).
Kur’ân’ın daha pek çok yerinde adaletten ayrılmama hususunda uyarılar bulunmaktadır. Felsefe, akıl, mantık, ahlak ve vicdan, insanları her konuda adaletle hareket etme konusunda uyarmaktadır. İnsanlar arasında ayırımda bulunmak, bazı kişileri ötekileştirmek ve benzeri yollarla adalet çizgisinin dışına çıkmak, bütün bu duygular tarafından tasvip edilmemektedir. Buna göre bugünkü İslâm âleminin haline baktığımız zaman, kendi aralarında adaletle hareket etmediklerinden dolayı, birbirlerine düşman olmuşlar. Birbirlerinin boynunu vurmakta ve birbirlerinin kanını akıtmaktadırlar. En acı olanı, Müslüman geçinen kardeşinin zulmünden kaçan Müslüman, Müslüman olmayan milletlere sığınmak istemekte, onların sınır kapılarında perişan olmakta ve denizlerde boğulmaktadır. Allah, adaletle hareket eden inançlı kullarını bu hale düşürmez. Bugün için bir buçuk milyar nüfusa sahip olan İslâm âlemi, üç dört milyon nüfuslu İsrail’in karşısında perişan durumdadır. Bu perişanlık, onların kendi aralarında insanların tabiî hakları konusunda hak ve adalete riayet etmemelerinden kaynaklanmaktadır.
Allah’ın emrettiği, akıl ve mantığın gerekli gördüğü adalet ilkelerine uygun hareket etmeyenleri Müslüman olarak değerlendirmek, kendimizi kandırmaktan başka bir şey değildir.
Önce kendimizi düzeltmemiz, aile içerisinde, çevremizde ve tüm insanların tabiî hakları konusunda adaletle hareket etmemiz gerekir.
Herkese selam, saygı ve hürmetlerimi sunuyorum.