Adalet duygusu, bir toplumun en temel yapı taşlarından biridir. Ancak bir toplumda cezasızlık algısı güçlenirse, hukuk sistemine olan güven sarsılır ve insanlar adaletin bir illüzyon olduğuna inanmaya başlar. Peki, bu algının oluşmasında medyanın rolü ne kadar belirleyici? Medya, adaletin işlediğini mi gösteriyor, yoksa toplumun gözünde cezasızlığın norm haline gelmesine mi neden oluyor?
Medyanın Cezasızlık Algısına Etkisi
Cezasızlık, yalnızca hukuki bir sorun olmanın ötesinde, toplumsal adaletin sağlanmasına dair inancı zedeleyen ve demokratik sistemlerin meşruiyetini sorgulatan bir olgudur. Bu bağlamda, medyanın cezasızlık algısını nasıl şekillendirdiği ve bu süreçte üstlendiği sorumluluklar, üzerinde düşünülmesi gereken kritik bir konudur. Medya, suç haberlerini şekillendirirken sadece bilgi vermekle kalmaz, aynı zamanda kamuoyunun algısını da belirler. Bir cinayet, bir yolsuzluk veya bir istismar vakası gündeme geldiğinde, bu haberin hangi başlıkla, hangi görsellerle ve hangi dil kullanılarak sunulduğu büyük önem taşır. Medya, dil seçimleriyle suç algısını doğrudan etkileyebilir. “Suç makinesi” veya “azılı suçlu” gibi ifadeler bir şüpheliyi doğrudan suçlu ilan ederken, “Delil yetersizliği nedeniyle dava düştü” gibi başlıklar da kamuoyunda cezasızlık algısını pekiştirebilir.
Öte yandan, bazı suçluların yüzleri gizlenirken, bazı olaylarda faillerin kimliği açıkça teşhir ediliyor. Bu çifte standart, izleyicinin hukuk sistemine dair güvenini sarsabiliyor. Eğer bir kişi suç işlediğinde cezasız kalacağına inanırsa, bu sadece bireysel bir algı değil, toplumsal bir duyarsızlık haline dönüşebilir.
Bazı haberler günlerce gündemde kalırken, bazı olaylar sessizce unutuluyor. Medyanın hangi davalara odaklandığı ve hangilerini görmezden geldiği, toplumsal algıyı doğrudan etkiliyor. Şayet medya belirli suçlara aşırı ilgi gösterip diğerlerini geri plana atıyorsa, halkın zihninde “adalet bazıları için var, bazıları için yok” algısı oluşuyor.
Sosyal Medya: Adaletin Savunucusu mu, Yargısız İnfaz Aracı mı?
Sosyal medyanın cezasızlık algısına etkisi de göz ardı edilemez. Dijital platformlar, adli süreçleri geniş kitlelere duyurarak farkındalık yaratabilir. Ancak aynı zamanda bilgi kirliliği ve manipülasyon riskleri taşır #JusticeFor ve #MeToo gibi hareketler, toplumda adalet arayışını güçlendirerek hukuki süreçlerin daha şeffaf işlemesine katkı sağlayabilir. Ancak bazen bu tür kampanyalar, yargısız infaza dönüşme riski de taşıyabilir.
Geleneksel medyada yeterince yer bulamayan pek çok olay, sosyal medya aracılığıyla gündeme gelebiliyor. Dijital imza kampanyaları ve kamuoyunun aktif katılımı sayesinde bazı davalar yeniden açılıyor, bazı hukuki süreçler daha şeffaf yürütülebiliyor. Ancak yanlış bilgiler ve dezenformasyon, sosyal medya platformlarının adalet arayışının önünde bir engel haline gelmesine de yol açabiliyor. Bu nedenle, sorumlu bir dijital aktivizm anlayışı geliştirilmeli ve kamuoyunu yanlış yönlendiren manipülasyonlardan kaçınılmalıdır.
Medyanın Sorumluluğu ve Etik Habercilik
Medya, toplumsal algıları şekillendirme gücü nedeniyle büyük bir sorumluluk taşır. Olayları sansasyonel şekilde sunmak yerine, hukuki sürecin nasıl işlediğini anlatan haberler yapmak, adalet algısının doğru inşa edilmesine yardımcı olabilir. Adil yargılama ilkesine saygı, haber dillerinin dikkatli kullanılması ve objektif bir habercilik anlayışı benimsenmelidir.
Eğer medya sadece suçun işlenme anını haberleştirir, ancak adaletin nasıl sağlandığını anlatmazsa, cezasızlık algısının yayılması kaçınılmaz olur. Hukuki süreçlerin doğru şekilde yansıtılması, halkın hukuka olan güvenini artıracak en önemli unsurlardan biridir.
Sonuç: Adaleti Gerçekten Nerede Arıyoruz?
Cezasızlık algısı, bazen gerçekten adaletin sağlanmadığının bir sonucu, bazen ise medyanın çerçeveleme stratejilerinin bir yan etkisidir. Önemli olan, toplumda hukukun işlediğine dair güvenin sürekli canlı tutulmasıdır. Medya ve sosyal medya, bu güveni sağlayacak şekilde sorumluluk almazsa, toplumda hukuka duyulan inancın kaybolması kaçınılmaz olur.
Adaleti gerçekten bulmak istiyorsak, sadece en çok ışık tutulan yere değil, gölgede kalan gerçeklere de bakmalıyız.