Biz cahil dediğimiz zaman, mektepte okumamış olanları kastetmiyoruz.
Kastettiğimiz ilim, hakikati bilmektir. Yoksa okumuş olanlardan en büyük cahiller çıktığı gibi, hiç okumak bilmeyenlerden de hakikati gören gerçek âlimler çıkabilir.
(Mustafa Kemal Atatürk)
Geçen haftaki yazımda Akdeniz Üniversitesi Tıp Fakültesinden Harran Üniversitesi Tıp Fakültesine ders vermek üzere gelen hocalarımızdan bahisle, bunun öğrenci ve asistanlar üzerindeki olumlu etkisinden söz etmiştim. Böyle, akademik kadro bakımından daha iyi durumda olan fakülteler ile muhtelif sebeplerle akademik kadrolarını bir türlü tamamlayamayan fakülteler arasındaki dayanışmanın önemli ve gerekli olduğu herkesin malumu. Zaten pek çok fakülte de, kendilerinde bulunmayıp da lisans öğrencilerinin alması zorunlu olan dersler için başka fakültelerden öğretim üyesi davet ederler.
Harran Üniversitesinde olduğum için biliyorum; adeta “dibi delik teneke”ye benzeyen tıp fakültesinde açılan kadrolara sadece 1-2 kişinin başvurduğu ve mevcut hocaların da batı illerinde bir kadro bulduğu, Sağlık Bakanlığı bünyesinde iyi bir pozisyon kaptığı, bol sıfırlı rakamlarla özellerden teklif aldığı veya doçent olup “Hele birkaç yıl para kazanalım sonra akademik hayata yine dönerim”dediği duruma sıkça rastlandığından pek çok anabilim dalında dersler bir anda hocasız kalabilmekte. Sakın kimsenin aklına mevcut Üniversite veya Fakülte idaresini suçlamak gelmesin. Açılan kadrolara gelen yoksa ve mevcut hocalar “arkasına bakmadan” gidiyorsa idare ne yapsın? Özel sektör değil ki fazla para teklif etsin. “Arkasına bakmadan” derken söylemek istediğim, hocanın kendisi gittikten sonra servisin kapanacağı, mevcut asistanların ortada kalacağı ve vereceği derslerin boş geçeceğini düşünmemesi. Bu örnekleri buralarda o kadar çok yaşıyoruz ki, artık normal karşılamaya başlandı.
Bu hafta benim esas konu etmek istediğim Hatay’daki Mustafa Kemal Üniversitesi Tayfur Ata Sökmen Tıp Fakültesi hakkındaki gözlemlerim. Malum, bu Fakülte özellikle son yapılan üniversite sınavından sonra adını duyurdu. Bir süredir asistan eğitimi ve sağlık hizmetleri veren Fakülte bu yıl ek yerleştirme ile 100 lisans öğrencisi aldı. Ciddi bir planlama ve altyapı hazırlığına sahip Tıp Fakültesi ve Üniversite yönetimi, ülkemizin müstesna tıp eğitimi kurumlarının başında gelen Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi eğitim programını fakültelerinde uygulamak niyetiyle hazırlık eğitimi de verecekleri öğrenciler için yaptıkları yabancı dil seviye tespit sınavı sonucunda 54 öğrenciyi hazırlığa, 46 öğrenciyi ise 1. sınıfa kaydettiler.
“Sen bunları nereden biliyorsun ve bize niye anlatıyorsun?” diye soracak olursanız. Bu Fakülte idaresi, pek çok tıp fakültesi idarecisi tarafından abes ve yanlış olarak değerlendirilebilecek bir icraatta bulundular ve beni de bu icraatlarına ortak ettiler. Yazının başında belirttiğim gibi, fakülteler muhtelif sebeplerle eksik olan öğretim üyelerini başka fakültelerden davet ettikleri hocalarla telafi ederler. Bazı durumlarda da bu dersleri kendi bünyesindeki hocalara anlattırırlar. Klinik branşlarda nadir olsa da temel tıp branşlarında bu duruma arada bir rastlanır. Fakat temel tıp alanlarından birisi vardır ki, eğer söz konusu fakültede o dersin hocası (yani o alanda doktorası veya uzmanlık eğitimi olan birisi) yoksa neredeyse istisnasız olarak o fakültenin “herhangi bir hocası” (nedense bu dersleri en çok halk sağlığı uzmanlarına verirler; ne alakası varsa!) tarafından verilir. Muhtemelen bu köşede çıkan “Tıp Etiği Eğitimi: Zurnanın Son Deliği” ve “Tıp Etiği Eğitimi: Bağlamanın Bam Teli” yazılarından hatırlayacaksınız, bu ders deontoloji ve tıp tarihidir. O yazılarda da dile getirdiğim gibi, başta fakülte idarecileri olmak üzere pek çok tıbbiye hocası, bu dersleri “kim olsa verir” düşüncesine sahiptir.
Ancak Tayfur Ata Sökmen Tıp Fakültesi idarecileri “rutin dışı” bir düşünce ile “Öğrencilerimiz bu dersi de konunun uzmanı olan birisinden dinlesin” demişler ve kendisi de hekim olan Sayın Rektör buna onay verince, Mustafa Kemal Üniversitesi Rektörlüğü Harran Üniversitesi Rektörlüğüne; “Siz bizim halimizden anlarsınız, ne de olmazsa yaşıt Üniversiteleriz. Sizde bir deontoloji ve tıp tarihi uzmanı varmış, izin verirseniz kendisi gelip bizim çocuklarımıza da ders anlatsın” mealinde bir yazı yazmışlar. Tabii bizim idarecilerimiz de bunu memnuniyetle karşılayıp bana fikrimi sordular. Ben, davet sahibi Tıp Fakültesi idarecileri ile görüşmek istedim ve telefona çıkan Dekan Yardımcılarından birisine şöyle dedim; “Bu çağrınızda ciddi misiniz? Bakın ben 8 yıldır bu Fakültedeyim ve Şanlıurfa’ya ikişer saat mesafedeki Gaziantep, Kahramanmaraş ve Diyarbakır’daki Tıp Fakülteleri bugüne kadar beni çağırmayı hiç düşünmedi ve bu dersi ‘herhangi bir hocaya’ anlattırıyorlar. Şimdi siz, 5-6 saatlik mesafeden beni ders vermeye davet ediyorsunuz. Hem, Hacettepe’yi örnek aldık diyorsunuz ama orada da bu dersleri 30 sene boyunca (1963-1995) ‘herhangi bir hocaya’ (veya hocalara) anlattırdılar.” Baktım telefonun diğer ucundaki kişi ciddi ve sorumluluk sahibi birisi ve makul ve mantıklı izahlarda bulunuyor, ben de memnuniyetle kabul ettim.
Bir kez derse gittim, bu yazıyı da ikinci kez gidişimde yolda yazıyorum. Fakültedeki ve öğrencilerdeki diğer gözlemlerimin detaylarına girmeyeceğim, belki başka bir yazıda. 5-6 saatlik otobüs yolculuğu sonrası ders vermek ve geri dönmek biraz yorucu oluyor ama ülkenin bu serhat şehrine gelmeyi tercih etmiş gençlerinin ümit vaat eden çehreleri ve Hatay’ın harika mezelerle donanmış sofraları bu yorgunluğu unutturmaya yetiyor.
Yazının ana fikri: Ülkenin en güney uç noktasında, jeopolitik ve jeostratejik açıdan önemli bir şehirde yıldızı kısa sürede parlayacak ve benim de zerre miktar bir katkım olmasından dolayı onur duyacağım bir Tıp Fakültesi doğdu. Ne demişler, “Adam olacak çocuk altını değişirken belli olur”. Belli ki bu çocuk, sorumluluk sahibi, çağdaş bilimin gereklerine inanan ve cesur idareciler elinde “adam olacak”. Kendilerine başarılar ve kolaylıklar diliyorum…