Olay USA Michigan eyaletinde bir hastanede geçer. Sosyo-ekonomik durumu oldukça yüksek ve iyi eğitimli Yahudi genç bir anne, hastanede ölü doğum yapmış ve büyük bir acı yaşamıştı. Bir kaç yıl sonra ayni anne ikinci bebeğini doğurmak üzere hastaneye tekrar gelmişti. Birinci deneyimden sonra doğal olarak genç çiftin anksiyete düzeyi oldukça yüksekti. Özel ilgi gösterilmesi gereken durumları nedeniyle, kendilerini her gün ziyaret ediyor ve doğum servisi ve bebek ünitesi hemşirelik ekibini her türlü olası duruma hazırlamak için, sorumlu hekimin de katıldığı toplantılar yapıyordum.
Bebek doğdu. Nihayet bir kız bebek doğdu. Ne var ki bu doğum aile için ikinci bir hayal kırıklığı getirdi. Çünkü bebek, down sendromu yanı sıra halk arasında bağırsak düğümlenmesi olarak da bilinen “invajinasyon”/bağırsağın bir bölümünün diğerinin içine doğru girmesi sonucu oluşan bağırsak tıkanıklığına da sahipti. Eğer bebeğe, bu anomali nedeniyle hemen operasyon yapılmazsa, bebek beslenemeyeceği için hayatını kaybedecekti. Bu durumu ikinci bir başarısızlık olarak gören ebeveyn, bebeğin ameliyat edilmesini reddetti ve bu konuda operatörü de ikna etti. Aslında pek ikna etti demek de doğru değildi. İtalyan asıllı Katolik dinine mensup bu hekim, dini inançlarına aykırı olan bu durumda, ailenin kararına uymak zorunda kalmıştı.
Bebeğin bir de anneannesi vardı. Bebeği her gün ziyaret eden anneannenin mutsuzluğu yüzünden okunuyordu. Bizlerle pek paylaşmasa da kızı ve damadının kararını onaylamadığı belli oluyordu. Ne var ki yapabileceği hiçbir şey yoktu. Bu arada Musevi din görevlisi de anneyi ziyaret ediyor ve hiç konuşmadan odadan ayrılıyordu. Hastanede o zamana kadar hiç yaşanmamış olan bu olgu, benim sorumluluğum altında bulunan doğum odası, doğum servisi ve bebek yoğun bakım ünitesindeki hemşire ve hekimleri çok etkilenmişti.
Bebek doğduktan sonra durumu gereği “Bebek Yoğun Bakım” ünitesine yatırıldı. Bebeğe sınırlı miktarda intra venöz mayi veriliyordu. Yoğun bakım sorumlu hekimi ve hemşireleri bu durumu protesto etmek için, bebeğe kendi birimlerinde bakmayı reddettiler. Aslında normal koşullarda, çalışanların işten atılmasını gerektirecek bir suç olan bu tepkiler, onların insani değerleriyle ilintiliydi. Ben durumu tüm ayrıntılarıyla bildiğim için, onların bu tepkilerini destekliyor gibi görünmesem de onların zarar görmelerini de istemiyordum. Bu yüzden bebeği pediatri servisinde özel bir odaya naklettim.
Pediatri hekim ve hemşireleri de yoğun bakım servisindeki ekibin duygularını paylaşmakla birlikte, bebeğin bakımını ve konforunu özenle sağlıyorlardı. Bu arada ekibi destekleyici ve duygu paylaşımı sağlama amaçlı toplantılar yapıyordum. Bu toplantılardan birinde ekipteki yardımcı hemşirelerimden biri, bana şöyle bir soru yöneltti. Soru şuydu: “Eğer ben bu olanları basına duyurursam ne olur?” Aslında bunun yanıtı bendeydi. Durumu basına yansıtma suçunun cezasını verecek olan da yine bendim. Bunun bebek için bir yardım çığlığı olduğunu anladığım için, O’na hemen yanıt verme yerine, tüm ekibe benden yanıt alıncaya kadar bir girişimde bulunulmamasını ilettim. Hemen o sırada tatilde olan Hukuk Müşavirimize ulaşarak, zaten konuyu bilen müşavire soruyu ilettim. Kendisinden aldığım yanıta göre; Bir kişi; bir birey olarak, olayı basına duyurma hakkına sahipti. Ancak önce istifa etmek zorundaydı. Eğer görevdeyken bunu yaparsa, kendisini hastaneye ait bir bilgiyi basınla paylaştığı için benim görevine son vermem gerekecekti. O gün, konuyu ertesi günkü toplantıda gruba da duyurmak üzere hastaneden ayrıldım.
Evime ulaştığımda telefonum sürekli çalıyordu. Telefondaki görevli bana hemen radyoyu açmamı söyledi. Radyoyu açtığımda hastanenin adı verilerek bir bebeğin ölüme terk edildiği anons ediliyordu. Ben hemen hastaneye döndüm ve bebeğin ameliyata alındığını öğrendim. İstenilen hemen gerçekleşmişti. Başta anneanne olmak üzere bu sonuç, hepimizi sevindirmişti. Ebeveyn; bizlerle hiçbir duygu paylaşmasa da anne ve baba için bu girişim, onları suçluluk duygusundan kurtaran bir çözümdü. Ayni durumda bir çocuğu olan bir babadan yardım eli.
Bir gün telefonla bana, down sendromlu çocuğu olduğunu söyleyen bir baba, benimle görüşmek için benden randevu istedi. Amacı bu aileye yardımcı olmaktı. Geldiğinde, kendisinin de böyle bir çocuğunun olduğunu tekrarladı ve ekledi “ O benim güneşim. İş dönüşü beni kapıda karşılayışını görmenizi isterdim” dedi. Kişi, eşiyle birlikte başlangıçta çok karmaşık duygularla baş etmek zorunda kaldıklarını, bunların üstesinden gelebilmek için çok çabaladıklarını ve bugünkü mutluluğa ulaştıklarını benimle paylaştı. Kendisine mutluluğuna katıldığımı söyledim ve bunları paylaştığı için teşekkür ettim. Ne var ki kendisini aile ile tanıştıramadım. Oysa konuştukları onlara çok yardımcı olabilirdi. Ancak aile hala buna hazır değildi ve bebeği eve götürme gibi niyetleri de yoktu zaten.
Bu arada pek çok koruyucu ve bakıcı aileden bebeğe sahiplenme başvuruları olduğunu duydum. Sonrasını bilmiyorum. Şu anda yaşıyorsa kırk yaşlarında olduğunu düşündüğüm bu bayan benim belleğimde hala isimsiz bir bebek. Bu trajik; olay başta ben olmak üzere ekibime çok şeyler öğretti. Hemşirelik ekibinin insani ve etik değerlere ne denli bağlı olduğunu, ne kadar güçlü olduklarını, neler yapabileceklerini, yaptıklarının sonucunda bir insanı kurtarabileceklerini, topluma yansıtılan bu olayda bir insanın hayatı söz konusu olduğunda soruşturma açılmayabileceği gibi pek çok şeyi öğretti. Bu deneyim ayni zamanda bizlere; mesleği isteyerek seçenlerin, hemşireliği mesleki kriterler doğrultusunda yaptıklarında; motivasyonu, kendilerine güveni, başarı duygusunu, doyumu başkalarından bekleme yerine, kendileri ürettiklerinde, bu meslekte tükenmişliğe yer olmadığını bir kez daha hatırlatmış oldu.
Ebeveyn ile ilgili edinimlerimiz ise insanların iyi bir eğitimle desteklenen değerlerine ve dini inançlarına karşın böyle bir durumda çocuğunu tümden silebilecek kararlar alabileceğini, bu süreçte kendilerini anne ve babanın iki kişilik dünyalarını herkese kapatabileceklerini de öğrendik.
Bu yaşananlarda doğal olarak insanın yaşama hakkı bizleri yönlendirdi. Yalnız insanlar değil, her canlının yaşama hakkı olduğuna inanıyorduk. Çünkü her canlı bir misyonu yerine getirmek için dünyaya gelmiştir. Yaşama hakkını korumak doğal bir haktır Ancak bu hakkı kullanmaktan yoksun olanların hakları yasalarla korunur. Son olarak; bu deneyim paylaşımında çok boyutlu bir konu olduğu yasalara girilmemiştir.