Devri İstibdattan Devri Cumhuriyete
Demokrasi ve Cumhuriyetin üstünlüklerini çok dinledik ve de çok anlattık. Ama sistemin adı ne olursa olsun uygulayıcısının insan olduğunu çoğu zaman unuttuk. Yani sistemlerin başarısının, uygulayanların kalitesine bağlı olduğunu pek anlamadık. Demokrasi veya cumhuriyet adlı bir vasıtaya binince hep başarılı, huzurlu ve iyi yerlere ulaşacağımızı düşündük. Demokrasi ve cumhuriyet için halen otonom sürüşün mümkün olmadığını unuttuk. Demokrasi ve cumhuriyetin de direksiyonunda insan var. İnsanınınız ne kadar kaliteli ise sisteminiz de o kadar kalitelidir. Önemli olan yemeğin adı değil, tadıdır. Bu da ustadan ustaya değişir. İki uygulama ile bunu anlatmak isterim.
Devri İstibdat ve KOP Projesi
Tarihimizde Sultan İkinci Abdülhamid Han müstebit, yani despot, baskıcı olarak anılır. Dönemi de istibdat, baskı, keyfilik ve zulüm dönemi olarak bize öğretildi. Bunu tartışmayacağım. Sadece o dönemdeki uygulama ile günümüzdeki uygulamayı karşılaştıracağım.
İşte bu istibdat devrinde bir köylü Mehmet Efendi padişaha ulaşıp da derdini, dileğini, projesini iletemez sanılır. Hiç de öyle değil. Konya Ovası Projesi(KOP) tam olarak bu düşünceyi tekzip eder. İsteyenler internet başta olmak üzere bütün kaynaklara bakabilir.
Devri İstibdatta Konya’nın Çumra yerleşim yerinde bir Kuru kafa Mehmet Efendi yaşamış. Kışın akan bir çayın yazın kuruduğu dikkatini çekmiş. Bu çay yazın da aksa şu ovayı sulasak ne iyi olur diye düşünmüş. Dere yatağı boyunca kaynağına ulaşmak düşüncesi ile gitmiş. Vara vara Beyşehir Gölü’ne varmış. “Allah’ın lütfuna bak. Su burada, ova aşağıda. İkisini bir birleştirsek ne güzel olur” diye düşünmüş. Hayalini gerçekleştirmek için kendi çapında bir çok çalışmalar yürütmüş. Suyu kaynağından ovaya indirmek için gönüllü köylülerle kanallar açmış, bentler yapmış fakat başarılı olamamış. Son nefesine kadar bu hayali sayıklamış.
Kuru Kafa Mehmet Efendi’nin oğlu Ali Efendi ve arkadaşı Nurullah Zade Hasan Ağa devrin Konya Valisi Avlonyalı Ferit Paşa’nın huzuruna çıkmışlar. Vali Kurukafa Mehmet Efendi’nin mücadelesini ve akim kalmış projelerini yerinde incelemiş.
1904 yılında Sadrazam olan Avlonyalı Ferit Paşa, uygun bir zamanda Padişah Abdülhamit Han’a meseleyi etraflıca anlatarak onayını almış. Proje; Anadolu-Bağdat demiryolu hattını da yapan firmaya, Alman Höknem Şirketine ihaleyle verilmiş( M. Yavuz Çolak, Kurukafa Mehmet Efendi’nin Sulama Projeleri…. ) Böylece Türkiye’nin ilk sulama projesi gerçekleştirilmiş.
Görülüyor ki nasıl bir devri istibdat ise köylü Kuru Kafa Mehmet Efendi’nin projesi kaliteli insanların anlayışı ile gerçekleşmiş.
Devri Cumhuriyet ve Eğitim Projesi
Eğitimciler bile farkında olmasa da halen Türkiye Cumhuriyeti’nin en önemli meselesi eğitim meselesidir. Toplam 25 milyon eğitim çağında insanı olmasına rağmen iyi yetmiş insan sıkıntısı çeken Türkiye’den başka ülke var mı acaba?
Esas olarak eğitim kalmamıştır.
Kalitesi, verimi, içeriği ve gerekliliği çok tartışılacak olan bir öğretim yürütülüyor.
Eğitim değil, öğütüm var. Lider olacak insanlarımız heder oluyor.
Eğitimcilerimizin çoğu bir nüfus idaresi memuru kadar eğitime kafa yormuyor. Vebal yüklerinin farkında bile değiller.
Yönetim, en başarısız olduğu alanın eğitim olduğunu kabul ve ilan ediyor.
Fakat muhalefetin ajandasında eğitim başlığı yok.
Sonuçta pınarın başında olmamıza rağmen susuzluktan kıvranıyoruz.
Üniversiteye giriş sınavlarının tarihini, sayısını, içeriğini değiştirmekle büyük reformlar yapıyoruz. Eğitim de en önemli devrim ise üniversite giriş sınavlarında barajı kaldırmak. Ne olursan ol gel üniversiteye. Sanki gelen az. Ülkenin bu kadar üniversiteliye ihtiyacı mı var? Lise mezunu işsizi üniversite mezunu işsiz yapmak marifet mi?
Üniversite kapısında bekleyen milyonları nasıl azaltırız diyen yok. Teknik ve mesleki eğitimi unutmuşuz. İş dünyası ve sanayii kalifiye ara elaman bulamıyor.
Yeteneğe göre öğrencilerin yönlendirilmesine rehberlik etmeyi düşünen ve planlayan yok.
Ülkenin yetişmiş insan gücünde eksik ve fazlalığı hesap etmek kimsenin aklından geçmiyor.
Yardımcı doçentliği doktor öğretim üyesi olarak değiştirdik.
Doçentlik yabancı dil sınavını yok seviyesine kadar çektik.
Doçentlik sözlü sınavını kaldırdık. Temel kitap bilgisini bilimsel dosyadan ölçmek mümkün değil diyen olmadı.
Bunlarla oyalandık. Samanlıkta düşürdüğümüz yüzüğü halen avluda arıyoruz.
Üniversitelerin önemli bir kısmında adalet, ehliyet, liyakat vs sadece nutuklarda kaldı.
Huzuru temin etmekle görevli yöneticiler huzursuzluğun, ayrımcılığın, ötekileştirmenin en önemli sebebi oldu.
Ayrımcılık, kayırmacılık, ötekileştirme idare eli ile yaygınlaştırıldı.
Yönetim hantallaştırıldı. Soruşturmalar, atamalar ve hatta atanmayı engellemeler aylar değil yıllara yayıldı.
Yöneticiler ulaşılmaz oldu. Bir eğitim ve öğretim yılı boyunca randevu alamayanlar var.
Uçuk kaçık da olsa proje üretin diyenler yürütülen projeleri baltalamayı görev bildiler.
Her ile üniversite, her üniversiteye tıp fakültesi şartmış gibi bir yapılanma politikası uygulandı.
Her ile tıp fakültesi açılırken büyük şehirlerdeki tıp fakültesi sayıları da iki üç misli artırıldı.
Bu değirmenin suyu nerden gelecek diye yönetimin aklına gelmedi. Muhalefette, adeta eğitim körlüğü oluştu.
Sonunda Sağlık Bakanlığı’nın ocağına düşüldü. Aman bize mecburi hizmetle eleman gönderin. Hoca olmasa da stajları hiç olmazsa uzmanlarla yapalım.
Tıp fakültelerine öğretim üyesi bulunamadığı bir tarafa dekan olacak tıp kökenli öğretim üyesi bile bulunamayan yerler var.
Matematikçi ile idare edilen tıp fakültesi bile var.
Madem yüzme bilmezdin niye çıktın kavak ağacına ya da
Sen bir garip çingenesin neyine gerek gümüş zurna derlerse ne cevap vereceğiz diye düşünen üst yönetici yok.
İşin acı tarafı bunları konuşacak, tartışacak ve tekliflerinizi iletecek yetkili de yok.
Rektör başına buyruk, gözünün üzerinde kaşın var denilmesine bile izin vermediği için meseleler büyüyor.
İktidar veya muhalefet milletvekilleri verilen bilgileri, iletilen talepleri görmezden, duymazdan geliyor.
Validen brifing için randevu isteyen öğretim üyesi muhatap alınmıyor.
Yüksek öğretimin en üst yöneticisi bir üniversiteye geliyor. Gelişi sır gibi saklanıyor. Öğretim üyeleri bir heyet olarak görüşme isteklerini mesaj ile iletiyor cevap verilmiyor.
YÖK de görüşmek için özel kaleme, hem de YÖK Başkan Vekil’inin aracılığı ile müracaat ediliyor. Olumlu veya olumsuz bir sonuç alınamıyor.
Herkes samanlıkta düşürülen yüzüğü avluda aramaktan memnun. Kimsenin eleştirmesine, teklif üretmesine ve de ne kadar büyük bir vebal yükünün altında olduklarının anlaşılması ve hatırlatılmasına razı değil. Bilmiyorlar ki bu tutumları vebal yüklerini azaltmayıp artırıyor. Bizim görevimiz yangını bildirmekten ibaret.
Aykırılığın, eleştirinin, çözüm arayış ve tekliflerinin merkezi olması gereken üniversiteler ve üst yönetiminde durum bu ise diğer kurumların vay haline.
Adı mı, Tadı mı Önemli?
Şimdi gelelim konumuza. İstibdat zamanında yaşayan Kuru Kafa Mehmet Efendi ile Cumhuriyet’in yüzüncü yılını kutlamaya hazırlanan Türkiye’de yaşayan öğretim üyesinin halini arz ettim.
Şimdi söyleyin bakalım sistemin adı mı önemli, yoksa tadı mı?
Yani esas olan sistemin adı mı, yoksa sistemi işleten direksiyondaki insan mı ?
3 yorum
Bu platformda meselelere ortak bakanları tanımak insana iyi geliyor. Elinize sağlık. Teşekkürler
Hocam,
Teşekkür ederim.
Ben gıyabınızda sizi tanıyor ve takdir ediyorum.
Merhum Turan Güven Hoca Yüksek öğretmen Okulundan bizim ağabeyimizdir. Biz de onun ekibindeniz.
Saygılarımla
Teşekkürler , başarılar