Geçtiğimiz aydan beri adli tıp gündemine takılan konulardan ilki küretaj yasağı idi. Eskiden kriminal abortuslar adli tıbbın temel konularından biri idi. Kriminal abortus, kadınların ya tek başlarına ya da yardımla yasa dışı yöntemlerle gebeliklerini ortadan kaldırma çabasıdır. Bunun için kullanılan yöntemler; defalarca yüksekten atlamak hoplamak zıplamaktan, vajinal yoldan bazı sivri cisimleri rahime ulaştırıp fetusa zarar vermeye çalışmak veya bazı ilaç ya da bitkisel ürünler kullanarak gebeliğe zarar vermeye kadar insan aklının yaratıcılığına bağlı olarak pek çok sayıdadır. Bu eylem esnasında kadınlar ölebilmekte veya sakat kalabilmekte idi. Eski adli tıp makalelerinde bu tür olgular seri halinde ya da olgu sunumları şeklinde yer almakta idi. Sonraki yıllarda, 10 haftaya kadar olan istenmeyen gebeliklerde isteğe bağlı olarak rahim tahliyesine izin verilen yasal düzenlemeye ek olarak, doğum kontrolü konusunda halkın bilinçlenmesi ile her geçen yıl kriminal abortusların sayısı azalmış, adli tıbbın temel konusu olmaktan neredeyse çıkmıştı. Şimdi rahim tahliyesi yasağı yine gündemde, doğal olarak kriminal abortuslar adli tıp gündemine oturacak. Adli tıp uzmanları mahkemelerden gelen pek çok soruyu aydınlatma sorumluluğu ile karşı karşıya kalacak. Bu sorulardan bazıları;
– Kişinin gebe olduğunu anlayıp anlayamayacağı,
– Gebe olmasına rağmen kişinin adet görmesinin mümkün olup olmadığı,
– Kişiye küretaj yapılmış olup olmadığı veya kişinin küretaj yaptırmış olup olmadığı,
– Kişiye küretaj yapılıp yapılmadığının tıbben belirlenmesinin mümkün olup olmadığı,
– Kişiye küretaj uygulanmışsa ne zaman uygulanmış olduğu,
– Kişinin bazı ilaçlar kullanarak gebeliğini sonlandırmasının mümkün olup olmadığı,
– Kişiye uygulanan tıbbi işlemin küretaj olup olmadığı vb. şeklinde sıralanabilir.
Diğer yandan kişinin ölümü kriminal abortusla ilişkili ise kendi kendine düşük yapmaya çalışan anne de ölmüş olduğundan kim suçlanacak, kime ceza verilecek? Kişiyi gebe bırakan babaya mı? Yoksa rahim tahliyesini yasaklayan yasa koyuculara mı?
Yapılan eyleme bağlı olarak ameliyatla uterusu alınarak kişi hayata döndürülebilmiş ise işlev yitimi ve çocuk sahibi olmasına engel teşkil eden bu durum TCK’nın 87. maddesince cezalandırılması gereken bir durum olacak. Yine ceza kime kesilecek?
Emekli hekim, ebe/hemşire vb. sağlık mensupları ile yargı camiası birbirini daha sık görür olacak. Hâlihazırda çalışanlar için ise malpraktis dava sayısı ve adli tıp bilirkişilik talepleri artacak. Kişi üzerinde bırakacağı duygusal yük, sosyal sorunlar vb. bu yazının kapsamı dışındadır.
Özet olarak, küretaj gebelikten korunma yöntemi değildir. Zira küretaj pek çok riski beraberinde getiren ve en son çare olarak düşünülmesi gereken bir işlemdir. Öncelikli olan korunmaktır. Zaten halkın tutumu da bu yöndedir. Ancak etkili korunmanın gerçekleşmediği durumlarda istenmeden oluşan gebeliklerin belli ilkeler çerçevesinde sonlandırılmasının yasaklanması konusu tartışılırken, yukarıda saydığım hususların da dikkate alınmasında yarar bulunduğu kanısındayım.
Adli tıp gündemine takılan ikinci konu, hastanelerde yapılan adli işlemlerin ücretlerinin Adli Tıp Kurumu Döner Sermaye Fiyat Listesi’ne göre ücretlendirilebileceği hususunda Sağlık Bakanlığı Genelgesinin yayımlanmasıydı. Genelge hepimizin eline ulaştı. Doğrusu, “Oh be, nihayet!” demek geldi içimden. Son derece olumlu bir gelişme. Biz adli tıp uzmanları bu konuda epeyce çaba sarf etmiştik. Geç de olsa dikkate alınmış olması sevindirici. Şimdi sıra geldi, hastanelerdeki adli tıbbi işlemlerin acil işleyişinin içinden alınıp, bu konuda eğitimli hekim ve/veya uzmanlara yaptırılmasına. Doğrusu umutsuz değilim.
Adli tıp gündemine takılan üçüncü konu da, mesai dışı saatlerde yapılan adli tıp işlemlerinde adli tıp uzmanlarına ücret ödenmesi gerekliliği konusundaki mahkeme kararı. Bu da esasen tartışmaya mahal vermeyecek şekilde yerinde bir karar.
Ne diyeyim, aklın yolu bir.
Sevgi ve dostlukla. Tatil yapabilenlere iyi tatiller!