Son günlerde önemli bir tartışma konusu haline gelen “14 yaşındaki kıza taciz” olayı, tarihsel açıdan “ibret” alınacak özellikler taşıyor.
Konu ile ilgili “Adli Rapor” bardağı taşıran son damla niteliği taşıyor.
Rapor, hem hukuksal hem de tıbbi içerikle analiz sürecinden geçirilerek sonuçlandırıldığına göre toplumsal boyutuyla daha da anlam kazanıyor.
Rapor sonuç olarak şu kıymet hükmünü koyuyor:
“…Bu duruma göre; Bekir kızı 1994 doğumlu B.Ç.’nin 2008 ocak-şubat ayları ile 25.04.2006 günü mağduresi bulunduğu olay sonucunda ruh ve beden sağlığının bozulmadığı oybirliği ile mutalaa” olunur.
Toplumun bütün kesimlerinden tepki alan ve de bilimsel bir kurulun “Adli Tıp Raporu” olarak yansıyan bu sonuç, bilimle toplumun vicdanının çelişkisini mi vurguluyor?
Vurguluyorsa düzeltilmelidir.
Yasalarda sorun varsa yasalar yeniden ele alınıp düzeltilmelidir.
Toplumun vicdanını yansıtmayan yasalar sorun olmaya devam edecektir.
Mahkemelerin bu tür kararları verirken, mevcut yasaları dikkate aldıkları bilinen bir şeydir; ancak, belge ve kurumsal eksiklik sonucu karar verilirse toplumun vicdanı yaralanır.
“Adli belge incelemeciliğinin bir bilim haline gelmesini sağlayan Osborn’un öncülüğünde dünyada ilk kez “Amerikan Adli Belge İncelemeciler Kurulu” 1942 yılında kuruldu.”1
Toplumsal hayatla ilgili adliyeye yansıyan ve özellikle de insanların seks ve cinsel yönüyle ilgili olan yönlerini belgeleyen durumların analizi, çok yönlü disiplinlerin değerlendirmesiyle sonuçlanmalıdır.
“Bunun için, 1956 yılında “Amerikan Akademisi, Journal of Forensic Sciences” dergisini yayınlamaya başladı. Dergi tüm disiplinleri içermesi dolayısıyla önemli bir çalışma oldu.
Aralarında adli belge incelemeciliğinin de bulunduğu on farklı uzmanlık alanı ile ve 5 bin 600’den fazla üyesiyle Amerika ve Kanada’nın dışında dünyadaki 50 ülkeden uzmanlara ulaşmaktadır.
Ülkemizde 1923 yılında Türkiye Cumhuriyeti ile birlikte adli bilimlerdeki teknik ve bilimsel gelişmeler belge incelemeciliğinin de gelişimini hazırlamıştır.
Yargıya intikal etmiş ve üzerinde şüphe bulunan her türlü belgede; iddia ve savunmalar, bilirkişi incelemeleri ve adli hakikatın değerlendirilmesi neticesinde varılacak kararlara göre kişilerin ceza alıp almayacakları belirlenir.”1
Bu çalışmalar da gösteriyor ki, ülkemizde, bilirkişilere inceleme ve rapor yazma yetkisi veren yasalardaki son düzenlemelerin algılanma süreci tamamlanmamış gibi görünüyor.
Günümüze kadar gelen uygulamalarda bilirkişiler görüşlerini bir rapor halinde sunuyordu. Yeni uygulamalarda çapraz sorgulama sistemi getirilmiştir. Bu da zamanla uzman olmayan bilirkişileri eleyecektir.
Bu taciz olayının toplumsal yansıması ve kamuoyunun vicdanını yaralaması Adli Tıp Raporu ile çelişince “bilirkişi kurumunu” ele alan bir düzenleme ve eğitim sürecine ihtiyaç olduğu kaçınılmaz olmaktadır.
Yoksa utanmazlığa “edep yahu” demeye devam ederiz.
1Türkiye Klinikleri Adli Tıp 2006;3(2).