Biyoloji ve tıp alanındaki gelişmelerin insanlığın yararına olduğu kadar, bu gelişmelerin kötüye kullanımının insan onurunu zedeleyebilecek uygulamalara da neden olabileceği endişesi ve öngörüsü, 1997 yılında İnsan Hakları ve Biyotıp Sözleşmesi’nin imzalanmasında önemli bir rol oynamıştır.
Bu Sözleşme’nin “Genel Hükümler” başlığı altında yer alan ikinci, üçüncü, dördüncü ve beşinci maddeleri bir kongre oluşturacak kapsamdadır. İkinci madde “İnsanın Üstünlüğü” başlığı altında,“İnsanın menfaatleri ve refahı, bilim veya toplumun saf menfaatlerinin üstünde tutulacaktır.” ifadesini taşımaktadır. Dördüncü madde de “Meslekî Standartlar” başlığı altında “Araştırma dâhil, sağlık alanında her müdahalenin, ilgili meslekî yükümlülükler ve standartlara uygun olarak yapılması gerekir.” hükmünü taşımaktadır. Sözleşme’nin beşinci maddesi ise genel bir kuralı ortaya koymaktadır. “Sağlık alanında herhangi bir müdahale, ilgili kişinin bu müdahaleye özgürce ve bilgilendirilmiş olarak muvafakat vermesinden sonra yapılabilir.”
Sözleşme’nin iç hukukumuzun bir parçası olduğu Anayasa’mızın 90. maddesi kapsamından açık bir şekilde anlaşılmaktadır. Hâl böyle iken uygulamada bazı olumsuzluklar yaşanmaktadır. Bu olumsuz uygulamalar da sıklıkla “klinik adli tıp”ta karşımıza çıkmaktadır. Gözaltı muayeneleri, tutukluların ya da hükümlülerin muayeneleri, cinsel saldırı iddialarında genital muayeneler ya da alkol muayenesi gibi. Doğal olarak bu muayenelerde adli tıp uzmanı bazen ikilemde kalmakta, çoğu zaman da ikilemde bırakılmaktadır. Ancak her iki durumda da adli tıp uzmanı sıkıntı çekmektedir.
Kesinlikle bilinen bir gerçektir ki; tıp, meslek etiği ilkelerinin ortaya çıkışı, etik ilkelerin meslek kişilerince içselleştirilmesi ve bu ilkelerin meslek dışı kişiler tarafından da kabul görmesi yönünden farklı bir meslektir.
Nitekim aydınlatılmış onam (bilgilendirilmiş rıza), tıp uygulamalarında omurga niteliğinde olan özerkliğe saygı ilkesinin bir sonucudur. Rıza olmadan yapılacak her müdahale, hukuka aykırılığın kendisidir. Diğer yandan, yapılacak her müdahale de mesleki yükümlülüklere ve standartlara uygun olmalıdır. Aksi takdirde yapılan tıp uygulaması İnsan Hakları ve Biyotıp Sözleşmesi’ne aykırı olacaktır.
Gündemde de olduğu için örnek verecek olursak; bilgilendirmeye rağmen hastanın rızası alınmadan yapılacak genital muayenede; 1) Hekimin, muayenenin amacına ilişkin olarak değerlendirilmesi gereken anatomik oluşumları görmesi ve değerlendirmesi mümkün olmayacaktır, 2) Yapılan uygulama tıbbi standartlara uygun olmayacaktır, 3) Meslek etiği ilkelerinden öncelikle özerkliğe saygı ilkesi çiğnenmiş olacaktır, 4) Hipokrat’tan bu yana 2500 yıldır uygulanan “Primum Nihil Nocere” ilkesi çiğnenmiş, hastaya zarar verilmiş olacaktır, 5) Sonuçta uluslararası nitelikte bir hukuk metni çiğnenmiş olacaktır.
Peki, ne yapılabilir? Öncelikle hukuki olgunun açıklanabilmesi için gerekli farklı delillere ulaşabilme olanakları araştırılmalıdır. Diğer yandan yapılacak kanuni düzenlemelerle muayene olmamaya ya da örnek vermemeye farklı hukuki neticeler bağlanabilir.
Bu kadar tıp fakültemiz, bu kadar hukuk fakültemiz ve bu fakültelerimizde etkin ve yetkin çok sayıda akademisyenlerimiz varken bu sorunların mevcut olmasına ve adli tıp uzmanlarımızın örselenmesine anlam vermek mümkün değildir.