Ülkemizde son beş yılda toplumsal farkındalığı en üst ivmede artan tıp dalı hiç kuşkusuz adli tıp olmuştur. Türk ceza adalet sisteminde beş yıl önce meydana gelen yasal değişiklikler Türk adli tıpının da yeni bir ivme kazanmasına neden olmuştur. Ancak bu ivme bazı eksikliklerin de daha açık bir şekilde ortaya çıkmasına yol açmıştır. 14-17 Ekim 2010 tarihleri arasında İzmir’de geniş katılımla gerçekleştirilen 9. Adli Bilimler Kongresi’nde ülkemizin adli tıp sorunları tartışılıp çözüm önerileri ortaya konuldu.
2005 yılındaki yasal düzenlemelerle ilgili olarak özellikle 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun cinsel dokunulmazlığa karşı suçları düzenleyen 6. bölümünde yer alan 102/5 ve 103/6 maddeleri ön plana çıkarken, mağdur(e)ların muayenesi ya da raporların tanzimi açısından adli tıp uygulamaları basının ilgi alanına oturmuştur. Özellikle çocuklara yönelik cinsel istismar olgularında çocukların muayenelerine yönelik gerekli altyapının yeterli nitelikte sağlanamamış olması tepkilerin oluşmasına neden olmuştur.
Türkiye’deki yasal düzenlemeler sonucu Türk adli tıpı, Adalet Bakanlığı Adli Tıp Kurumuna odaklanmıştır. İş yükü artan Adli Tıp Kurumunda bazı hataların ortaya çıkması da önlenememiştir. Önemli eleştirilere maruz kalan Kurumla ilgili olarak Sayın Cumhurbaşkanımız tarafından “Denetleme” talimatı verilmiştir. Denetleme sonucu çok titiz ve geniş şekilde hazırlanmış raporda sorunlar ve çözüm önerileri ortaya konmuştur.
Denetleme raporunda belirtilen sorunların büyük çoğunluğu adli tıp camiası tarafından yıllarca dile getirilen sorunlardır. Mesela, Adli Tıp Kurumu Kanunu ile adliyelerde kurulan ve faaliyet gösteren “Adli Tıp Şube Müdürlükleri”. Adli tıp, tıbbın bir dalıdır. Bu nedenle tıbbın metodunu kullanır. Bu metodu kullanırken anamnez ve fizik muayenede hastadan elde edilen bilgi ve bulguların desteklenmesi ya da ayıklanması için laboratuvar tetkiklerinin yapılması ya da başka bir uzmanlık alanından görüş alınması (konsültasyon) bir zorunluluk haline gelebilir. Her uzmanlık dalı gibi adli tıp da kanıta dayalı tıp uygulamasını gerçekleştirmek zorundadır. Bu durumda adliyelerin belki de atıl bölgesinde bulunan ve hiçbir sağlık birimi özelliği bulunmayan bir mahalde (Adli Tıp Şube Müdürlüğü) “hasta”nın muayene edilmesi akılcı olmadığı gibi, yargılama faaliyetinin hızlı ve ekonomik olma ilkesine de aykırıdır.
En son bilgiye göre ülkemizde 280 adli tıp uzmanı bulunmaktadır. Bunların yaklaşık yüzde 70’i Adli Tıp Kurumu bünyesindedir. Üniversitelerde yer alan akademik ünvanlı kalan yüzde 30’luk kesim ise mevcut uygulamalar nedeni ile ne yazık ki çok aktif olarak ülkemiz adli hekimlik hizmetlerine katkı sağlayamamaktadırlar. Oysa ki üniversitelerde öğretim üyesi olarak görev yapan bu kişilerin teorik ve pratik bilgileri ülkemiz adli tıbbının en büyük gücüdür. Yasal mevzuatın olanak verdiği ikinci görevle istihdam edilme ise maalesef yanlış uygulamalarla keyfiyete dönüşmüştür. Oysa ki bu ülkenin kaynakları ile bu ülkenin insanlarının fedakârlıkları ile akademik kariyer yapmış insanların, ülkelerine bilimsel katkı sağlayarak görevini yapmaları hiçbir kimsenin keyfine bırakılmamalıdır.
Son söz olarak adli tıp, insan hakları bağlamında bir uğraşı alanıdır. adli tıbba verilen değer, insan haklarına gösterilen saygının en yalın ölçüsüdür.