Ağrı, hayatın her safhasında şu ya da bu şekilde yer almaktadır. Her insan hayatı boyunca, mutlaka ağrıya maruz kalmaktadır. Hayatı çekilmez hale getiren unsurlardan biri de, yine ağrıdır. Sağlıklı olabilmeyi, ağrısız bir ömür ile özdeşleştirenler de vardır. Paul Valery “ La santé, c’est le silence des organes” (Sağlık, organların dinginliği, sükunetidir) diyerek bu hususa parmak basmıştır. Organsal demokrasi, ahenk, balans, armoni ve denge bozulduğunda, ağrı, bir alarm sistemi olarak devreye girmektedir. Diğer bir deyişle ağrı, organsal demokrasideki ihtilalin ayak sesleridir.
Hipokrat’ın “Sedare Dolorem Opis Divinum Artem” (Ağrıyı dindirmek ilahi bir sanattır) sözü herkes tarafından bilinmektedir. Bu söz bir anlamda da tıbbın kutsal, pragmatik ve teknik yönünü ifade eder.
“Ağrı” kelimesine XI. yüzyılda, Kaşgarlı Mahmut’un Divan-i Lügat-i Türk adlı eserinde “ağrığ” ve ağrımak olarak yer alması sebebi ile, Türkçe bir kelime olduğu açıktır. Yine Türkçe olan “acı” kelimesi, daha çok soyut ve bedensel, ağrı ise, daha somut bedensel orjinli olarak kullanılır. Zaman zaman “ağrı” ile eş anlamlı olarak kullanılan “Dert” kelimesi, farsça kökenlidir. “Dolor” Latince ızdırap anlamına gelmektedir. Ancak çok yoğun keder karşılığı olarak da kullanılabilmektedir. Hazreti İsa için üzülen, endişe eden ve kederlenen Hazreti Meryem “Mater Dolorosa” (Acılı Anne) dır.
Fransızca “Peine”, İngilizce “Pain” ağrı anlamına, eski Yunanca “Poine” ve Latince “Poena” ceza anlamına kullanılmakta olup, “Penalty” ile ayni kökten gelmektedirler. İskenderiye prokonsülü Decius, Azize Apolonia ve Aziz Blaise’i Hristiyanlık’tan vazgeçirmek ve Hazreti İsa’yı inkar etmeleri için bir direğe bağlanmalarını ve dişlerinin sökülmesini emretmişti (M.S. 249). Bu örnekte, insanları cezalandırmak amacı ile ağrı ve acı vermenin bir araç olarak kullanıldığını görmekteyiz. Bazı teolojik kaynaklarda, ilk insan Adem ile Havva’nın ilk günahı işledikleri için cennetten kovulduklarına ve ağrı ve acı ile cezalandırıldıklarına inanılmaktadır. İncil’in Tekvin Suresi’nde ifade edildiğine göre, Adem ile Havva’nın dünyaya gönderilmesi esnasında, Allah, Havva’yı “Bundan böyle, acı içerisinde doğuracaksın” diyerek cezalandırmıştır. İngilizcede kullanılan “Ache” kelimesi, Grekçe ve Latince olmayan, bir Cermen sözcüğünden türediği sanılmaktadır.
İnsanı olgunlaştıran ve hayatının özünü teşkil ettiğine inanılan ağrı ve acı kavramları, mitolojide, teolojide, felsefede, tarihte, edebiyatta, müzikte, şiirde ve güzel sanatlarda sıkça kullanılmaktadır.
Afrodit, İda Dağı’nda (Kaz Dağı), haşhaşlar üzerinde yatarak uykuya dalar ve ağrılarını dindirirdi. İlk çağ sanatlarında ağrı ve acının geniş bir şekilde yer aldığı bilinmektedir. Nippur kaynaklı bir çivi yazılı tablette “Ağrılar bedenimi kapladı. Ey Tanrım, kurtar beni ızdıraptan” duası ile karşılaşmaktayız. Birçok motifte, yaralanmış Adonis, oklarla delik deşik olmuş Niobe ve Aziz Sebastian, ve yılanın ısırdığı Laocon figürleri yer almaktadır. Ortaçağ Hıristiyan sanatının ana temasını, Müslümanlar tarafından inanılmasa da, çarmıha gerilen Hazreti İsa’nın maruz kaldığı acı ve ağrılar oluşturmaktadır. İslam inancında ağrı ve acı çekme sembolü olarak Kerbela şehitleri kabul edilmekte, ve asırlar boyu, “En kolay katlanılan ağrı, başkalarının çektiği ağrıdır” özdeyişine inat, bu acıyı tatmak için, bir çok inanan tarafından her yıl törenler düzenlenmektedir. Birçok teolojik akımlarda ve mistisizmde olduğu gibi, Hint felsefesine göre de, ağrı, ızdırap ve acı çekmek insanı olgunlaştıran ve Nirvana’ya ulaştıran unsurlardan biridir. Ağrılarını, acılarını, sızılarını ve elemlerini, rubaileri ile sarıp sarmalayan bu satırların yazarı, “acıyı bal eylemek”in en büyük sanat ve hayatın özü olduğunu beyan eden Mustafa İsen, aşk ağrısından ve acısından şikayetçi olmadığını ve haz aldığını ifade eden Fuzuli, ağrılarının sevgilisinin gözlerinde dindiğini itiraf eden Abidin Dino, esas ağrının sebebinin bizzat hekimin kendisi ve hastanelerin olduğunu mısralarında kendine has bir yöntemle iddia eden Neyzen Tevfik, yaşamayı ölecek kadar sevebilmek için ağrılarına katlanmayı bir erdem gören Can Yücel ve musikimizdeki sayısız eserler, edebiyat ve sanat alanındaki örneklerdir. Fatih Sultan Mehmet’in ve Kristof Kolomb’un gut ağrıları, Roterdamlı Erasmus’un böbrek taşı ağrısı, Bethoven’ın karaciğer bölgesindeki ağrısı (belki safra koliği), ve “Beni öldürmeyen ağrı ve acı, ancak güçlendirir” diyen ve çektiği ağrıları “köpek” olarak adlandıran Nietzsche’nin yılbaşı ağrıları kayıtlarda ağdalı olarak ifade edilmektedirler.