Bütün okuyucularımın malumu olduğu üzere, Medimagazin Gazetemizin Nörofilozofi köşesinde 2008 yılından beri periyodik olarak sizlerle paylaştığım makalelerimi daha önce “Rabbim Beni Doktorlardan Koru!” (Hayy Kitap, İstanbul 2013) ve “Ah Bu Doktorlar!” (Yalın Yayıncılık, İstanbul 2015) isimleri ile iki ayrı kitap olarak yayınlamış ve siz karilerimin beğenisine sunmuştum. Her ne kadar bu iki kitapta, hekim meslektaşlarımız ironik olarak eleştiriliyor gibi gözükse de, aslında tıp eğitimi, hekim ve hekimliğin, gerek hasta ve hasta sahipleri, toplum ve yöneticilerce kanun, tüzük ve yönetmelikler de dayanak alınıp kullanılarak, maruz kaldığı asla kabul edilemeyecek yürekler acısı, vahim talihini konu olarak ele almıştım.
Bütün bunlardan sonra, ihtiras ve aşk derecesinde bağlandığım ve sevdiğim mesleğim olan beyin, omurilik ve sinir cerrahisi sahası dışında yayınladığım sekiz kitabın içinde yer alan bu söz konusu iki eleştirel eser, ister istemez, gerek zıddı ve gerekse tamamlayıcısı olarak kabul edin, insicam ve tesanüt itibarıyla “AH BU HASTALAR!” başlıklı bir makale yazmamı vacip kılmıştır.
Aslında, istisnalar bir yana, “hastalarımızın bizlere Allah’ın bir emaneti olduğu” bilinç ve mesuliyetine vakıf meslektaşlarımızın, hiçbir art niyet olmadan, mesai, yer, zaman ve imkân kavramlarını dikkate almadan canla başla çalıştıkları, hayatları pahasına ve hatta canlarını bile feda ettikleri gerçeğini kabul etmek istemeyen, içlerindeki kin ve düşmanlık duygularını besleyen ve barındıran güruhu saymazsak, toplum genelde hekim ve hekimliğe saygılı bakmaktadır.
İhtiyacı olan ilaçları repete ve reçete ettirmek isteyen hasta ve yakınlarından tutun da, gecenin bilmem hangi vaktinde telefonla şikâyetlerini anlatıp ilaç isteyenlere, tepeden tırnağa “check-up” (her ne demekse) ısrarcılarıyla, internet ve Google bilgisi ile hekimlik taslayanlara, araya özellikle siyasi veya idari zevatı sokarak ya da onların isimlerini kullanarak yarı tehdit yarı rica ile işlerini yaptırmaya çalışanlara, dost ve arkadaş ayaklarına yatanlara, herkesi aptal, kendini akıllı ve zeki sananlara, acil departmanını işi bitince veya boş zamanında, yıllardır var olan eften püften şikâyet ve sebeplerle müracaat edilebilecek bir yer zannedenlere, kendisine yakıştırdığı teşhis ve tedaviyi doktoruna kabul ve empoze ettirmeye çalışanlara ve daha nicelerine, “Bu toplum hâlâ hastasını tedavi edecek doktor, ameliyat edecek cerrah bulabiliyorsa, hekim milletinde de bir sıkıntı var demektir!” manifestomu da zikrederek, burada yer vermek istemiyorum.
Lâkin “Haksız ve edepsizin sesi çok çıkar” ve “Şüyuu vukuundan beterdir” prensipleri doğrultusunda, maalesef genellikle meslektaşlarımıza hiç de hak etmedikleri hâlde, isnat edilen hakikatle alakası olmayan, üzücü ve düşündürücü bazı sözleri, affınıza sığınarak, ironik amaçlı olarak paylaşmak istiyorum.
“Her hastayı kaz, hasta sahibini düşman gör. Hasta yatağında tedavi(!) edilir. Hiçbir hasta için üzülmeye ve programını değiştirmeye değmez. Hastaya göre, hastalığının sebebi doktorlardır. Kolay ulaşılan doktor iyi doktor değildir. Çok ilaç yazmayan doktor teşhis koyamamıştır. Hastaya ne kadar eziyet edersen o kadar iyidir. Para almayan doktorun ilacını kullanma. Çok para alan doktor çok iyi doktordur. Hiçbir hastalık hafife alınmamalı, mübalağa gerek. Randevuyu çok geç ver, değerin artsın. Pahalı ilaç, bu insanlara müstahak vs.”
Kavrulan sahrayı, NEFES’ten güftesi bana ait Hicrânî bir şarkı-rubâimizle serinletelim! (NEFES, İsmail Hakki AYDIN, Eser Matbaası, 2010). Beste: Mustafa Fatih SALGAR, Makam: Hicaz
SULTANIM BİLİR
Kimse bilmez hasretim, kalbim, efganım bilir.
Ben bilmem, Sen bilmezsin, sadece canım bilir.
Kendimden de sakladım, Hak bilir, bu Sevda’yı,
Feryadım bilmez amma, sırrı Sultanım bilir.