Evet… Bu yazımın başlığı, bazı kişilerin amansızca, dayanılmaz bir arzu ile adlarının başına ilave etmek istedikleri ve bu şekilde itibar kazanacakları zannı ile hak edemedikleri akademik payeleri, bir şekilde legal/ahlaki olmayan yollarla edinme gayretlerini vurgulamak için “Ah bu Unvanlar!” olarak belirlenmiştir.
Yine bu başlığı kullanmamın bir diğer sebebi, bu köşede yayımlanan son birkaç makalemde de ifade ettiğim gibi, son otuz yıldan beri tedrici olarak, hemen hemen her alanda görüldüğü üzere eğitim, öğretim, diploma ve unvan kazanımı konularında da, kendi hisselerine düşen spesifik bir dejenerasyonun nasıl da iliklerimize kadar işlediğini bir kez daha gözler önüne sermektir.
Yüksekokullaşan, hatta liseleşen üniversiteleri ve ilkokullaşan liseleri, bir zamanların hızlandırılmış diploma elde edinimlerine nispet, amansız bir yarışın tarafları olarak görmek, maalesef çoğunlukla, ilmi hassasiyetleri sebebi ile asla taviz kabul etmemeleri gereken bazı kişi, kurum ve kuruluşların desensitize olmuş şuurlarında dahi, normal olarak karşılanmaktadır.
Bilmem hangi ülkenin, bilmem hangi ne idüğü belirsiz okullarından(!) ve yüksek mektep-üniversitelerinden(!), devam edilerek ya da edilmeyerek, ücretli-ücretsiz, şu veya bu şekilde bir yolu bulunarak elde edilen, ön lisans, lisans, yüksek lisans ve doktora diplomalarının cirit attığı günümüzde, birkaçı hariç, aynı prosedürler kullanılarak kazanılmış(!), çakma doçent(!) ve uyduruk profesörlerin(!), toplumun dikkatinden kaçtığı da maalesef aşikârdır.
Bir zamanların, hak ettiği profesörlük unvanının haberini, cumhurbaşkanlarının tebrik telgraflarından öğrenen ve binbir zorlukla uzun yıllar akademik çalışmalarının onurlu bir semeresi olarak, bu haklı gururu yaşayan bilim adamlarının yanında, bir yolunu bularak, isimlerinin başına ilave ettikleri bu unvanlarla(!), şeref ve haysiyet kazandıklarını zanneden zavallıların, başlarını döndüren bu akademik titrlerini(!) legalize etmek için çeşitli oyunlara tevessül etmeleri, bilim dünyamızdaki hal-i pür melalimizi ortaya koymaktadır.
Nerede ise muhteris kişilerce marketlerden satın alınır duruma getirilmeye çalışılan ve “Makale Pazarı” ismi ile bu Nörofilozofi köşemde sizlerle paylaştığım bilimsel yayın gerçeğinden sonra, “Unvan Pazarı” adı ile bir makale daha yazmak istemiyorum.
Ancak, akademik unvanların her istenilen yerde değil, sadece ve sadece akademik ortamlarda çalışılıp tecrübe kazanılarak ve her kademesinde yıllarca gayret sarf edilerek ciddi imtihanlardan sonra hak edinilebileceğini ifade etmeyi de, bu ülkenin bilimsel istikbaline ışık tutması hususunda sorumluluk duygusu içerisindeki bir bilim adamı olarak görev addederim.
Ayrıca, yeri gelmişken ifade etmeliyim ki, isimlerinin başındaki haklı ya da haksız olarak elde edinilen unvanlara, şeref, haysiyet, onur ve şahsiyet açısından ihtirasla sığınanların, kendilerinde ve öz benliklerinde bu hasletler olmadıktan sonra, bütün gayretleri beyhudedir.
Bir de, her hastalığı tedavi(!) ettiğini iddia eden bazı doktorlar bir yana, tıp alanında profesör olmadıkları halde, unvanlarının arkasına sığınıp kendilerini hekim gibi lanse ederek, ortalıkta dolanıp sağlıkla ilgili ahkam kesen, hastalara destek-köstek olduklarını iddia eden medya soytarıları ve şarlatanları yok mu! Amaaan, boş ver zavallıları. Aşağılık kompleksi işte.
Biz yine, HİCRAN ( Öteki Adam Yayınları, Barış Matbaası, Sayfa; 188, 2013. İstanbul)’dan bir rubâi paylaşalım.
NEFES!
”Nefes”le nefeslendim, nefeslerindir, Nefes.
Nefesinden nefesler, nefeslerimdir, Nefes.
Nefesim nefesinden nefessizdir “Nefes”im,
Nefeslerde nefessin, ne nefessin, ne Nefes!