Türk Dil Kurumu ahlakın tanımını şu şekilde yapmaktadır: “Bir toplum içinde kişilerin uymak zorunda oldukları davranış biçimleri ve kuralları”. Bu tanıma örnek cümle olarak Çetin Altan’ın şu sözü verilmiş: “Ahlak düzelmeden hiçbir şey düzelmez.” Bir başka tanımı ise şöyle yapıyor Türk Dil Kurumu: “İyi nitelikler, güzel huylar”. Örnek cümle olarak ise Memduh Şevket Esendal’dan bir alıntı yapılmış: “Bu şoförler hepinizin ahlakını bozdu.” İki tanımı birleştirince ahlakı şu şekilde betimliyorum: İyi nitelikli davranış kurallarına toplum içinde yaşayanların uyması.
Ahlak kavramlarından biri olan “sorumluluk ahlakı”, toplumdaki sorunlarla ilgilenme ve bu sorunlar için çözüm yolları bulma uğraşı gerektirir. Burada, bireylerin salt kendi mutlulukları peşinde koşmaları ahlak dışıdır. “Mutluluk ahlakı” denen kavramda, mutluluk merkezli, egoist ahlak söz konusudur. Bu anlayışta önce ve hep “ben” mutlu olayım düşüncesi hakimdir. Ralph Waldo Emerson bu konuda şunu söylemiştir: “Evrensel amaçlar doğrultusunda olan bir irade ahlakîdir. Özel bir amaç için eylemde bulunma ahlak dışıdır”. Buradaki ince nokta çok önemlidir. İnsan, herhangi bir eylemi kendisine bir kazanç getirsin diye yapıyorsa, bu girişim evrensel ahlakın uzağındadır. Böyle bir eylemde kişi para, şöhret, güç kazanabilir ancak insanlıktan uzaklaşır. Aynı eylem içinde olan bir diğer kişi, bu eylemi evrensel iyilik kuralları doğrultusunda yapıyorsa, ortaya ahlakî bir iş çıkar. Bu iş sonucunda kişi yine para kazanabilir, başkaları tarafından tanınabilir, saygı duyulan bir insan haline gelebilir. Ancak bunlar sadece yan ürünlerdir. Aristo, “İyi iki anlama gelir: Birisi mutlak iyidir, diğeri ise birisi için iyi olandır” derken ortadaki ikilemi net ve çok özlü bir şekilde açıklamıştır.
Evrensel iyilik kurallarının zaman, mekan ve toplumlara göre değişebileceği söylenir ancak burada önemli olan Immanuel Kant’ın da belirttiği gibi “aklın ne istediği” konusunun anlaşılmasıdır. İnsanlar mutluluk kavramının içini tamamen “haz” ile doldurmuş olsalar bile, aklın sesine kulak verdiklerinde “iyiliğin” ne olduğunu anlamakta gecikmezler. Ama “haz” ile mutluluk arayanlar, hayvansal eğilimlerini aklın üzerinde tutacaklardır. Ancak öte yandan aklın isteği, onları sürekli sıkıştıracaktır. Zorluk tam bu noktadadır. Haz ile mutluluk arayanlar bencil düşüncelerini bile bile devam ettirecekler midir, yoksa aklın isteğini mi kabul edeceklerdir? Yine Immanuel Kant’ın şu sözü insanların seçim yapmalarında yararlı olabilir: “Sadece tek bir kategorik zorunluluk vardır ve o da şudur: Yalnızca evrensel bir yasa olmasını isteyebileceğiniz bir kurala göre hareket edin”. Bu yetmiyorsa Goethe’nin şu sözüne uzanmak gerekir: “Tüm erdemlerin temel özelliği, yükselme yolunda sürekli bir çaba, bizzat kendinle cenkleşmedir; daha büyük ve derin bir saflığa, bilgeliğe, iyilik ve sevgiye yönelik doymak bilmez bir istektir”.
Her insan çocukluğunda ve gençlik dönemlerinde haz peşinde koşabilir. Hazzı yaşamak için yasa dışı davranışlarda bile bulunabilir. Sokrates,”Hiç kimse bile bile kötülük işlemez, kötülük bilginin eksikliğinden ileri gelir” der. O halde insan öncelikle kendini affetmeli, sonra eğitmelidir. Kişi ahlak kavramını irdelemeli, kendisinin bu kavrama yakınlığını araştırmalıdır. Bunu yapabilmesi için kişinin kendini bilmesi gereklidir ancak “kendini bilmek” kolay değildir. İnsanlar kendilerini bildiklerini ve iyi insan olduklarını sanabilirler. Yunus Emre’nin çok bilinen “İlim ilim bilmektir, ilim kendin bilmektir, sen kendini bilmezsin, ya nice okumaktır” deyişini acaba kaç kişi derinlemesine düşünmüş ve doğru olarak anlamıştır?
Toplum içinde evrensel iyilik ilkelerinden uzaklaşmış bir ahlak yapısı yer edinmiş ise, bu söylenenlerin anlaşılması neredeyse olanaksızlaşmaktadır. Platon yetkin insan yerine, yetkin toplumu tanımlama gayreti içinde olmuştur. Ona göre toplumsal mutluluğa erişmenin yolu, ideal bir devlet düzeni ile sağlanabilir; iyi bir devlet düzeninin sağlanabilmesinin en önemli unsurlarından biri de felsefedir. Bugün Dünya felsefeden uzaklaşmıştır ve bu yüzden yetkin değildir. Ahlakî Devlet düzeni oluşturulamadığından insanlarımız bilgisiz kalmış, bilgisizlik de ahlaktan uzaklaşmayı doğurmuştur. Bu kısır döngüyü kırabilmek için toplum olarak bilgiye, ahlak felsefesine gereksinimimiz vardır.
Öncelikle, evrensel iyiliği isteyenler bir araya gelmeli, toplumdaki çöküşü durdurmak üzere önlem almalıdırlar. Büyük gayret ve özverilerle topluma iyiliğin, iyiliğe dönmenin, sevmenin ve sevgiye yönelmenin ne olduğu öğretilmelidir. Bu söylenenler yapılmadığı taktirde felaket kaçınılmazdır. Oscar Wilde’ın şu deyişini anlamaya çalışıyorum: “Hepimiz çamur içindeyiz, ama içimizden bazıları güneşe bakıyor”. Umuda mı bakıyoruz? Düş mü kuruyoruz? Kendimizi mi kandırıyoruz?..