Mart 2024 yerel seçimleri dolayısıyla Ak Parti’nin başarısızlığı liyakatsizliğe indirgeniyor. Bu kolaycı çözümlemeye katılmıyorum. Kanımca başarısızlığın sebebi liyakatsizlikten değil, ahlaksız liyakatlilikten kaynaklanıyor.
Liyakat konusu, siyaset bilimi çerçevesinde, genel olarak liberal hukuk devletiyle, özel olarak Weber’in tasnif ettiği otorite tipleriyle ilgilidir. Popüleritesi itibariyle tartışmanın güncel zemini bu olmalıdır diye düşünüyorum.
Weber’e göre modern toplum rasyonel toplumdur. Rasyonel toplumdaki yönetim işleri ussal (rasyonel) yasalara göre deruhte edilir. Modern toplumun dikotomik karşıtı geleneksel toplum ise irrasyonel (tradisyonel) toplumdur. Yönetim işleri babanın özel hayatının bir parçasıdır. Özel alan – kamusal alan ayrılmamıştır. Yönetme / egemenlik işi partiromonyal babanın şahsi mülkü gibidir. Yönetilenler ise çoluk çocuktur. Çoluk çocuk ve aileye ait ekonomik varlıklar babanın haremini oluşturur. Baba, haremi üzerindeki tasarrufu için Tanrı dahil kimseye hesap vermek zorunda değildir. Babanın haremi üzerindeki egemenliği mutlaktır. Aile kabile boyutuna genişleyince ataerkillik patrimonyalizme, devlet aşamasına geçince ise sultanizme dönüşür. Ama yönetme ve egemenlik işleri özü itibariyle değişmez, aynı kalır.
Kabilede (patrimonyalizmde) iktidar şeyhin / ağanın / senyörün şahsıyla özdeştir. Yöneticilik beratı şeyhin çocuklarına veya onun işaret ettiği halifeye mirastır. Öte yandan patrimonyalizmde yöneticinin kolluk kuvveti yoktur. Bütün gücünü saygınlığından alır. Patrimonyal reis oldukça ılımlıdır. Hatta Yves Lacoste gibi Haldun yorumcularına göre nispeten demokrattır. Kabileden devlete geçilince veya kabile devleti ele geçirince bu ılımlılık ortadan kalkar. Haldun bu aşamayı istibdat olarak adlandırır. Patrimonyal reis artık sultandır. Artık sultanın kolluk kuvvetleri, vergi salma, askere alma ve seferberlik ilan etme yetkisi vardır. Liyakatin sorunsallaşma bağlamı bu radde ile ilgilidir.
Patrimonyal reis, kabiledeki aile reislerinden biridir. Farkı eşitler arasında birinci olmasıdır. Patrimonyal reisin asabiye duygusuna ve dava ruhuna sahiptir. Yanındaki beyler de öyle. Patrimonyal sultan olunca yanındaki dava arkadaşı ağaları, asabiye reislerini tasfiye eder, onların yerine soysuz devşirmeleri / mevalileri koyar. Bu soysuz takımının Osmanlı’daki adı kapıkuludur. Kapıkullarının bariz vasfı sultana olan sadakatleridir. Kölenin efendisine duyduğu türden bir sakadakat. İdarecilik işini amme menfaati adına değil, sultan adına yerine getirirler. Kapıkulu taifesinin yukarıdan aşağıya tümü işgal ettikleri mevkiler için millete değil, kendini oraya atayana minnet duyar. Kapıkulu iyiye de kötüye de kullanılabilir. Yasal ussal otoritede ise kanun adamlığı, göreve bağlılık, amme menfaati gibi güdüler esastır. Görevine ve ülkesine bağlılık, milleti veli nimet görmek modern yöneticinin ayırıcı vasfıdır. Liyakat, bu ilişki ve işleyişinin adıdır. Patrimonyal otoritede kapıkulları, başlarında Yavuz Selim gibi sultan varsa Hz.Süleyman’ın ifritleri gibi işe asılırlar. Konu ne liyakat ne de ahlak meselesidir. Onları tahrik eden şey efendilerine duydukları sadakat veya efendilerinden duydukları korkudur. Soysuz olanda ahlak aramak abesle iştigaldir. Kant’a göre ahlaklı olanın ayırt edici vasfı özgürlüktür. Kapıkulu özgür değildir ki ahlaklı olsun.
Sokrates’tan itibaren, bazı romantikler liyakatli olmakla liyakatın gereğini yapmayı özdeş görürler. Bunlar hayata Şirinler gözlüğünden bakan ütopyacılardır. Bunların iki açmazı vardır. Birincisi bilen kişinin bildiğinin gereğini yapacağı temelsiz bir varsayımdır. Eğer Sokrates haklı olsaydı Foucault meşhur olmazdı. Foucault’a göre bilim efendilere yaranmak için organik aydınların kullandığı retoriktir. Foucault’un modern bilime yaptığını, öncesinde dervişler ve mutasavvıflar ehl-i medreseye yapmıştır. Gazali ve Mevlana’nın ilme ve ilme ait ne varsa her şeyi elinin tersiyle itmeleri Foucault’un dile getirdiği hakikat yüzünden olmalıdır. İkincisi ise bir şeyi bilmekle onu yapabilmenin aynı şey olduğuna yönelik yanlış inançtır. Siyaseti bilmek ayrı, siyaset yapmak ayrıdır. Bilmekle yapmanın gereklilikleri ve nitelikleri farklıdır. Bilim akılla, hilmle ve eleştirellikle yapılır. Siyaset ise zeka ve güçle yapılır. Nitekim Sait Halim Paşa iyi bir ilim adamından iyi bir siyasetçi, iyi bir siyasetçiden ise iyi bir ilim adamı olmayacağını beyan etmiştir. Ayırdını yapmak için reel siyaset teorilerini, Makyavel, Haldun ve Schmitt gibi kimselere kulak vermek gerekir.
Sonuçta, işlerin sultanca / patrimonyalce döndüğü toplumlarda anahtar kavram liyakat değil, sadakattir. Soysuz kapıkulları liyakatli olabilirler, ama onların esas karakteri kendilerine her denileni yapmaktır. Sorun şu ki, kapıkulu sistemini bugün tam olarak uygulamak zordur. Ama siyasal kültürümüzde varlığını canlı kanlı bir şekilde devam ettirmektedir. Binaenaleyh, bugünkü şartlarda bizim gibi yarı geleneksel yarı modern toplumlarda bir işe atanmada, göreve yükselmede tercih edilen ilk tip ahlaklı liyakatsiz insandır. Bu liyakatsiz tipler işi anlayana kadar yukarıdan gelen bütün emirleri sadakatle yerine getirirler. Hamiyetin canlı olduğu zamanlarda yukarıdan gelen emirler genelde iyidir ve kapıkulları da iyi şeyler yapar. Ama sonradan hamiyet aşınır ve telefondan gelen emiler kötü olur. Kötü işlere alet edildiklerini anlayan ahlaklı liyakatsizlerin önüne iki yol çıkar. Birincisi kahredip kenara çekilerek iffet ve izzetlerini kurtarırlar. Ya da işi bilen ahlaksız liyakatliler arasına dahil olurlar. Ahlaklı liyakatsizlerin sayısı, kullana kullana azalır, hatta zamanla yok olurlar. Memlekette kullanacak adam kalmaz. Buna siyaset eşrafı memlekette adam kalmadı diye tepki gösterirler. Sonuçta işler olağan seyrine dönmüş, bütün mevkiler ahlaksız liyakatlilere kalmıştır. Bu ahlaksız liyakatliler yaptığı işlerin hasılatının yarısını kendi hesabına yarısını beytülmale yazarlar. Artık racon budur. Yalnız! bu ahlaksızlar, ahlakı bir retorik olarak kullanmakta ehildirler. Hatta dünyada bunlardan daha ahlaklı kimse yoktur! Maalesef! Siyasette retorik yapmayı bilmek liyakatli olmanın bir parçasıdır. Yönetim sorununu liyakat değişkenine indirgeyenlerin anlamadığı şey budur.
Atanan, görevlendirilen ve vitrine edilen yöneticilerin liyakatsiz oldukları doğru değildir. Bunların temel vasfı ahlaksız liyakatli olmalarıdır. Dahası, bu ahlaksız adamların bilmeden atandığı da doğru değildir. Atama mevkiinde olanlar bunları atamaya mecburdur. Çünkü artık atanabilecek ahlaklı liyakatsizlerin bir kısmı zaten kullanılmış, bir kısmı da durumu anladığı için kendini kullandırmaktan geri durmaktadır. Neden liyakatli insan atamıyorlar diyenler reel siyasetten anlamıyorlar. Patrimonyallikle mülevves siyasal kültürde, bu kültürün yaygın olduğu bir yapıda sadık adam atamak zorundasınız. Liberaller / burjuvalar, bu sorunu Batı da hukuk devletiyle, liberal ideolojiyle görece çözmüşler. Düzeni siyasetten ayıklayarak, bütünüyle teknokrasiye bindirerek yapmışlar. İşte Weber’in yasal ussallıkla yad ettiği yönetim biçimi, devlet örgütlenmesi buna karşılık geliyor. Yine siyaset alanını bilmeyen ütopyacılar “tamam, biz de hukuk devletine geçelim” diyebilir. Gel gör ki; siyaset alanı akılsız ve iradesiz hücreler veya cansız varlıklar gibi değildir, irade ve belli kültüre sahip evrenden oluşmaktadır. Onun için bilmeden siyaset ve idareciliğe atılan kişiler kullanıldıklarını anladıklarında çok geç olabilir. Belki siyaset ve idareciliği öğrenirler ama izzet ve iffetlerini kaybederek ahlaksız liyakatlılar arasına dahil olurlar.
Batı’da hukuk devletini burjuvanın ihtiyaçları, onların pragmatik dünyaları ve onların rasyonel zihniyeti var etmiştir. Burjuva ile ilgili Çağlar Keyder’in Devlet ve Sınıflar adlı kitabı ağır, S.F.Ülgener’in kitaplarının dili anlaşılmaz gelirse Ayşe Buğra’nın Devlet ve İşadamları adlı klasik kitabı okunabilir. Daha kısa kaynak isterseniz yakın tarihte kaleme aldığım Siyasal Tutumlar ve Yerli Otomobil Tercihi adlı kitabımın beş on sayfalık teorik kısmı size yetebilir.
1 yorum
İsak Hocamı Tebrik ediyorum Çok güzel bir tanımlama olmuş: “Ahlaklı liyakatsizler. “ Evet liyakatsiz fakat ahlaklı görünenler tarih boyunca efendilerinin emirlerini sadakatle yapmışlardır. Ahlak onlar için yapmak, yapabilmek değil, sadece çok düzgün retorik meselesidir. Bu başarılırsa mesafe alınmış demektir. Sonuşta ya zamanı gelip işi bitirilince eşya gibi kenara itilmiş veya işi iyi bilen ahlaklı liyakatsizlerin kervanına katılmış olurlar. Sonuç devlet ve millet için hüsrandır. Mükemmel bir analiz, teşekkürler İsak Hoca, kaleminize sağlık. Kazım Yıldırım, Iğdır Üniversitesi