(tababet san’atının icrası ile geçen 33 yıl / anı 6)
1994 yılı Aralık ayının 29’u cuma günü Van’da hava gerçekten çok değişkendi. Sabah kar yağışı varken öğleye doğru hava açmış, günlük güneşlik olmuştu. İkindiye doğru hava tekrar kapanmış ve lapa lapa kar yağmaya başlamıştı.
O sırada hastanede ortopedi ile birlikte bir omurga kırığı vakası almış, göğüs boşluğunu açmış ve onlarla vakaya devam ediyordum.
Ameliyat devam ederken Ankara-Van seferini yapan öğleden sonraki THY yolcu uçağının Van’ın 10 km yakınlarında Edremit ilçesi civarında düştüğü haberi geldi.
Uçak kazasında 7’si mürettebat toplam 76 yolcudan 55’i olay yerinde, 2’si de sonradan kaldırıldıkları hastanelerde hayatlarını kaybetmişti. Sağ olarak kurtulan 19 yolcudan 3’ünü de ben takip etmiştim.*
O kurtulanlardan bir anne ve iki yavrusu var ki, anmadan geçemeyeceğim. Uçak, Van Gölü kıyısındaki havaalanını ilk iki inme denemesinde pas geçmiş, üçüncü denemede ise iyice alçaldığı için Edremit ilçesinin yüksekçe bir tepesine nerdeyse gövdesiyle yere paralel çarptığı ve zemin de karla kaplı olduğu için kayıp sürüklenmiş, parçalara ayrılmış fakat patlama olmamıştı. Kurtulanların hemen büyük çoğunluğu arka taraftakiler olmuştu. İşte kurtulanlardan biri olan o anne, o dehşet can pazarında hem de hava kararmışken iki yavrusunu da nasılsa arayıp bulmuş. Bir subayın eşi olan o kadın, başörtülü olduğu için kaza yerine asker ve yakınları olan yaralıları almak üzere gelen askeri hastane yetkililerine kendini tanıtmamış, bizim hastaneye yani üniversite hastanesine getirilmişti. Zira o yıllarda 28 Şubat Postmodern Darbe Süreci bütün şiddetiyle sürüyordu ve eşi başörtülü olan personel, YAŞ kararları ile TSK’dan uzaklaştırılıyor, kapı önüne konuluyordu. Kendisinin ve çocuklarının canının kaygısına düştüğü ve bir şok yaşadığı anda bile o anne, ziyaretine geldiği ve Van kırsalında operasyonda olan eşinin başına bir şey gelmemesi için kendisini tanıtmayıp tedbirli davranmak zorunda kalmıştı. Şükürler olsun ki, anne ve iki evladı birkaç gün müşahade altında tutulduktan sonra taburcu edilmişti.
Van uçak kazası sonrası takip ettiğim yaralılardan biri de, yedek subay olarak acemilik eğitiminden sonra askerliğinin geri kalanını yapmak üzere Van’a gelen ve uçak kazasında kurtulanlardan biri idi. Çoklu kaburga kırığı ve bir taraf göğüs boşluğunda akciğer sönmesi ve kanaması olduğu için kapalı göğüs drenajı uygulamıştım.
Hastayı kazadan sonra görmek için annesi ve ağabeyi de gelmişti.
Kısa bir süre sonra hastanın durumu düzelip drenini de alınca taburcu etmeye karar vermiştim.
Hastaneden çıkıp aynı yerleşke içindeki Tıp Fakültesi Dekanlık binasına doğru giderken arkamdan bir ses işittim: “Doktor Bey, bir dakika”.
Dönüp baktığımda bu kişinin hastanın ağabeyi olduğunu gördüm ve “buyrun” dedim.
“Doktor Bey, hastamız bugün taburcu olacakmış. Her şey için teşekkürler fakat sizden bir ricam olacak. Duymuşsunuzdur belki, kazada ölen ve yaralanan kazazedelere sigorta şirketi yaralanmanın ağırlığına ve ciddiyetine göre ödeme yapacakmış. Taburcu ederken hastane çıkış özeti ve rapora, yaralanmanın şiddeti ve boyutlarını daha ağır ve fazla gösterirseniz kardeşimin alacağı tazminat artar, lütfen bu hususta bize yardımcı olur musunuz?” dedi.
Şaşakaldım ve biraz da kızgın bir şekilde “Siz ne söylediğinizin, ağzınızdan ne çıktığının farkında mısınız? Onlarca kişinin öldüğü ve az sayıda kişinin kurtulduğu, kurtulmanın da nerdeyse mucize kabilinden olduğu bir kazada, siz kardeşiniz kurtulduğu için şükretmeniz ve fakir fukaraya hayır hasenat yapmanız gerekirken, bir de kalkıp dünyalık menfaat derdine düşüyor ve üstelik bu günaha bir de beni alet etmek istiyorsunuz. Bunu ne siz söylemiş olun, ne de ben duymuş olayım” dedim.
O kişiyi orada öylece bırakıp yoluma devam ettim.
KAYNAKLAR
*Bu kaza, bilahare Genel Cerrahi Anabilim Dalı’ndaki bir öğretim üyesi arkadaşımın önerisi üzerine bilimsel yayın haline getirilmiştir. Uçak kazası konusunda Türkiye’deki ilk ve birkaç yayından biridir. [Yalçınkaya İ, Dilek ON, Tosun N, Akpınar F, İslam C. Van uçak kazası. Ulusal Travma Dergisi4:185-187, 1998.
Tam Metin: https://www.journalagent.com/travma/pdfs/UTD_4_3_185_187.pdf]
11 yorum
1994 yılı Aralık ayının 29’u cuma günü meydana gelen kazayı 28 şubat 1997 post modern darbeye bağlayan ve 1994 de 28 Şubat Postmodern Darbe Süreci bütün şiddetiyle sürüyordu diyerek kendince başörtüsü üzerinden siyaset yapan doktor akademisyen ayıp ayıp, 28 şubatı ve yapılanları kimse inkar edemez 28 şubatta başörtüsü ve dini inançlara yapılanları da kimse inkar edemez, yapana yaptırana lanetler olsun fakat nedir bu baş örtüsü üzerinden kendini reklam etme aşkı, nasıl bir duygudur bu. Anlattığınız olay doğrudur bir şey diyemem hastane, tedavi, süreç vb şeyler doğrudur ama araya sıkıştırdığınız baş örtüsü olayı sizi eminim ki cenabı Allah katında dinden çıkaracaktır ve cehennemlik olacaksınız bunu bütün kalbimle istiyorum çünkü bu yüce dine en fazla zararı sizin gibiler veriyor. Rabbim bu Yüce Türk Milletine dini kullanmayan akademisyenler nasip etsin. (amin)
Sövgü, hakaret, iftira olmadıkça; bir kısmına veya tamamına katılmasak da farklı bakış açılarına sahip fikirlerin ifade serbestisi olmalıdır. Nitekim okuyucu yorumlarının yayınlanması yazarların onayına bırakıldığı için ben de sizin son mesleki hatıram ilgili yorumunuzun yayınlanmasına onay verdim. Müsaadenizle ben de cevap hakkımı kullanmak isterim. Öncelikle bu yazı bir mesleki hatıra olup olay tamamıyla doğrudur. Elbette benim bakış açımla ve ifadelerimle kaleme alınmıştır, bu da gayet normaldir zira hadisenin şahidi ve yazının yazarı şahsımdır. 28 Şubat askeri darbesi ve uçak kazasının tarihindeki farklılığa takılmışsınız. Keşke başka yönlerine takılsa idiniz. Mesela ahlakın bütün davranışlarımızı kapsaması, bütüncül olması gerektiği gibi. Dervişin fikri neyse zikri odur der bir deyimimiz. Bu ülkedeki darbeler bir tarihle anılsa da evveli (hazırlanışı, gelişimi) ve ahiri (sonuçları) vardır. Sadece 28 Şubat değil, bütün darbeler uzun bir süreçte olgunlaşır, oluşur, olur ve bazı kesimlerin veya bütün toplumun üstünden bir silindir gibi geçer, ezer, mahveder. Bütün darbeler insani ve ahlaki olmaktan uzaktır, kötüdür. Büyük ölçüde geride kaldığı için 28 Şubat darbesinin kötü olduğunu teyid etmeniz ve lanet olsun demeniz ne kadar güzel, bu konuda hemfikiriz. Fakat doktor akademisyenlerin bir inanca mensup olmamaları, olsalar bile aşikar edilmemesi, düşünce ve davranışa yansıtmaması, toplumdaki sorunlara duyarsız kalması, siyaset dışı olması konusunda hemfikir değiliz, ille olmamız da gerekmiyor elbette. “Ayıp, kendini reklam etme aşkı, Allah katında dinden çıkarma ve cehennemlik olma (bir de bütün kalbinizle istemişsiniz!), dini kullanma, dine zarar verme” gibi ifadeleriniz aşırı (fahiş, ifrat) ve subjektif (kişisel, öznel) ifadelerdir. Maalesef size de yakışmamış, yakıştıramadım da. Bu nitelemeleri taaccüple ve dehşetle karşıladığımı bilmenizi isterim. Ben sizin bedduanızın aksine sizin için dua ediyor, dosdoğru bir inanç(iman) ve salih(güzel, iyi, hayırlı, faydalı) amel(davranış) sahibi bir mümin, müslüman olarak cennetlik olmanızı bütün kalbimle istiyorum
Bende size cevap yazayım o vakit sayın hocam, evet yazınızı okuyunca kızgınlıkla ettiğim beddua ağır oldu, haklısınız ve geri alıyorum, Allah işinize göre kalbinize göre işinizi rast getirsin. O yıllarda (1994-2000) bende Van’ daydım ve başörtüsü ile ilgili hiç bir sıkıntı yoktu. Sonraki yıllarda ise fazlasıyla dediğiniz durumlar yaşandı, hatta bununla ilgili bende size bir anımı yazayım eşi başörtülü bir hocamız büyük bir gururla (1999 rektörlük seçimleri) ” yücel aşkına oy verdik ve bu gün atandı” dedi, eşleri başörtülü olan bir çok hocada yücel aşkına oy vermişti, iki tane Türk Milliyetçisi rektör adayı hoca dururken yücel aşkına oy veren bu hocalardan o övüne övüne konuşan hocaya iyi halt ettiniz iki gün sonra eşlerinizin başörtüsünü kampüs girişinde çıkartır dedim ve dediğimde oldu, lojmanlara gelen personelin başörtüsü dahi çıkartıldı. (1999-2002). Şimdi benim demek istediğim şudur; başı açık, kapalı, şhortlu, askılı, sakallı, keçi sakallı, küpeli vs vs. nedir bu ülkenin bu vb kıyafetten, şekilden, şemalden, inaçlı olmak veya olmamaktan çektiği arkadaş. Bu ülkede başörtüsü düşmanlarınıda sevmiyorum, başörtüsünü acıtasyon yapıp siyaset yapanı da sevmiyorum kimse kusura bakmasın. Ancak ve maalesef hiç bir zaman tam olarak liyakata sahip bir ülke olamadık benim kızgınlığım onadır. Benim hayat tecrübem şunu gösterdi, kimisi mini etekli karısını kokteyle götürüp makam mevki kaptı, kimisi açık olan karısına başörtüsü taktırdı peşinden birde umreye gitti makam mevki kaptı. Şu dönemde dünyadan beklentisi (makam, mevki, para, siyaset, bir yerlere yaranma vb) olmadan inancı gereği hangi şekilde olursa olsun (başörtüsü, türban, kapalı giyinme) yaşayanlara da helal olsun. Tekrardan ifade edeyim, benim haddime değil sizin cehennemlik olmanızı istemek (Allah’ım affetsin) kusura bakmayın, ama yukarda ifade ettiğim gibi anınızda tarihlerin uyuşmamasından dolayı gerçekten acele ile ve kızgınlıkla yazdım. Allah işinize göre işinizi rast getirsin.
İnsanlar nezdinde itibarı, değeri olan herhangi bir şeyi istismar edenler konusundaki hassasiyet ve endişenize hak veriyorum. Buradan hareketle ehliyet ve liyakati olmadığı halde bu yolla bir yerlere varmaya çalışanlar konusundaki yazdıklarınıza da katılıyorum. Ben de sizin gibi düşüyorum bu konuda. İlkeli, tutarlı, samimi olmayan kişilerin yaptıkları onları bağlar ve bu tür insanlar maalesef her kesimde var ne yazık ki. Tarihlerin uyuşmaması konusunda haklısınız, ben meramımı tam ifade edememişim. Yerinde uyarınız üzerine ilgili kısmı “Zira o yıllarda 28 Şubat Postmodern Darbe Süreci’ne koşar adım gidiliyordu. Bu minvalde… ” diye düzelttim. Teşekkürler. Selamlar.
Aleyküm selam, bende ilginiz, alakanız ve samimiyetiniz için teşekkür ederim hocam, selamlar, iyi çalışmalar dilerim.
Ya hocam, bu yukarıda yazdığınız işleri toplum bilimcilerine ve politikacılara bıraksak da şöyle cerrahi de ne gelişmeler var? Neyi daha iyi yapabiliriz? Ülkemizin cerrahi ile ilgili konularda gelişimi için neler yapılabilirler vs. tartışsak daha iyi olmaz mı!
Saygılarımla
‘Yazdığınız işler’ dediğiniz şeyler, benim 33 yıllık meslek hayatımdan hafızamda birikmiş olan hatıralardan bir bölümü sadece. Bunları mı toplumbilimci ve politikacılara bırakmamı öneriyorsunuz. Mesleki anılardan önce bu sitede “Tıp Fakülteleri, Sorunlar ve Çözümleri” konulu 7 adet yazı yayınladım. Onlara göz atma imkanınız umarım olmuştur. Hekimler özel ve çok yönlü insanlardır. Bu ülkede bugüne kadar hekimler içinden toplumbilimci ve politikacı çıkmıştır ama toplumbilimci ve politikacılar arasından bir tane olsun hekim çıkmamıştır. Üstelik bu site biraz da akademisyenlerin topluma bilgi ve tecrübelerini aktardıkları ve bir açıdan magazin yönü de olan bir platformdur. Akademisyenlerin sadece kendi aralarında bilimsel ve akademik görüş alış verişi yaptıkları bir mecra değildir. Ama yine de size “Cerrahi de ne gelişmeler var? Neyi daha iyi yapabiliriz? Ülkemizin cerrahi ile ilgili konularda gelişimi için neler yapılabilirler” konularındaki çalışmalarımın bir kısmına https://profdrirfanyalcinkaya.blogspot.com/ adresinden ulaşabileceğinizi belirtmek isterim. Mesleki anılarımın bir kısmını yazıp bitirdikten sonra nasipse “üniversite ve göğüs hastalıkları ve cerrahisi” konularındaki düşüncelerimi ele alan yazılarla devam etmek istiyorum. Saygılarımla.
Haklısınız deneyimler tabi ki değerlidir. Yalnız vallahi 20 yıllık doktorluk mesleğinde genelde gördüğüm şey şu; Ülkemizde herkes hiç abartmıyorum ama herkes bir şekilde farklı boyutlarda yaşadı bunları. Sanırım insanların hala anlamadığı şey; bu gibi olayları sadece kendilerinin yaşadıklarını ya da kendi başlarına geldiğini düşünmeleri. Bence bu bırakılmalı artık ve hep birlikte geleceğe bakmamızın zamanı geldi geçiyor. Teknoloji aldı başını gidiyor ona yetişmek için çabalayalım artık. Ülkemiz her şeyin en güzelini hak ediyor.
Ben kendi payıma hemen yazılarınızı okumaya başlıyorum.
Saygılarımla
Ah İrfan ah hoca geçmiş yaralarımızı kanattın. Ben de mesleğin 31. yılı içindeyim. Sizinle hemşeriyiz, önce Polatlı’ya bağlıyken 2012’de Sincan’a bağlanan Ankara’nın bit köyündenim. Yıl 1987, Samsun OMÜ Tıpta 4. sınıfta pediatri dersindeyiz. Derse gelen erkek pediatri hocası sınıfın tek başörtülü öğrencisine bakarak ”sınıfın başınızı üşütecek kadar soğuk olduğunu sanmıyorum” diyerek o arkadaşımızı ya başını açmaya ya da dersten çıkmaya davet ediyordu. Çıkmadığı takdirde kendisinin derse girmeyeceğini söylemiş ve arkadaşımız gözü yaşlı bir şekilde dersi terk etmişti. Yıl 1987 tıp 5. sınıftayız, 10 kişilik staj grubu ile erkek göğüs hastalıkları hocası bize bronkoskopi gösterecek. Yine o başörtülü arkadaşımız bizim grupta. Göğüs hastalıkları hocası o başörtülü arkadaşa bakarak ellleriyle kafasına abuk subuk hareketler yaparak ”ne o başındaki böyle, dersime böyle giremezsin, çık dışarı” diye bağırarak arkadaşı bronkoskopi odasından atmıştı. Yıl 1997, hükümete karşı post modern darbenin hemen sonrası. Erciyes Tıp ta genel cerrahi ihtisası yapıyorum. Yoğun bakım sorumlusuyum. Sabah saat 10 civarı Fakültenin dekanı bir hışımla cerrahi yoğun bakıma daldı, elinde kalem ve küçük bir defter, başörtülü çalışan Medine isimli hemşiremizin adını sorarak defterine kaydedip başka hiç bir şey söylemeden aynı hışımla yoğun bakımdan çıktı. O sıralarda yoğun bakımda ventilatör yetersizliğinden hastaları daha basit olan BIRD cihazına bağlıyorduk. Bir hafta on gün içinde o hemşiremiz işten atıldı. Daha sonra o dekan üniversiteler arası kurul başkanı ve üniversiteye Rektör olarak ödüllendirildi o dönemin etkin aktörleri tarafından. Üniversite hastanesinin mescidini kapattılar. Hastanenin başhekimine neden böyle yaptıklarını sorduğumda hastaneye yakın İlahiyat Fakültesinin camisi olduğu için kapattık demişti. Hey gidi günler hey. Üniversiteler bilim adamı yetiştirecekken nelerle uğraştılar ve hâlâ aynı kafa devam ediyor. Sonra da Aziz Sancar, Uğur Şahin neden bizim ülkemizde yetişmiyor diyorlar. O zaman onlar öyleydi, bu zaman da bunlar böyle. EMANETLERİ EHLİNE VERİNİZ ilahi fermanına uyacak bir irade ne zaman hakim olur ya da öyle bir irade hakim olu mu bilemiyorum…Saygı ve selamlar…
Bu anının ve bu sitede yayınlanmış diğer anıların gözden geçirilmiş son hallerinin ve ayrıca yayınlanmamış birçok anının yer aldığı ve bir yılı aşkın süredir üzerinde çalıştığım kitabım “BENİM YOLUM / Tababet San’atının İcrası İle Geçen 33 Yıl”, 08.12.2021 tarihinde okuyucu ile buluştu. Kitap 378 sayfa olup Kitapyurdu Doğrudan Yayıncılık (KDY) yoluyla yayınlandı ve kitapyurdu sitesinde satışa sunuldu. Kitabı incelemek ve edinmek isteyenler için internet adresi; https://www.kitapyurdu.com/kitap/benim-yolum/602498.html
“BENİM YOLUM – Tababet San’atının İcrası İle Geçen 35 Yıl” KİTABIMIN “GÖZDEN GEÇİRİLMİŞ VE İLAVELİ 2. BASKI”SI ÇIKTI.
İKİNCİ BASKIYA ÖN SÖZ’Ü OKUMAK İÇİN;
https://profdrirfanyalcinkaya.blogspot.com/2023/09/benim-yolum-tababet-sanatnn-icras-ile.html