‘Çareyi orada burada aramayın, çare içimizde’ başlıklı son yazımda, devletlerin üzerinde yükseldiği ana direkleri, adalet, güvenlik (ordu-polis güçleri), eğitim, sağlık, üretim (endüstri, tarım), aile ve sosyal yaşam olarak sıralamış ve sırasıyla bu konulardaki görüşlerimi bir kaç cümleyle açıklamıştım. Altıncı ve son madde olan aile ve sosyal yaşama yer kalmamıştı.
Aile ve sosyal yaşam ile ilgili olarak, şimdiye kadar başka yazılarım olmuştu. Bunları aşağıdaki kitaplarımda toplamıştım. İlk aklıma geliverenler:
(Sevgi ve beraberlik üzerine, s, 39-40, Gençlerin önünü açmak, s, 66-68, Koruyucu aile modeli iyi mi? s, 90-92, Gençlik ruhu, s, 215-216, Ülkede toplum nereye gidiyor s, 228-229, Ne oldu bize, s, 246-247), Üniversitede Kır Çiçekleri, Hatiboğlu yayınevi, Ankara, 2012.
(Sağlık bakanının gündeminde aile planlaması yok, s, 33-34), Üniversitede Arılar Karıncalar ve Ağustos Böcekleri, Hatiboğlu yayınevi, Ankara, 2013. (Gençleri anlamak zor, s, 33-35, Aileniz mi işiniz mi? s, 55-57, Gençlere güvenelim, s, 109-111), Üniversitede Hayaller ve Gerçekler, Hatiboğlu yayınevi, Ankara, 2014.
Çocuklar affetmiyor. S 11-13 Üniversitede Dostlara Hoşça kal Diyebilmek, Selvi Yayınevi, Ankara, 2016. (Çocuklarımızı eğitmek çeliğe su vermek gibidir, s, 41-44, Şiddeti önlemek, s, 103-105), Anılar Silinmeden, Son Çağ Yayınları, Ankara, 2018. (Andımız, s, 205-208), Atamızın İzinde, Son çağ Yayınları, Ankara, 2020.
Bir ülkeyi çökertmenin en önemli yolları:
- Aile yapısını yıpratmak,
- Eğitimini bozmak,
- Dilini yozlaştırmak ve
- Ülkeyi borçlandırmaktır derler.
Aile, toplumun en küçük parçası, yani atomu. Atom parçalandığına olanları ve binlerce hayata mal olduğunu, İkinci Dünya Savaşı’nda atom bombası atılan, Hiroşima ve Nagazaki’de yaşanan vahşeti tüm dünya nefretle izlemişti. Bir ailenin parçalanması da, aynen böyle bir şey olmalı.
Anadolu köylerine kuşbakışı baktığınızda, evlerin dikdörtgen şeklinde ve geniş bir alanın etrafında dikdörtgenin kenarlarını oluşturacak şekilde yapılandığını görürsünüz. Ortada ana-baba evi, onun sağında solunda ve karşısında çocuklarının evleri. Nişan, düğün, sünnet, cenaze, mevlüt, asker uğurlama, hacı karşılamaları gibi tüm toplantı ve etkinlikler, ortadaki ana meydanda yapılırdı. Evlerin bitişiğinde ahır, samanlık ve zahire ambarları, bazılarında kağnı, öküz arabası ve sonradan traktör ve arabaların konulduğu bölümler bulunurdu.
Kadınlar, tarlada kocalarının yanı başında, çeşmede çamaşır yıkarken, halı dokurken, salça, tarhana, turşu ve ekmek yaparken daima komşu kadınlarıyla birlikte olurlardı.
Köylerden şehirlere göç başlayınca, o geniş aileler giderek küçüldü ve üç beş kişilik çekirdek ailelere dönüştü. Kalabalık ailelerde kolayca çözümlenen sorunların tamamı, eşlerin omuzlarına yüklendi.
Geçim sıkıntıları, maddi olumsuzluklar bir yanda, diğer yanda, şehir yaşantısının göze hoş gelen görüntüleri, ekranlarda izlenen çok renkli ve caydırıcı programlar, açık saçık filimler, eş dost ve komşularda görülenlere, başkalarının yaşantılarına olan özlemler, ‘bizde niye yok düşüncesi’ ve giderek ailenin çatırdaması, sonuç olarak boşanmaların çığ gibi artması. Sanki çağımızın bulaşıcı hastalıkları gibi, kimin eli kimin cebinde belli olmayan dizilerde, her akşam TV kanallarında aile kurumuna olan saldırıları izler olduk. Adliyelerin neredeyse yarısı aile mahkemeleri.
Borçlanmaya gelecek olursak, Ülkemiz, Osmanlı’nın Düyunu Umumiye borçlarını 1950’lere kadar ödeyip bitirdi. Cumhuriyetin kuruluşundan itibaren de dışarıdan en ufak bir borç alınmamıştı. Sonra ne mi oldu, geçmişi şöyle bir hatırlayalım. 8 Ekim 1948 tarihinde Marshall Planı imzalandı ve Türkiye ilk kez Dünya Bankası’na 50 milyon dolar borçlandı. İlk borçlanma gerçekleşmiş Amerikan yardım programı ağını örmeye başlamıştı.
Yapılan yardımlar, ülkenin ayakta durması için verilmişti ama ileride endüstriyel olarak gelişip başkaldıracak kendi ulusal çıkarlarını herkese karşı koruyabilecek bir konuma gelmemesi koşuluyla. Bu bakımdan bu paraları verenler, yardım yapanlar, iki şeyi düşünmüşlerdi. Eğer bu yardımı Amerika veriyorsa, Amerika’nın endüstrisini beslesin, ham madde ve mallar oralardan gelsin. Uzun vadede, yardım edilen ülkenin, ayağa kalkıp kafa tutmasına kendi ulusal çıkarlarını koruyacak bir konuma gelmesine neden olmasın. İşte alınan yardımlarda, bu iki temel amaç söz konusuydu.
Bu programın özü, Türkiye’nin sanayileşmemesi, sanayi olarak çekiç testere gibi basit aletler yapmakla kendini sınırlı tutması, kimya sanayinde bile tarım ilaçlarından öte bir şey yapmamasıydı. Ayrıca önerilen şeylerin en başında demiryolu politikasından vazgeçip, karayolu politikasına girilmesi ve devlet işletmelerinin özelleştirilmesi gelmektedir.
Bir ülkeyi batırmanın en emin ve kestirme yollarından birisi, o ülkeyi borçlandırmaktır demiştik. Çünkü, borçlunun boynu eğik olur (Türk atasözü). Çünkü, “borç almaya alışan, emir almaya da alışır” (IV.Murat). Çünkü, arpacıya borç eden, ahırını tez satar (Türk atasözü). Çünkü, Atatürk’ün dediği gibi “İstiklalini kaybetmenin en kolay yolu, sahip olmadığınız parayı sarf etmektir”.
Osman Pamukoğlu, Ey Vatan adlı kitabında (s.72), Atatürk’ün uyarısını şöyle açıklıyor: Bir milletin özgürlüğünü ve bağımsızlığını kaybetmesinin en kestirme yolu, başkasının parasını harcamaktır. Borç para, gururlu bir ulus için yaman bir köleliktir. Böyle yaşadıkça, özgüvenini de yitirip, kaybedecek bir şeyi kalmaz. Böyle bir gemi, limanda bile batar. Onurun olmadığı yerde, saygınlıktan söz edilebilir mi?
Ekonomi ve aile birlikte düşünüldüğünde, ‘çok para insanı azdırıyor, az para da bezdiriyor’. Ailelerimizi koruyalım. Hep birlikte çalışarak, aile ekonomisini sağlam tutalım ve çok gerekmedikçe borçlanmayalım, boşanmayalım. ‘En kötü aile, parçalanmış bir aileden daha iyidir’ derler. Bu yorum, özellikle çocuklar için doğrudur.
Son söz: ‘Allah affeder, çocuklar affetmez.’
3 yorum
Yine güzel toparlamışsın sevgili haldun ben sivas a gidince ilk defa köyün ne olduğunu öğrendim nasip olmadı bir köy göremedim ama hayatlarına çok özendim bütün aile birlikte özlem yok çok güzel ama o hayatında zararları çok. Bir konuda çok çok haklisin bu dizileri gerçekten bence iyi bir sansürden geçirmek şart.tebrikler selamlar
Tüm yazılanlara katılmamak elde değil de biz anladık uyguluyoruz ama yönetenler hiç mi hiç yazılanlara uymuyor onun içindir ki bu haldeyiz .Uyarı kabul etmiyorlar .En iyi yaptıklar şeyler 1.Kabullenmeme 2.Reddetme 3.İtiraz 4. İnkar işte size önemli 4 Vasıflarımı desem vasıfsızlıkları mı bilmem . Yorumu size kalmış bence çok net !…
Merhaba;
Gönlünüze, düşünme yetinize sağlık.
Çok tartışılmasını gereken bir konu. Bu tartışmalar sırasında toplumsal ve kültürel yapılardaki değişmeler ile bu değişmeleri biçimlendiren dinamikleri de goz önünde bulunbulundurmak gerekiyor bence. Bu gerek yerine getirilmediğinde “geçmişe özlemcilikle ” -nostaljik ?- sınırlı bir değerlendirmeden öteye geçilemiyor. Eh, bu da yararsız değil kuşkusuz
Selamlarımla 🌻