Kadın Cinayetlerini, istisnai adli vakalar olarak kabul etmek sınırını çoktan aştığımızı düşünüyorum. Her gün en az bir kadının öldürüldüğü ülkemizde bu trajedinin sosyal ve kültürel alt yapıyla bağlantılı olduğunu görmek gerekmektedir. Sosyal ve kültürel yapı beraberinde Müslümanlık diye benimsenmiş folklorik eğitimin, ahlâk kavramının ve yetersizlik psikolojisinin de yer aldığı karmaşık birikimin akademinin sosyoloji, sosyal psikoloji, psikoloji, halk bilimi, ilâhiyat ve eğitim bilimleri gibi çeşitli bilim dalları tarafından derinliğine araştırılması ve bu cinayetleri besleyen ve tetikleyen damarları önce tespit, sonra kurutmak için öneriler ve çözümler üretilmelidir.
Bu cinayetlerin bir bölümünde anne ile birlikte çocukların da bulunması toplumun büyükçe bir bölümünün hasta olduğunu göstermektedir. Evlilik veya beraberlik kararı kadar ayrılık kararının da normal olduğunu kabul etmemek ve kadını birey olarak algılamamak önemli bir problem olarak görünmektedir. Ayrıca katille hiç tanışıklığı olmayan veya yalnızca bir vesile ile tanışmış ama birliktelik teklifini kabul etmeyen kadınların da öldürülmesi bu problemin erkek zihninde kadın kavramının sorunlu olduğunu göstermektedir. İki cinsin çocukluktan itibaren önce insani ilişki ve iletişim kurmayı ve birbirlerine birey olarak saygı göstermeyi öğrenmeleri gerektiğini hayatın kuralı olarak bütün toplumun özümsemesi gerekir. İnsani ilişki kuramayan ve öğrenmeyen bireylerin kadın erkek beraberliğini de sağlıklı yaşamaları mümkün olmamaktadır.
Toplumun sağlığını, ahlâkını ve ahengini derinden etkileyen böyle bir önemli problemin akademik yaklaşımlar ve çalışmalarla çözülebileceğine inanıyorum. Kadına şiddet hepimizin bildiği gibi toplumun bütün katmanlarında ortaya çıkmaktadır. Akademisyenler de dahil eğitimli kesimler, eğitimsiz ve yoksul kesimler, kendisini dindar diye tanımlayanlar, orta sınıflar, varlıklı kesimler, şehirliler, kırsallılar, varoşlar gibi her gruptan insan şiddet mağduru olabilmektedir. Bu, toplumsal öğretide bir yanlışın bir eksiğin olduğunu göstermektedir.
Toplumumuzun büyük bir bölümünde çocukluktan itibaren erkeğin değerli, kadının değersiz olduğu bilinçaltına yerleştirilmektedir. Kadınlar da kendilerini değersiz kabul ettikleri için kız çocuklarına da bilinçli ve bilinçsiz bu duygu ve düşünceyi aşılamaktadırlar. “Kalk kız, babana, ağabeyine su ver” hitabı gibi pek çok söylem bu kabulü pekiştirmektedir. Olumlu gibi vurgulanan ‘ Hanım kardeşlerimiz, bizim baş tacımızdır.’ söylemi de bir önceki söylem kadar olumsuz ve kadının aciz olduğunu üstünlerin hoşgörüsüne muhtaç olduğunu anlatmaktadır.
Şiddet mağduru derken ben şiddet görenler kadar şiddeti yaşatanların da mağdur ve kaybedenlerden olduğunu ve tedavi edilmeleri gerektiğini düşünüyorum. Şiddet yaratan insanlar öncelikle sevgi haklarını ve imtiyazlarını kaybediyorlar. Şiddete maruz kalan eşleri, sevgilileri, çocukları, kardeşleri onlara saygı ve sevgi duymazlar. Onlardan korktukları için sinerler ve boyun eğerler.
Toplumlarda hem kadınların hem de erkeklerin yetersiz ve hayatla başa çıkamayanları vardır. Bu anlayışa göre yalnızca cinsiyetinden dolayı üstün kabul edilen ama gerçekte yetersiz ve hayatla başa çıkamayan bir erkeğe aile reisliğini verdiğinizde böyle bir insan kaldıramadığı sorumluluk altında ezilecektir. Kocanın görevi, bu yükü taşımaktır, şartlanmasıyla yetiştirilen kadın, bu ezilen ve ezik adamla nasıl yola devam edecektir? Her ikisi de ezikse belki bir yol bulabilecek ve idare edecektirler. Ezik ve yetersiz olduğu halde üstün olduğuna inandırılmış kişi, akıllı ve becerikli bir kadınla birlikte ise sıkıntı ve şiddet tetiklenmektedir. Hayatla başa çıkabilen, kendi adına karar alabilen bir kadınla ezik ve yetersiz bir erkeğin iletişim kurabilmesi mümkün değildir.
Kadının da erkeğin de önce insan olduğunu, yeterli veya yetersiz olmanın cinsiyetten değil insan yaradılışındaki farklardan kaynaklandığını öğrenmek ve öğretmek gerekir. Küçüklerimi sevmek büyüklerimi saymak değil küçük büyük herkesin birbirine saygı duyması insani bir eğitim olarak verilmelidir. Kadının boşanma isteğine saygı duymak yerine kadına ölümü kendine hapsi layık gören hasta zihniyetle akademik çalışmalarla mücadele etmek gerektiğine inanıyorum.
Üniversitelerimizin Sosyal bilimlerle ilgili bölüm öğretim elemanları ve Kadın Araştırmaları gibi Araştırma Merkezleri yetkilileri bu konuda araştırmalara dayalı çözümler ve öneriler hazırlayarak Milli Eğitim Bakanlığı, Sağlık Bakanlığı, Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı yanında Sinema ve TV’lere içerik hazırlayanları bilgilendirmelidirler. Şiddet gösterenler ve şiddet mağdurlarının da Sağlık Bakanlığının hazırlayacağı tedavi programlarına katılarak rehabilite edilmeleri sağlanmalıdır.
1 yorum
Kıymetli Hocam, cinsiyet insanoğlunun en üst kimliği. Bebek daha doğmadan kız mı yoksa oğlan mı olacağı merak edilir. Pek çok kültürde hâlâ erkek çocuk makbul. Cinayete bile gelmeden sosyal hayatta, batı toplumları dahil kadınların önüne sinsice yerleştirilmiş engeller çıkıyor. Öyle ki kadın ayrımcılığının özel terminolojisi oluşmuş. İş hayatında “Cam tavan sendromu” denilen bir kavram var. Kadın cinayetlerine “Femicide” deniyor. Suçu kız doğmak olduğu için bebekler öldürülüyor.
Bu konu geçtiğinde Amin Maalouf’un bir romanını hatırlarım: Beatrice’den sonra 100. Yıl… Kadınların erkek çocuk doğurmasını sağlayan bir ilaç bulunur. Herkes çok mutlu olur. Ancak aradan geçen 20-25 yılda erkekler evlenecek kadın bulamamaya başlarlar ve bölgede “Kız Savaşları” çıkar.
Topyekûn seferberlikle kadının yaşama hakkına saygı duyulan bir dünyayı kısa sürede görebilmeyi diliyorum.