İlk yazıma bu ayın konusu olan hegemonyayı; bilimsel ve akademik açıdan irdeleyerek başlamak istiyorum. Öncelikle kendimi tanıtayım. Adım Umut Çağın ARI. Ben lisans ve doktora eğitimini Ankara Üniversitesi Veteriner Fakültesinde tamamlamış bir akademisyenim. Halen Doğu ilimizdeki bir üniversitede akademik ve bilimsel çalışmalarıma devam etmekteyim.
Bu köşede bir şeyler yazmamın temel amacı aslında bir şeyler öğrenmektir. 20 yılı aşkın bir süredir elde ettiğim tecrübeleri paylaşırken, faydalı bazı konuları da öğreneceğimi umuyorum. Umarım yazılarımı severek okursunuz ve bu yazılar sizi bazı konularda düşünmeye sevk eder.
Her ne kadar akademik olarak bir yere gelsek de halen bir öğrenciyim. Bu vesileyle, Mustafa Kemal ATATÜRK‘ün, başöğretmen olarak eline tebeşiri aldığı ve öğretmenlerimize hediye edilen, 24 Kasım Öğretmenler Gününü de kutluyorum. Başta öğretmen olan annem Nuran ARI ve sınıf öğretmenim Elif OTLU olmak üzere tüm öğretmenlerimizi sevgi ve minnetle anıyorum.
Hegemonya’ya Genel Bakış
Hegemonya yunanca kökenli bir kelime olup; kişi veya topluluğun diğerlerine olan üstünlüğünü tanımlar. Bu üstünlük genellikle zoraki olmamakta, diğer birey veya toplulukların kabullenmesiyle oluşmaktadır. Bu durum bir gerçekten-güçten (siyasi, ekonomik) veya öğrenilmiş çaresizlikten de kaynaklanıyor olabilir. İşte bu noktada oluşan hegemonyanın kaynağının doğru analizi ve buna göre analitik düşüncenin kaybedilmemesi önem taşımaktadır. Hegemonya altında uzun süre kalan toplum/birey siyasi, ekonomik ve bilimsel olarak gelişemeyecek; etkisi altında kaldığı güç tarafından şekillendirilecek ve sömürülecektir.
Aslında bilimsel hegemonyayı da makro ve mikro düzeyde ele alabiliriz. Devletler az yada çok diğer devletler üzerine hegemonya oluşturmaya çalışırlar. Bu hegemonyanın da temeli bilimsel ve teknolojik üstünlüğe dayanmaktadır. Böylelikle siyasal ve ekonomik süreçlerin kontrolünü elinde tutmak isterler. Bilimde de hegemonya farklı amaçlar doğrultusunda oluşabilir. Buradaki temel amaç eldeki bilginin ve/veya teknik alt yapı ile diğer akademisyenler üzerine baskı oluşturması ve onların yönlendirilmesi, hatta yönetilmesi için kullanılacağı gibi; bu bilginin paylaşımı ile bilimsel gelişme ve ilerlemeye de dönüştürülebilir. Aksi durumlar ise yıldırmaya kadar gidebilecek ve çalışma barışını sekteye uğratacak bir ortam oluşturacaktır.
Üniversitede Hegemonya
Üniversitelere baktığımızda genel olarak hegemonyanın özellikle sağlık bilimleri ve fen bilimleri alanlarında oluştuğu; sosyal bilimlerde sınırlı kaldığını görebiliriz. Buradaki etkinin biraz daha felsefi düşünme, sosyal bakış, empati yeteneği ve laboratuvar ortamlarının gerekliliği üzerinden oluştuğunu savlamak yanlış olmayacaktır. Sosyal bilimlerdeki bir akademisyenin çalışmalarını yürütmesi için “somut bir laboratuvara” ihtiyacı yoktur. Genellikle, araştırma-anketler, yayınlar, arşivler ve toplumun kendisi onların laboratuvarlarıdır. Bu yapıyı ve çalışma ortamını özgürce kullanabilmektedirler.
Sağlık bilimleri ve fen bilimlerinde hegemonyaya daha sıklıkla rastlamaktayız. Çünkü akademik hayatın başlangıcı olan Araştırma Görevliliğinden en üst düzey olan Profesörlüğe kadar olan süreçte, akademisyen bir laboratuvar ortamı veya buna benzer bir akademik çalışma ortamına ihtiyaç duyar. Bu noktada önce gelen ve kendi laboratuvar ve çalışma ortamını kurmuş/oluşturmuş olan veya kendini akademik çevrede “sosyal veya başka yollarla” pekiştirmiş olan kişi, hegemon olabilir. Bu durum da yeni gelen akademisyen, bu hegemonik yapıya doğrudan dahil olmaktadır. Daha doğrusu akademik gelişimi için bu hegemonik ortamda bilimsel çalışmalar yapmak zorunda bırakılmaktadır. Bu durumun bazı yararları olabileceği gibi, ileriki süreçte ve uzun vadede bilimsel bilgi ve araştırmaların ortaya çıkabileceği özgür çalışma ortamını sınırlayacağından büyük sakıncalar veya handikaplar da doğurmaktadır.
Bu bilimsel hegemonik yapı özellikle yeni gelen, akademik kariyerin başındaki, kişinin emek olarak sömürülmesi olarak ortaya çıkabileceği gibi çalıştığı alanlarda çıkacak yayınlarda ismine yer verilmemesi şeklinde de olabilir. Bu yolla hegemonik gücü elinde tutan kişi(ler)/akademisyen(ler) çok fazla çaba harcamadan bilimsel yayınlara sahip olabilmekte ve adeta daha önce orada olmasının/bulunmasının veya başka bağlantılarının getirisini haksız bir şekilde almaktadır. Bu hegemon yapı sadece ülkemizde değil bir çok Avrupa ülkesinde de görülmektedir.
Yurdışında Bilimsel Hegemonya
Örneğin bu tür yapılanmaları hiç beklemediğimiz; Zürih Üniversitesi’nin Veteriner Fakültesi Kliniklerinde bile bu hegemon güç ortaya çıkabilmektedir. Veya Helsinki Üniversitesi’nin Veteriner Kliniklerinde görülebilmektedir. Burada bu hegemonya ile en üste bulunan akademisyen bütün bilimsel yayınlara kendinin yazılmasını talep edebilmekte ve bunu yaptırabilmektedir. Kendisinden alt gördüğü diğer akademisyenlerin yaptığı işlere de el koyabilmekte. Sahiplenebilmektedir. Bu durum hegemonik baskıya maruz kalan akademisyenlerde yılgınlık ve bilime küskünlük doğurabilir. Ayrıca bilimsel çalışmalar ile bilimsel diğer çalışmalar (Ar-Ge) vb. katkı sunmasa da bu bilimsel süreçlerden doğacak çıktılarda söz sahibi olduğunu iddia edebilmekte; hatta bütünüyle sahiplenmeye kalkabilmektedir. Bu tür davranış ve durumlar genellikle diğer akademisyenler arasında da normal karşılanmakta, hatta aksi bir durum yadsınmaktadır. Diğer bir değiş ile hegemonik yapı normalleştirilmekte; aslında intihal ve emek hırsızlığı olarak tanımlanabilecek, etik dışı olduğular içselleştirilebilmektedir.
Son Söz
Bilimde bir kişi veya grubun hegemonyasını kabul etmek birçok olumsuz sonuç doğurabilir. Bu noktada sorgulama değil, bilimin temeli olan sorgulama ve araştırmanın yerini kabullenme ve tek doğru alır. Diğer bir söylemle hegemonik kişi(ler)/grup(lar), toplum veya devletlerin doğruları tek doğru olur. Bunun kaynağı ise aslında tembellik ve sistematik çalışmama, bilimin temeli olan sistematik çalışma yerine bunu birilerinin tekeline bırakılmasıdır. Sonuç olarak bilimsel hegemonya ilk etapta bilgiye köken olurken uzun erimde bilimi ve bilgiyi araştırma ve bilgiye ulaşma yollarını tıkar. Akademik çalışma barışını da bozar.
Bu noktada bilimsel hegemonyanın olumlu yönde kullanılması söz konusu olabilir. Ancak bu gücün bir nevi güç zehirlenmesiyle birleşerek, diğer akademisyenlerin söz hakkının olmaması ve/veya çalıştırılmamasına evrilmesi her zaman söz konusudur.
Bundan dolayı üniversitelerde bilimsel hegemonyanın oluşmasına izin verilmemesi, akademik çalışma barışının korunması, bilimin ilerlemesinde büyük katkı sağlayacaktır.
Sürçü lisan ettiysek af ola…
Bilimle kalın… Hoşça kalın.
2 yorum
Hocam biraz serzeniş olmuş yazınız umarım gerekli yerlere ulaşır bu serzeniş. Üstünlüğün aslında insanoğlunun bir yanılsaması olduğunu her bireyin anlaması dileğiyle. Kaleminize sağlık.
Sayın Duygu Alaman,
Yorumunuz için teşekkürler. Hem bir serzeniş hem de, akademik olarak en üstüne geldiğim safhada, öğrencilerime ve diğer insanlara verdiğim açık bir çektir… Bilimle kalın. Selamlar…