Ben çocukluğumdan beri insanları kadınlar ve erkekler olarak hiç ayırmadım. Bunun şimdilerde farkına varıyorum. Öğrencilik yıllarımı hatırladım ve sonrasını… Kadın olmanın dayanılmaz ağırlığını hissettim tüm varlığımla!
Kadın olmakla ilgili ilk travmam mecburi hizmetle yer değişikliğim sırasında ortaya çıktı. Selçuk Üniversitesi Tıp Fakültesi Anesteziyoloji ve Reanimasyon Ana Bilim Dalı ilk görev yerimdi. Ankara’da doğup büyümüştüm. Ankara tıptan mezun olmuştum ve doğrusu başka şehirde yaşamakla ilgili de pek fikrim yoktu. Bahsini ettiğim 1985 yılı. O zamanlar çok değerini bilmediğim ama sonra şükran ve saygı duyduğum güzel insanlar tanıdım. Özellikle bölümümüzdeki iyi insanları hiç unutmadım. Ancak, ben Konya’da mecburi hizmetliydim ve eşim uzaktaydı. Hayat çok zordu. Yalnızdım, hamileydim. Birkaç sınıf arkadaşım dışında pek kimsem yoktu. Yer değişikliği için uğraşıyordum ve eş durumu tayini için uğraşıyorduk. Ancak süreç uzadıkça uzuyordu. Benimle ilgili sorun neydi hiç anlayamamıştım ama bir türlü evraklar bir odadan diğerine geçmiyordu. Rektöre ulaştım! O zamanlar Prof. Dr. Halil Cin rektördü. Beni karşılamasını, ağırlamasını, teselli etmesini ve işleri hızlandırmasını bütün hayatım boyunca unutmadım. Şükranla andım. Biz o zamanki dekana takılmıştık! O da bizim Ankara tıptan hocamızdı ama…
Sonra karnım burnumda Çukurova’ya gittim. Gerçekten dokuz aylık gebe iken orada göreve atandım. Sonradan beni takdir etti ama ilk tanışmamızda ‘Sen gebesin çalışmazsın’ diye karşıladı beni Hasan ağabeyimiz. Ben anlamadım ama başkalarının kolayca aldığı izinler nedense hep kadınlar için sorundu. Biz potansiyel tehdittik daima. Bunu kimseyi eleştirmek, üzmek veya tahkir etmek için söylemiyorum ama gerçek buydu. Erkeklerin bizden daha çok boş vakti vardı. Onlar iş çıkışı ‘iki tek’ atıp sosyalleşerek eve gidiyorlardı. Bu sayede yardımlaşma ağları da gelişiyordu durmadan.
Çocukların hastalanması oldukça tuhaftı bazı çevrelerce! Yine mi çocuk hasta dediklerini veya ima ettiklerini görüyordunuz. Benim çocuklarım neyse ki pek sık hasta olmuyordu. Erkeklerin dünyasında size pek bir tepeden ve kalıp yargılı bakılıyordu. Erkekler hep daha çok tolerans görüyordu, hep de böyle olacaktı. Akran zorbalığını her yaşta yaşayacaktık. Gerçi benim kadın olduğum için bazı şeyleri yaşadığımla ilgili hiçbir fikrim yoktu! Biz erkeklerin yardımcısıydık ne de olsa. Yönetmek, hükmetmek onların hakkıydı.
Ben de çok oluyordum. Senatoda kadın sayısı az diye yüksekokullardan birine müdür atandım. Okulda birçok başarılı ve uz görülü işler yaptım, gençlere yollar açtım. O zamanki rektör bana bu durumu hiç beklemediğini söyleyip beni çok şaşırtmıştı. Sonra bir de dekan oldum ama şundan emin olun kazara dekan oldum. Benim dekan olmam hiç hesapta yoktu! Sinir bozucu olmuştu birileri için. Yüzüme karşı, yorulmasan da çocuklarınla ilgilensen bile denmişti! İyi de çocuklar çocukken neredeydiniz siz! Git yemek yap, çocuk büyüt! Elbette bunları bir anne yapmalı, yaptım da… Ama ben akademisyenim!
Bir konferansa davet edildim, 8 Mart 2015’te. “Kadın Akademisyen Olmak” gibi bir konuydu. O zaman anladım ki ülkemizde sadece 6 kadın rektör vardı! Evet, akademide kadın sayısı artmıştı. Ama yönetmek ne de olsa erkek işiydi; üniversite kadınlar için çalışılabilir bir yerdi ve erkekler için çok da cazibesi kalmamıştı. Kazancı azalıyordu çünkü. Kadın doktor sayısı da artıyordu! Demek ki kadın toplumda söz sahibi oluyordu! Bu gerçek payı barındırsa da tam olarak doğru değildi. Çünkü doktorluk artık kadın mesleği olmuştu!
Psikoloji eğitimim sırasında en ağır psikolojik travmaların evlilik, şehir değişikliği, doğum, yeni iş olduğunu öğrendim. Bir kadın bütün bunları neredeyse aynı anda yaşar. Çoğunlukla da amirleri tarafından çok destek görüp anlaşılmazlar. Akademide kadın olmak zordur. Ama imkânsız da değildir. Diyorum ki genç kadınlara daha çok yardım etsek, desteklesek onları, hatta çalışma sürelerini kısaltan veya yarı zamanlı çalışacakları ama sosyal haklardan yoksun kalmayacakları pozitif ayrımcılıklar yapsak. Bir toplumda kadın ne kadar iyi eğitim alırsa toplum o kadar gelişir. Naçizane ben böyle inanıyorum.
Saygıyla,
ALDANDIK
( Mefâ’îlün / mefâ’îlün / mefâ’îlün / mefâ’îlün )
Benim hüznüm neden bilmem, bu yaşlar akmasın artık!
Fikirler başka ruh bambaşka, yitsem Sen’de bir anlık !
Hakîkat! Her nefes mihman, tenim bâkî mi Âlem’de
Ömür bitmez zaman sonsuz sanıp her lahza aldandık!
Dâi Dilek