Değerler, belirli insan davranışlarının ya da amaçlarının başkalarından daha üstün olması durumuna göre toplumsal olarak kabul görürler. Kimi değerler ise evrensel olarak kabul edilmiştir. Bu değerlerin tüm insanlar tarafından kabul görmesi ve olabildiğince uygulana gelmesi evrensel beklentidir. Bu değerlere örnek verecek olursak: Sevgi, saygı, hoşgörü, adalet, yardımseverlik, dürüstlük… Ne yazık ki değerlerimizin hızla yok olduğu gerçeği ile karşı karşıya bulunmaktayız. Son yıllarda hızla yayılan “değerlerin kaybı” ne yazık ki bizi de aynı hızla sarmaktadır. Malumdur ki akademik başarıda en üst seviyelere çıksa da ahlaki değerlerini yitirenlerin içinde yaşadıkları topluma kazandırabilecekleri hiç bir şey yoktur… Tüm bunları yaparken değer nedir? Çocuklarımıza vereceğimiz değerler hangileri olmalı? Değer nasıl kazandırılır? Eğitim sistemimizin bu konudaki eksikleri neler? Gibi sorular bizi bekliyor. “Değerler Eğitimi” bireysel düzeyde hayatı anlamlı kılmada, ulusal ve uluslararası düzeylerde ise birlikte yaşama, hoşgörü, demokratik vatandaşlık ve insan hakları bilincini geliştirme açısından önem arz ediyor.
Bir değer, onu hak etmeyen kişilerin eline geçtikçe değersizleşir ve kısa bir süre sonra da değer olmaktan çıkar. Değer üretmek yerine üretilmiş değerleri yağmalama üzerine kurulu bir sistem, eninde sonunda çöker. Zira böyle bir yağmaya değer dayanmaz ve bir süre sonra ortada yağmalanacak değer de kalmaz.
Siyasetteki değerler bir günde el değiştirebilir. Ancak sanatta, edebiyatta, kültürde, bilimde değerler, ele geçirilebilen şeyler, hele hele seçim sonuçlarına göre ele geçirilebilecek şeyler değildir. Siyasette bir günde iktidar olunur. Ama sanatta, edebiyatta, kültürde, bilimde bir günde iktidar olunamaz. Bu alanlarda iktidar olmak için çalışıp değer üretmek gerekir. Bunun için de bu değerleri üretecek, edebiyat, sanat ve bilim insanlarını ehliyet ve liyakat üzerine yetiştirmek gerekir.
Örneğin bilimde değer üretmenin ön şartı İngilizce, Fransızca, Almanca gibi batı dillerinden birini veya birkaçını iyi bir derecede bilmektir. Zira bugün yeryüzünde üretilen bilginin ezici çoğunluğu bu dillerle yazılmıştır. Bu dilleri bilmeyen birisi zaten bu bilgilere ulaşamaz. Güvendiğiniz bilim insanı adayları, yabancı dil sınavından 70 alamıyorlarsa, yapmamız gereken şey, barajı önce 65’e, daha sonra 55’e düşürmek değil, bilim insanı adaylarınızın yabancı dil öğrenmelerini teşvik etmek, onlara bunun imkânını sağlamak ve makul bir süreden sonra öğrenemeyenlerin işine son vermekten ibarettir. Türkiye’de bunun tersi yapılmıştır. Sırf doçent ve profesör sayısı artsın diye dil barajı zamanla 70’ten 55’e indirilmiştir.
Türkiye’de son yirmi yıldır, üniversitelere büyük yatırım yapıldı. 2002 yılında devlet üniversitesi 68, vakıf üniversitesi 25 olmak üzere toplamda 93 iken; 2020 yılında devlet üniversitesi 131, vakıf üniversitesi 76 olmak üzere toplamda 207’e yükselmiştir. Sadece on sekiz yılda üniversite sayısı iki katından fazla, üniversitelerde çalışan öğretim elemanı sayısı da üç katından fazla artmıştır. Ama ülkemizde hâlâ çok önemli bilim insanları çıkamamıştır. Çünkü yatırım bilime değil, binaya yapıldı; öğretim elemanı sayısı da hakkıyla değil, suni bir şekilde, örneğin yabancı dil sınavı barajı düşürülerek ve doçentlik sınavında sözlü sınav kaldırılarak artırılmıştır.
Yabancı dil sadece bir örnek. Sanatta, edebiyatta, kültürde, bilimde, değer üretmenin daha pek çok şartı vardır. En temeli şudur: Sıradan adamlarla değer üretilmez. Olağanüstü zeki ve yetenekli insanlara ihtiyacınız vardır. Bu insanları bulsanız bile, bu insanları baskı altında tutarsanız, yine bu insanlar bir değer üretemez. Sanatta, edebiyatta, kültürde, bilimde değer üretmek için özgür bir ruha sahip olmak gerekir. Özgür ruhun olmadığı yerde yaratıcılık olmaz.
İfade özgürlüğünün kısıtlandığı bir siyasal sistemde akademik özgürlüğün tam olarak işlemesi, yaşama geçmesi mümkün değildir. Akademik özgürlük, üniversite öğretim üyelerinin, öğretim elemanlarının, araştırmalarını özgürce yapmaları, yayımlamaları anlamına gelmektedir. Bu konuda, bölüm başkanlığı, dekanlık veya rektörlük katında, bilim kurullarının, idari kurulların araştırma-inceleme sürecine müdahale etmemeleri, edememeleri esastır. Araştırma-inceleme söz konusu olduğu zaman, konu seçme, o çerçevede araştırma yapma, derse girme, derslerde şunu veya bunu anlatma sürecinde, idari soruşturmalarla, idari yaptırımlarla karşılaşmamaları akademik özgürlüğün bir gereğidir. Akademik özgürlük üniversitenin iç işleyişiyle ilgili bir kavramdır. Üniversite özerkliği, üniversitenin, kendi işini kendi yapması, kendi kendisini yönetmesi, bu konuda erk sahibi olması, siyasal iktidarın müdahaleleriyle karşılaşmamasıdır. İdari özerkliği, mali özerkliği bu çerçevede değerlendirmek gerekir. Bilim özgürlüğünün, akademik özgürlüğün, yaşama geçmesinin temel koşulu ifade özgürlüğünün kurumlaşmasıdır. Bu bakımdan, ifade özgürlüğü birinci planda savunulması gereken bir düşünsel kavramdır. Eğer siyasal sistemde ifade özgürlüğü, özgür eleştiri kurumlaşmışsa, akademik özgürlük doğal olarak yaşama geçer. Akademik özgürlük, öğretim üyelerini, öğretim elemanlarını, idari kurulların, bilim kurullarının, bölüm başkanlıklarının, dekanlıkların ve rektörün idari işlemleri karşısında koruyucu bir kalkan olarak değerlendirilebilir.
Akademisyenler idari ve cezai yaptırımlarla karşılaşmamak için oto sansür yapmakta, kendi kendilerine sansür uygulamaktadırlar. Sansürden dolayı, gerçekleşmiş herhangi bir olay veya yazı hakkında bilgi sahibi olamazsınız. Bu şüphesiz bir kayıptır. Oto sansür yaparak ise, çift kişilikli bir insan haline gelirsiniz. Sözünüz ile fiiliniz birbirine uymaz. Düşünce hayatını çölleştiren, beyinleri kötürümleştiren budur. Bütün bunlar sosyal bilimlerde, beşeri bilimlerde, hukukta sık yaşanan bir süreçtir. Bunların temel nedeni ise ifade özgürlüğünün sınırlandırılmış olmasıdır. Bilimde yanlış, hatta saçma şeyler söylemek sakıncalı değildir. Siyasal sistemde, düşünce özgürlüğü, özgür eleştiri kurumlaşmışsa, o yanlışı, saçmaları eleştirecek, düzeltecek olanlar şüphesiz olacaktır. Buradaki temel sorun şudur: Resmi görüşün düşünce hayatını, bilimi, sanatı yönlendirdiği bir toplumda, düşünürler, yazarlar, sanatçılar, bilim insanları nasıl bir tutum sergileyeceklerdir, nasıl bir tutum sergilemeleri gerekir? Eleştirilerin, kitapların, yazıların ağır idari ve cezai yaptırımlarla karşılaştığı bir yerde, yazarların, bilim insanlarının, aydınların, sanatçıların tutumu ne olmalıdır? Bu konuda fazla alternatif de söz konusu değildir. Ya resmi görüşü, direktifleri benimseyip o konulara hiç dokunmayacaksınız, onları bilmezlikten, görmezlikten geleceksiniz, ya resmi ideolojinin o konulardaki görüşlerini aynen tekrarlayacaksınız ya da resmi ideolojiyi bilimin kavramlarıyla eleştireceksiniz. Bu üçüncü şık söz konusu olduğunda ise, birtakım idari ve cezai yaptırımların gündeme gelmesi olasıdır. Temel sorun bu konuda nasıl bir tutum sergileneceğidir. Düşünce özgürlüğünün kısıtlandığı, resmi ideolojinin düşünce hayatına egemen kılındığı demokratik olmayan toplumlarda, aydınların, yazarların, bilim insanlarının sanatçıların, karşı karşıya kaldıkları temel sorun budur. Bu, başta bilim ahlakıyla ilgili bir konudur. Kaynağını siyasal ve toplumsal otoritelerden alan bazı düşüncelerin ve inançların yanlış olabileceğini saptamak ve bunları gün ışığına çıkaracak kadar dürüst ve cesur olmak, bilim yönteminin çok önemli bir özelliğidir. Dürüstlük, cesur olmak, bilimin kavramları değildir. Ahlakın kavramlarıdır. Bilim insanlarının, aydınların, sanatçıların vs. temel özelliği bu olmalıdır. Bilim onu hak etmeyenlerin ellerinde kısa bir süre içinde değerini yitirir ve yok olup gider.
3 yorum
Serdar kardeşim, enfes bir yazı. Bugünkü ortamı çok güzel özetlemişsin. Hem nalına , hem mıhına derler bizim köyde..🙏
Değerli hocam
Hassasiyetiniz ve konuya yaklaşımınız olağanüstü.
Paylaşımınız için çok teşekkür ediyorum.
Teşekkürler Hocam🙏