Yükseköğretim Kurulu (YÖK) Başkanı Sayın Prof. Dr. Gökhan Çetinsaya, 3 Kasım 2013 tarihinde Akademik Özgürlük Bildirgesi yayınladı. Tüm akademik yaşamı boyunca baskı ve antidemokratik yaklaşımlarla mücadele etmek zorunda olan kalan bir akademisyen için olağanüstü rüyamsı bir durum bu. Teşekkür ederim.
Bildirgeler, açıklamalar, doktrinler şüphe yok ki yeni paradigmalar oluşturmamız yönünde çok önemli. Ama içselleşmemiş her durum iğreti ve bayağı kalıyor. Kişisel kanaatim ve algım; üniversitelerde her düşüncenin her akımın rahatça ve yargısız tartışılabilmesi yönündedir. Bir yönetici ve yıllarca özgürlük ve gerçek demokratik anlayışa sahip üniversite özlemi olan bir akademisyen olarak demokrasiye sahip çıkmamak düşünülemez.
Öğrencilerimle her sohbetimde, onların düşüncelerini rahatça ifade edebilecekleri yerin, bizim kampüsümüz olduğunu ifade ediyorum. İnsanları düşünce, inanç, etnik kimlik, renk, dil gibi zenginlik sayılabilecek özelliklerinden dolayı “öteki” ilan edip, aleyhte propagandayı anlayamıyorum. Bireysel hak ve özgürlükleri sadece kendisine benzer olana tanıyıp, farklı olana cephe alan görüşü kabul edemiyorum. Sadece farklı inanıp, yaşadığı için dışlanmayı ve örgütlü lince uğratılmayı anlayamıyorum. Asla da anlayamadım! Hele de bunları üniversitede yaşadığım zamanlarda hiç anlayamadım.
Akademisyenlik her şeyden önce bir yaşam algısıdır. Yaşamı anlayamayan, sorgulama yeteneğinden mahrum bireylerin değil akademisyen, birey olması bile düşünülemez. Ancak bir güruh içindeki olarak, varlığı karşılık bulabilir.
Üniversiteler, sadece kuru kuruya laboratuvar deneylerinin yapıldığı ve bu sonuçların rapor hâline getirildiği yerler olarak düşünülemez. Üniversite insanın tekamülüne katkı sağlayan, malumat sahibi değil bilim sahibi yapan yerler olmalıdır.
Akademi, bir yaşam tarzıdır. Aralarında alacak verecek hesabı olmayan özgür ve özgün bireylerin düşünsel katkı sağladıkları alanlar olmalıdır. Birilerinin, dogmaların, dedikoduların, koltukların arkasına sığınarak zamanın ve enerjinin tüketildiği yerler olmamalıdır. Emeğini ortaya koyan, emeğe saygılı, bilgi üreten ve paylaşan, başkalarına saygılı insanlar olmalıdır akademisyenler. Kanımca öyledir de!
Sahip çıkmak zorundayız kurumlarımıza. Bilgi üreterek, emeği koruyarak mutlaka da insana saygı göstererek. Her düşünce veya fikir saygıyı hak etmeyebilir; ama insan, kim ve ne olursa olsun sadece insan olduğu için saygıyı hak eder. Yıllarca bize nasıl düşüneceğimiz, nasıl bir birey olacağımız öğretildi. Neye nasıl inanmamız gerektiği dayatıldı. Bazılarımız imalat hatalarına sahip oldular ve işte sorun burada başladı. Farklı olan kötüydü, özgün olan zararlı. Özgürse asla kabul edilemez.
Böyle bir sistem yetiştirse yetiştirse robot yetiştirir. Bireyin nöronal iletisi ve sinaptik kombinasyonçeşitliliği onu farklı kılar kaçınılmaz olarak. Bu zenginliktir, güzelliktir. Renktir yaşamları güzelleştiren. Aynı düşünen, aynı davranan birbirinin tekrarı ne varsa sıkıcıdır, bunaltıcıdır ve gelişimin önünde engeldir.
Üniversite yaşamı gençlerimize yaşamı, bilgiyi, sistemi, bilimi, dünyayı, evreni, insanı ve en önemlisi kendi kendilerini sorgulayabilmelerini öğretmelidir. Not almak için tamah eden değil, onları iyi yetiştirmediğimiz için bizleri sorgulayan nesiller yetiştirmeliyiz. Sınıf geçmek, kadro veya unvan almak için; değil rüşvet vermeyi düşünen, bunun imasına bile tahammülsüz gençler yetiştirmeliyiz. Üniversite sistemine, dekana, hocasına karşı düşüncesini anlatan ve bizim göremediklerimizi gören, ifade eden gençler yetiştirmeli ve onları desteklemeliyiz. Desteğimiz bayağı, aşağı çekici, tamahkâr ve yetersizliğini otoriteye yaslanarak örtmeye çalışanlara sunulmamalıdır. Bunun gerçekleşmesi üniversitelerde üretim ve kalitenin denetlenmesi ile olabilir. Ne üzücü 21. yüzyılda hâlâ“Düşünmek serbest” demek zorunda kalmak! Ama yine de bu satırları özgürce yazabilmek ne iyi!
Bir arkadaşım anlattı; onların üniversitesine bir konuşmacı davet edilir. Ancak, konuşmacının konferansı tüm hazırlıklara karşın engellenir. Konuşmacı yönetim tarafından sakıncalı ilan edilir. Çünkü yönetim, konuşmacının YÖK tarafından onaylanmayacağını düşünür. Yine ne acıdır ki, konuşmacı üst yönetimden gizlice başka bir salonda konuşturulur. Hâlâböyle yöneticiler var mı acaba? YÖK’e teşekkür ederim ve dilerim ki bu özgürlük üniversitelerde içselleşerek karşılık bulsun.
Artık özgürlüğümüz, özgünlüğümüz insan olmamızın bir ürünü olarak kabul görsün. Üniversiteler gerçek işlerine, yani bilim yapmaya yönelip, enerjilerini yetkin bireylerden müteşekkil bir toplum oluşturmaya harcamalıdırlar. Bu yolda adil ve yansız davranmak her birimizin görevidir, diye düşünüyorum.
Saygılarımla