2547 sayılı Yükseköğretim Kanunu’nun 3. maddesinde; “Öğretim Üyeleri: Yükseköğretim kurumlarında görevli profesör, doçent ve yardımcı doçentlerdir.
1) Profesör: En yüksek düzeydeki akademik unvana sahip kişidir.
2) Doçent: Doçentlik sınavını başarmış akademik unvana sahip kişidir.
3) Yardımcı Doçent: Doktora çalışmalarını başarı ile tamamlamış, tıpta uzmanlık veya belli sanat dallarında yeterlik belge ve yetkisini kazanmış, ilk kademedeki akademik unvana sahip kişidir.”
şeklinde tanımlamalar yapılmıştır.
Profesör, Latince “professor” sözcüğünün karşılığıdır ve “bir sanat ya da bilim dalında en yüksek düzeyde uzman” anlamına gelir.
Eğer bu aralarda yeni bir gelişme ya da iptal olmazsa, 18 Nisan 2014 tarihinde üniversitelerin tıp fakülteleri akademik kadrolarında bir çalkalanma ve kan kaybı olacak. Tam Gün Yasası’nın 2011 yılında kanun hükmünde kararnameyle yürürlüğe girmesinin ardından öğretim üyelerinin yaklaşık yüzde 50’si çeşitli yöntemlerle üniversiteyi bırakıp özel hastaneleri tercih etmişti. Kararname iki yıl uygulandıktan sonra kaldırılmış ve üniversitelerden ayrılan öğretim üyelerinin önemli bir bölümü geri dönmüştü.
Bu yıl, torba yasa ile “tam gün” uygulamasına ilişkin yeni kararlar gündeme getirilmiştir. Yeni düzenlemeye göre 18 Nisan tarihinden itibaren kamuda görevli hekimler için özel muayenehane dönemi sona erecek, muayenehanesini kapatmayan veya herhangi bir özel sağlık kuruluşunda çalışmaya devam edenler, ilişikleri kesilmek üzere görev yaptıkları üniversiteye bildirilecektir. Yeni düzenlemede üniversite hastanelerinde çalışan profesör ve doçentler için daha esnek kurallar geçerlidir, ancak bu esneklik de tartışmalıdır.
Akademi adı, Yunanlı Düşünür Platon’un matematik, doğa bilimleri ve yönetim biçimleri gibi konularda ders verdiği Atina yakınlarındaki bir zeytinliğin adından gelmektedir. Akademi geleneği bilim, sanat, edebiyat, felsefe ve müzik konularında son derece önemli idi. Bu ilk Akademi, MÖ 529’da Bizans İmparatoru Justinyen tarafından kapatılmış, ancak, bilimsel ve fikri gelişmeler çok daha gelişmiş akademilerin kurulmasını ve yaygınlaşmasını sağlamıştır.
Akademi sözcüğünün anlamı Türk Dil Kurumu’na göre “1. Yüksekokul, 2. Çıplak modelden yapılmış kadın resmi, 3. Bilginler, yazarlar, sanatçılar kurulu” olarak verilmiştir.
Platon ve Aristo’nun, hiçbir politik ve dini baskı unsuru olmadan öğrencileri ile felsefi ve bilimsel tartışma yarattıkları ortamdan esinlenerek günümüze kadar evrensel ölçekte bağımsız ve tüzel kişiliğe sahip kurumlar üniversite (universitas) adını almışlardır. Akademinin, üniversitenin en önemli paydaşlarından birincisi akademik kadrolardır ve bu kadroların niteliği ve yeterliliği belirleyici faktördür. 24 Ocak 1998 tarihinde Avrupa Birliği Konseyinde alınan karar ile kurulan ve Lizbon ve Bologna süreçleri ile desteklenen Avrupa Yükseköğretim Alanı (EHEA) temel ilkelerinde; “Yükseköğretimden sorumlu olanlar verdikleri hizmetlerin kalite güvencesinden de sorumlulardır.” denilmekte ve “Kurumlar öğretim elemanı ve üyelerinin öğretim faaliyetlerini geliştirecek yetenek ve yeterlilikte olduğundan emin olmalıdırlar.” vurgusu yapılmaktadır.
Bilindiği gibi EHEA’da kalite güvence standartları ve kurumları mevcuttur ve sürekli izleme ve değerlendirmeler yapılmaktadır. Hiçbir şekilde yadsınamayacak bir başka gerçek ise eğitim ve öğretim modeliniz ve hedefiniz ne olursa olsun, bunu uygulayacak nitelik ve yeterlilikte öğretim üyeniz ve elemanınız yoksa bunu gerçekleştiremezsiniz.
Güzel ülkemde akademiler, üniversiteler, yükseköğretim çıplak. Özerklik ve kalite tartışmalarının yanı sıra akademi kadroların niteliği ve gelecek çok ciddi bir problem olarak karşımızda durmaktadır. Akademik unvanlar Avrupa, Amerika Birleşik Devletleri ve gelişmiş ülkelerde sadece üniversitelerde kullanılan unvanlardır ve adayın tüm akademik yaşantısındaki çalışmaları, bilimsel ve klinik aktiviteleri, eğitim ve öğretime yaptığı katkılar, projeleri, patentleri, tezleri değerlendirilip öncelikli olarak kendi üniversitelerince onaylanarak verilen ve ataması yapılan unvanlardır.
Ülkemizde ise her yerde; üniversite dışında, özel sektörde kullanılan unvanlardır. Gelişmiş ülkelerde bulunmayan ve tartışmalı yardımcı doçentlik, Üniversitelerarası Kurul (ÜAK)tarafından yapılan ve sürekli güncellenen asgari şartları sağlayan her adayın kendi isteğiyle katılabildiği sınavlar sonrası doçent unvanı verme ve bekleme süresini ve üniversitelerin kendi belirledikleri şartları yerine getirdikten sonra bir profesör kadrosuna atanarak profesörlük unvanı kazanma şeklinde uygulama mevcuttur.
Doçentlik sınavları 2547 sayılı Kanun’un 24. maddesi ve Doçentlik Sınav Yönetmeliği gereğince ÜAK Başkanlığınca yapılmaktadır. Yönetmelik’le sınav yöntemi ve asgari şartlar belirlenmiştir, ancak asgari koşulları sağlayan dosya değerlendirmesi ve sözlü sınavlardaki sorular ve değerlendirmeler jüri üyelerine bırakılmıştır. Normal şartlarda sorun yaratmayacak bu uygulama ile ilgili olarak, jüri üyelerinin sorularında, değerlendirmelerinde belirlenmiş standartların olmaması ve kişiye özel uygulamalar, adalet ve eşitlik konusunda sorunlar olduğu iddiaları yaygın olarak dile getirilmektedir ve üniversitelerin en önemli etkeni, lokomotifi olan öğretim üyeleri unvanlarının verilme aşamasında yayın barajları konulmasına karşın, günümüzde bilimsel yöntemler dışında çeşitli şekillerde yayın yapabilme ve yayın barajını kolayca aşma (intihal iddialarının yeterince incelenememesi ve yaptırım yetersizlikleri nedeni ile intihaller, para ödendiğinde her şeyi yayımlayan dergiler, ”impact factor”u sıfır olan, bilimsel niteliği olmayan dergiler, internet ve diğer yollarla bulunabilen (aday gerçekleştirmese de adayın adına tez, makale, yayın hazırlayan ticari kuruluşlar gibi yöntemler ile) ve sonrasında bir iki saatlik tartışmalı bir sınavla doçent ve dolayısıyla (rutin yolla, kolayca) profesör olma usulü üzerinde ciddi eleştiriler, kaygılar vardır. Unvan verme ve atamaların üniversitelere bırakılması alternatifinin de, çok sayıda niteliği tartışmalı üniversite olması, kalite standartlarının olmaması, olsa da uygulanamaması, politik ve ticari etkiler, denetim güçlüğü gibi sorunlar nedeni ile tartışmalı olduğu görülmektedir. Çok sayıda üniversitenin açılmış olması ve şiddetli öğretim üyesi ihtiyacı bahane edilerek akademik unvanların daha da kolay verilmesi, hatta minimum asgari zorunlu şartları halleden herkesin profesör yapılması görüşleri dahi gündeme getirilmektedir. Resmi ve gayri resmi açıklamalarda kolayca unvan verilen 30 yaşındaki profesörlerden, uçan profesörlerden, bilimsel yayın, yabancı dil sınavlarındaki çalımlardan, baypaslardan söz edilmektedir (1). Bu tür açıklamalar, çeşitli örnekler, mahkemelere yansımış davalar ve kararlar kaygıları doğrulamaktadır.
Akademik unvan konusu kısa bir yazıda tartışılamayacak kadar önemlidir. Ülkelerin geleceğini ve dünya sıralamasındaki yerini doğrudan ve en önemli etken olarak belirler. Akademiler, üniversiteler ülkelerin bilimsel ve düşünce iklimini, özgürlükleri, kaliteyi, tartışma ortamını ve yaşam standartlarını yansıtan en önemli kurum ve ortamların başında gelir. Bu nedenle, bu konu özellikle konunun ana muhatabı üniversiteler olmak üzere ayrıntılarıyla, bilimsel ve bağımsız yöntemlerle tartışılmalı ve kararlar alınmalıdır.