Türk Dil Kurumu sözlüğünde vicdan, “Kişiyi kendi davranışları hakkında bir yargıda bulunmaya iten, kişinin kendi ahlak değerleri üzerine dolaysız ve kendiliğinden yargılama yapmasını sağlayan güç” olarak tanımlanıyor. Etimolojik olarak Arapça kökenli bir sözcüktür ve “tasavvufta vecd hali, Tanrı aşkı ile dolma” anlamında kullanılmıştır.
Akademik vicdan ya da akademisyen vicdanı diye bir kavram bulamadım. “Etik kavramı” ahlak kavramından türese de, son yıllarda akademide “ahlak ve etik” adına değerli yazılar gördüm. Bu kavramlarla ilgili koca koca laflar etmek haddimi aşmak gibi olur.
Yıllardır keyifle okuyup, TV sohbetlerini keyifle dinlediğim ve meslektaşı olmaktan onur duyduğum Prof.Dr. Erol Göka, “ Bir Müslüman için ahlaki değerler, geçmişte, insandan çok uzakta, kuru ve soğuk normlar ve komutlardan ibaret değiller; hem kendi içimizdeki kötülüğe hem dünyadaki kötülüklere isyan için bize güç veriyorlar. Diğer insanlarla, tabiatla ve yaratıcıyla ilişkilerimizi nesiller boyunca düzenleyen ahlak bize, “şah damarımızdan daha yakın” bir kaynaktan geliyor” der ve en güzel tanımlamayı yapar.
Benim derdim akademisyenin vicdanı. Nereden çıktı bu konu, dediğinizi duyar gibiyim. O zaman ben sorayım: Öğrenci mi akademisyene muhtaç? Akademisyen mi öğrenciye muhtaç? Haydi, çıkın işin içinden!
Son yıllarda, Almanya’da tıp eğitimi konusunda mecburen bilgi edinmek zorunda kaldım. Almanya’da 38 tıp fakültesi var ve bu fakültelere girebilmek gerçekten çok zor. Deveye hendek atlatmak daha kolay sanki. Türkiye’de 73’ü devlet ve 28’i vakıf olmak üzere 100’ü aşan tıp fakültesi var. 84’ü aktif, 75 bin öğrenci var. Galiba daha da artacak. Akademisyen sayısına girmeyeceğim.
Yükseköğretim Kurulu (YÖK), size öğretim üyesi unvanı vermişse artık sizin omzunuza yeni bir yük gelmiş demektir. Üniversiteye gelen genç çocuklar artık her şeyi ile size emanettir. Bu emanete bizler, bilim ve meslek öğretmek zorundayız.
Covid-19 günlerinde tıp eğitiminin uzaktan yeterince iyi olamayacağını gördük. Bilimsel heyecanın keyfini, “Eşref-i mahlukat” dediğimiz insanın, canının kıymetini öğretmek bizim boyun borcumuzdur. Teknoloji ne kadar gelişirse gelişsin, insanın ruhu ile özgün olduğu için hastanın nasıl muayene edileceğini ve ona nasıl insanca yaklaşılacağını ustaca öğretmek gerekli.
“Öğrenci veya asistan doktorun bana ihtiyacı var, ben zaten profesör yada doçent unvanımı almışım, ……. hastanesinde çalışırım” dersen, işte orada dur derler sana. Ülkenin geleceğinin inşa görevini yapmayacaksan bırak o cüppeyi ve unvanı.
“Öğrenciler olmasa Maarif Vekaleti ne kolay idare olurdu” efsanesi gibi. Bana prof …… desinler ama ben hiç ders anlatmayayım, mesleği öğretmeyeyim! Burada “AKDEMİK VİCDAN, AKADEMİK AHLAK” devreye girmeli. İster kamu ister vakıf olsun; tıp fakültesindeki her öğretim üyesi için eğitim vicdani bir görevdir, reddetme ve kenarda tutma hakkımız yoktur.
YKS sonucunda en iyi sonuçları alan çocuklar önümüzdeki günlerde aileleri tarafından yine biz akademisyenlere emanet edilecekler. YİNE, YENİ EMANETLER, YENİ UMUTLAR, AYDINLIK GELECEK İÇİN.