Gerek akademik yayınların hakemliği, gerekse editörlük olsun vicdani sorumluluk duygusuyla yapılması gereken görevlerdir. Her ikisinde de dikkate alınması gereken kriter, bilimsel doğruluk ilkesidir. Sayın yazarların akademik yayınlarla ilgili yazılarında dile getirdikleri sorunlar, hakem olarak karşılaşılan güçlükler gibi tespitlerini ilgiyle okudum. Ben, hakemlikle ayni önemlilik düzeyinde olan kitap editörlüğüyle ilgili edindiğim deneyim, izlenim ve karşılaştığım güçlükleri sizlerle paylaşmak istedim.
Hemşirelikte Yönetim dersini verdiğim yıllarda, yönetimde pek çok kavramı ders programına katmış ve 1993 yılında Hemşirelik ve Yönetim adlı bir kitap yazmıştım. Kitap diğer üniversite Hemşirelik Yüksek Okullarında da ders kitabı olarak kullanılmaya başlandı. Daha sonra 1996 yılında, Vehbi Koç vakfından Hemşirelik Hizmetleri Yönetimi El Kitabı adlı bir kitabın yazılmasında editörlük yapmam istendi. Ben dahil, diğer Hemşirelik Yüksek Okullarından bu dersi veren beş kişilik bir grupla kitap yazıldı. Kitabın birinci baskısında konuların uzmanı ve o konuları öğreten öğretim üyeleri olduğu için kitapta dil birliği ve konular arası tutarlık olması gerektiği gibi sağlanmıştı.
Bir süre ders kitabı olarak kullanıldıktan sonra, kitabın güncellenmesine karar verildi. Ayni adla basılacak kitabın editörlüğü yine benden istenildi. Kapsamı genişletilen kitap, bu sefer akademik format, üslup ve içerikte yazıldığı halde adı yine Hemşirelikte Yönetim El Kitabı olarak kaldı. Çünkü kitaba el kitabı denilmesinin amacı, kitabın hemşirelerin çalıştığı her serviste el kitabı olarak bulundurulmasını teşvik içindi. Kitapta söylem ve eylemlerin örtüşmesi ve yazılanların uygulamaya aktarılabilmesi koşulu üzerinde de çok duruldu.
Güncelleme çalışmalarında yine ayni yazarlar bulunmakla birlikte yazar sayısı, ben dahil on dörde çıkarılmıştı. Katılan yeni yazarların seçiminde benden katkı alınmadı. Çalışmaya başlandıktan sonra yazarlar arasında akademik deneyimlerinin kitap yazacak düzeyde olmadığı anlaşıldı. Diğer sorun da İngilizce sınavlarında barajın giderek aşağıya çekilmesinin etkileri yazılanlara yansımaktaydı.
Kanımca kişinin kitap ya da akademik bir yazı yazmak için o konuyu çok iyi bilmesi ve yazarken akademik yazı yazma kurallarına uyması beklenir. Bugün içinde yaşadığımız çağda bilgiye ulaşmak çok kolaylaşmıştır. Kitap ya da makale yazmak için yola çıkmış bir kimse, konu hakkında bildiklerini destekleyici, doğrulayıcı ve zenginleştirici yazılar arayabilir ve başka yazarlar tarafından, ayni konuda neler yazıldığına bakabilir ve onlardan yararlandıysa, bunu yazım kurallarına göre belirtir. Aksi halde yazılanlar başkalarının yazdıklarını biri birine eklemek gibi oluyor.
Kitabın yazımında benim gördüğüm kadarıyla İngilizceden Türkçeye tercüme edilerek alınan bilgiler esas başlıktaki konuyla bağlantısı kurulmadan alınmış, daha sonrakilerde ayni biçimde devam etmişti. Hatta kitabı okurken konudan koptuğumun farkına vararak konuyu tekrar hatırlamak için, başa dönmem gerekmiş ve zaman kaybetmiştim. Bununla birlikte bir yazara yanlışını kabul ettirme güçlüğü yaşamıştım. Aslında bu yazar seçiminde yapılan bir hatanın sonucuydu. Böyle bakıldığında yazarları seçenlerin de bu görevi yerine getirirken çok etraflı düşünmeleri önerilebilir.
Şunu da eklemeden geçemeyeceğim: 550 sayfalık kitabı üç kez okuduğum halde acaba dikkatimden kaçan yanlışlıklar oldu mu kaygısını hala taşımaktayım.
1.863
önceki yazı