Ülkemizde akademik yükseltilme ve atama kriterleri sürekli bir değişim içinde olduğunu ve nihai net kriterleri belirleme kararsızlığımızın devam ettiğini üzülerek takip ediyoruz. Her ne kadar gelmek istediğimiz akademik unvana sahip olsak da ardımızdan gelen genç, dinamik, meraklı ve çalışkan akademisyen adaylarımızın bu süreçten menfi yönde etkilenmesi elbette bizi de üzmektedir. Bir dönem sonrası için gerekli kriterlerini yerine getirmiş iken tekrar kriterlerin değişmesi ilgili arkadaşlarımızın ivmesini iyice düşürmektedir. Elbette akademik kriterlerinin çağdaş bilime uygun olarak değişikliğe uğraması normal kabul edilebilir. Bu anlamda kolay kazanılan bir unvan olmaması gerekir. Bu durum, ülke şartları, akademik süreçte uluslararası ve ulusal bilimsel dergilerin çalışmalara bakış açısı, özellikle uluslararası bilimde objektifliğin ve tarafsızlığın darbe aldığı ve bilimin paraya mahkûm olduğu günümüzde bu konu daha da önem kazanmaktadır. Dünya standartlarına baktığımızda mutlaka her ülkenin belirlenmiş kendi kriterleri vardır. Bu ülkenin şartları doğrultusunda yapıldığı da bir gerçektir.
En son revizyona uğrayan akademik kriterlerdeki değişim birçok tartışmayı ve itirazları beraberinde getirmiş ve çok sayıda arkadaşımız bu yüzden mağdur olmuş ve bir sonraki dönemde başvuru hayalleri tabiri caizse suya düşmüştür. Ben burada bu kriterleri tek tek gündeme getirip değerlendirmekten çok yüzeysel ve sosyal anlamda yol açtığı yaraları ifade etmek amacıyla bu satırları kaleme alıyorum. Kriterler neye ve hangi ihtiyaca binaen değişikliğe gidilme ihtiyacı duyulmuştur? Hatırladığım kadarıyla iki yıllık aralarla bu değişimler yaşanmakta ve bir türlü artık son ve kesin kriterlerimiz budur sonucuna varamıyoruz. Bu geleceği görememe mi, farklı kişilerin farklı fikirlerinin etkisi mi, yoksa zorunlu bir ihtiyaç mı? Bunu net olarak masaya yatırmamız ve yeniden değerlendirip bu ve değiştirilemez veya değişime ihtiyaç yoktur veya bütün beklentileri karşılıyor diyebilecek son şeklini vermeliyiz.
Geçmişte sadece vaka takdimleri ile akademik unvanı alanların çok sayıda bilimsel makalesi olan akademisyenleri nasıl mağdur etiğine çok şahit olduk. Kişilerin dünya görüşü nedeniyle yıllarca mağdur edilen hocalarımıza, arkadaşlarımıza çok şahit olduk. Neredeyse akademisyenlik tarikatını oluşturup bunun içinde olmayanları tırpanlayanları çok gördük. Doçent olmak için bıyığını kesen, küpe takmak zorunda kalan, alkol kullanmadığı halde kadeh nasıl tutulur diye çalışma yapan ve kongrelerde ilgili tarikat şeyhlerinin viski kullanıyor izlenimini vermek için bardağına şalgam dolduran hocalarımızı çok gördük ve şahit olduk. Ne acıdır ki hocam on ikinci yılın sonunda doçent olabilmiş ve jüridekilerden daha fazla sayıda yayını bulunmaktaydı. Şu hatırasını hiç unutamıyorum. Sınava giderken başka bir hocamız bıyıklarını kesmesini tavsiye etmiş oda bıyıklarını sınav öncesi kesmiş yine doçent olamamış ve hocayı ameliyat sırasında yakalamış ve ‘ bıyıklarımı da kestim, yine doçent olamadım’ deyişi bende bile ciddi bir travma oluşturmuştu. Öyle ki gün geldi bizde doçentlik sınavına girerken jüri başkanı sabah sınavda içmek için viski almamızı istemiş ve viskinin markasını dahi bilmeyen arkadaşımla zorlu sınav öncesi şok büyük bir yaşamıştık. Ve sınavı geçince jüri başkanının mesaj verir gibi ‘ Bak Mustafa! Senin kitabını bismillahirrrahmanirrahim diyerek imzalıyorum’ diyerek diğerlerinin şaşkın ama benim ne mesaj verdiğini anlayarak seyretmemiz ayrı bir şaşkınlık ama benim için en kıymetli hatıra olarak zihnimde yer almıştı. Niye? Niçin? Bilimin dili, partisi, düşüncesi olur mu? Olmamalıydı ama varmış da karşılaşınca varlığını hissettik, şahit olduk, yaşadık ve genelde mağdur olduk.
Belki denilebilinir ki bu hikâyeleri niye anlatıyorsun? Ben bu ülkede din, ırk, düşünceler değil de sadece bilimin etkin olduğu bir alanda akademik süreçte günümüze kadar yaşanan sıkıntıları, mağdur edilenenleri, ötekileştirilenleri ve sadece ben bilirim diyen ve akademik unvanı ben veririm diyen zihniyetin insanları nasıl mağdur ettiğini dile getirmek istedim. Geçmişte bu mağduriyetleri hocalarımız yaşadı, büyüklerimiz yaşadı ve biz yaşadık. Şükürler olsun ki günümüzde artık bu mağduriyetler ve zihniyetler yok ama bu sefer kriterlerdeki zihniyet gençlerimizi mağdur etmektedir. Etrafımızda bu şekilde mağdur olan, ümidini yitirmiş ben ne yapacağım endişesi ile bir yandan sağlık hizmeti ve eğitim görevini eksiksiz yapmaya çalışan ama diğer taraftan bu endişeyle yaşayanların endişesi giderilmelidir. Öyle bir noktadayız ki hekimler için konuşursam artık akademisyen olmanın maddi olarak bir avantajını kalmadığını ve uzmanın bile maddi manada ve emeklilik maaşı konusunda daha iyi olduğunu belirtmek isterim.
Sonuç olarak son akademik kriterlerin yeniden gözden geçirilmesi şart olmuştur. Bu yeni revizyon tüm akademisyenlerin veya kurumların kendi bünyesinde oluşturacakları komisyonlarla bir dosya halinde sunulması ve bu öneriler doğrultusunda ve tekrar değiştirilmesine ihtiyaç duyulmayacak şekilde düzeltilmesi gerekir. Özellikle kitap bölümünde editörün izin konusu ve yayınevi maddesi ivedilikle değiştirilmesi en azından son düzenleme yapılacak şekilde mevcut kriterlerin iki dönem sonrasına ertelenmesi dosyası hazır durumdaki arkadaşlarımıza motive edecektir.
Çünkü artık milli kriterlerimizi değişmeyecek şekilde, bilimden taviz vermeden ama ciddi emek sonrası elde edilebilecek ve ortak aklın ürünü olacak şekilde ivedilikle yeniden değişimin şart olduğuna inanıyorum. Çünkü mevcut değişim büyük huzursuzluk, mağduriyet ve itirazlara maruz kalmış bulunmaktadır. Bilim emek ister, emeğin karşılığı en kısa sürede verilmelidir.
6 yorum
Hocamız çok doğru yazmış. Şu anki kriterler periferde hem yoğun çalışan hemde yayın yapmak zorunda olan hekimleri mağdur etmiştir. Büyük merkezlerde ve kalabalık olan grupları etkilememiştir. Yayınlarda halen ideolojik körlük ve paylaşmama devam etmektedir. Üniversitelerde bir çok asistanın bu sebepten hakkı yenmektedir. İdeolojik kamplaşma nedeniyle akademik işlerden uzak tutulan asistan ve uzman ekibinin varlığı halen devam etmektedir…
Toplumlar liyakati (emeğe saygıyı) kabul veya reddeder. Böylece refah düzeylerini belirlerler. Müslüman mahallesinde salyangoz işi nafile bir çabadır.
Hocam elinize sağlık…
Akademisyen olma yolu zordur ve bu yola “bilinerek, hatta vura vura bildirilerek” girilmeli;
Dosya kriterleri uygundur (sözlü sınava giren biri olarak).
Sadece geleceği “doğru basamaklamak” ve “uluslararası/ulusal standart akademisyen yetiştiriciliği ilkelerini hesaplamak” gerekir.
Akademisyenlik tıp fakültesi sıralarında (koskoca 6 yıl) başlamalı (akademisyenliğe giriş dersleri olmalı) staj yapılırken klinik ve ameliyathane koridorlarında pişirilmeli ki (TUS kurslarına gitmek için ayrılan zamanlara acırım hep) asistanlık arkasından da uzmanlık dönemlerinde “tadım sofralarına” güvenle sunanlardan olunabilsin.
İstediği kadar kriter gelsin sonrasında…
Korkan ne olsun!
Deriz…
Saygıyla
Kıymetli hocalarım görüş ve yorumlarınız için teşekkür ederim. Ben bir dönemin sıkıntılarını yaşamış ve şahit olmuş olarak sıkıntıları dile getirdim. Her dönemde bu yolda maalesef farklı sıkıntılarla yüzleşiyoruz. Şu veya bu durumların akademik yani bilim camiasında ve yolunda yaşanmaması gerekir.
Bir diğer açıklama ihtiyacı duymak zorunda olduğum konu akademisyenlerin maddi nedenle veya daha iyi para kazanmak için yapılan bir mücadele değildir. Belki uzman veya akademisyen olmayan sağlıkçı meslektaşlarımın durumu ile kıyas yapmamdaki amacım bilim yolundaki insanların maddi kaygılarının olmaması gerekir. Çevremde birçok insan akademik yürüyüşü terkedip normal uzman kadrosu ile çalışma yolunu tercih etmektedir. Tabi bu sağlık alanı için geçerli. Mutlaka benzer durumlar diğer alanlarda da vardır. Akademisyenlerin para ile imtihanı olmamalı ki gereği yapılabilsin.
Saygılarımla
Sayın hocam kıymetli görüş ve önerileriniz için teşekkür ederim. Sosyal ve beşeri bilimlerdeki şartlarda kitabın web of science olması işimizi çok zor durumda bırakıyor. Çoğu bilim insanı binbir emekle kitap yazmış ama kitap Türkiye’deki bir uluslararası yayınevinde basılmış. Nitekim Türkiye’de bu şartları sağlayan yayınevi yok. birkaç yılda yazılan kitabın değeri 5 puan oluyor. Diğer şartlar bu alan için uygundur diye düşünüyorum. Saygılarımla
Teşekkür ederim kıymetli hocam. Aslında burada biraz dile getirmeye çalıştığım geçmişte hocalarımızı ve hatta bizi bu yolda adım atmamızı sağlayan yazılı kriterler değil yazılı olmayan kriterlerin acımasızlığını hatırlatmakta. Bu yazılı olmayan kriterler kişinin bıyığı,sakalı, giyimi ve düşüncesiydi ve her jüri üyesinin zihninde farklı kriterler baskındı. Bizler ve çoğu insanınız o günler yazılı değil, yazılı olmayan kriterlerin kurbanıydık. Çünkü yazılı kriterler fazlasıyla sağlanıyordu.
Şükürler olsun ki günümüzde bu yazılı olmayan kriterler büyük oranda etkinliği azalmış durumda. Fakat bu seferde sürekli değişime uğrayan yazılı kriterler yeni nesli zorlamaktadır.
Saygılarımla