Batı dünyası özellikle modernleşme süreci ile birlikte dünyanın sürekli gündemindedir. Batı rönesans, reform, aydınlanmanın yanı sıra coğrafi keşifler, sömürgeler ile de bugünkü mevcut konumunu kazanmıştır. Müslüman toplumlar batı tarafından sömürüldüklerini ifade ederken elbette haklıdırlar. Ancak bu söz batıyı sadece sömürgeden ibaret görmek ise tespit hatalı ve eksiktir. Zira batı aynı zamanda üniversitedir, entelektüelitedir.
Aydınlanma düşüncesinin bir ürünü olan aydın, toplumdaki sorunların farkındalığıyla öne çıkan, bilgi seviyesi yüksek bir kategori olarak toplumun sorunlarına dair analiz ve çözümlerini farklı iletişim kanallarından halka sunan bir profildir. Benzer bir tanıma sahip olan entelektüel ile aydın arasında bir nüans vardır. Aydın aynı zamanda halkın yönlendirilmesinde fiili olarak da aktif rol alan; tabiri caizse ameli boyutu da olan bir profilken, entelektüel daha çok salt akli ve soyut düşünceye göndermelerle tanımlanmaktadır.
Tabii olarak aydın ve entelektüel kavramlarının batı orijinli kavramlar olduğu hemen dikkati çekecektir. Müslüman toplumlarda ise bu iki profilin karşılığı “âlim” dediğimiz figürdür. “İlm” kökünden gelen âlim, bilgi boyutuyla halktan farklılaşmayı ifade ederken, aynı zamanda ameli boyutuyla da halka örnek olmak bakımından öne çıkmaktadır. İslam toplumlarının temel mentalitesi açısından âlim, devletle halk arasındaki mesafede “toplum”a karşı yükümlü olup daha sivil karakteristikler taşımaktadır. Öte yandan İmam-ı Azam örneğinde olduğu gibi, âlim bilgisi ve ameli yanında “doğru”ları sonuna kadar savunur. Nitekim İmam-ı Azam eziyete maruz kalmış bir âlim olarak tarihteki yerini almıştır.
Modernleşme tarihimiz boyunca giderek kaybolan bir figür haline gelen âlim, buna bağlı olarak toplumdaki etkinliği zayıflamış görünmektedir. Özellikle islami ilimlere olan vukufiyeti önem kesbeden ulemanın bugün her bakımdan bir içerik daralmasına uğradığı görülmektedir. Bu sebeple meseleyi “entelektüelite” kavramı üzerinden anlatmak durumundayız. Ayrıca bugün eskiye oranla âlim, entelektüel ve aydının rol ve etkinliklerinden ciddi değişimler olduğunu da belirtmeliyiz ki, bu bir başka tartışma konusudur.
Entelektüel ile üniversitenin ilişkisi bu noktada açıklanmalıdır. Modern zamanlarda üniversiteler bilginin analiz edildiği, tartışıldığı ve üretildiği mekanlardır. Dolayısıyla “bilgi” temelli tanımlanan entelektüellerin yetiştiği ve neşv-ü nema bulduğu mekanlar üniversitelerdir. Aydın ve entelektüellerin üniversitede mezunu olma, üniversitede çalışma, akademisyen olma gibi niteliklerle mücehhez olma mecburiyetleri yoktur. Yani akademi dışında da birçok aydın ve entelektüel olabilir. Fakat yine de entelektüellerin büyük oranda üniversite ve akademi ile ilintili oldukları bir gerçektir. Bu durum akademi ile entelektüel arasındaki ilişkinin daha yakından ele alınmasını zorunlu kılmaktadır.
Entelektüel kavramından soyutlanarak elde edilen “entelektüelite” kavramı ise, burada özellikle entelektüelin içinde yaşadığı en yakın toplumsal çevreden dünya sınırlarına kadar insanlığın yaşadığı sorunlara dair en geniş tartışma ve analizler yapmak, özgürce tartışmalara katılmak, sorunların çözümü için hiçbir yerden görevlendirilmeyi beklemeden görüş ve perspektifler sunmak gibi içeriklerle tanımlanabilir. İnsanlık için dertlenen entelektüel, tüm bu tartışma ve üretimleri ile işini profesyonel bir meslek olarak görmez. Daha çok amatör bir ruhla çalışır.
Normal şartlarda “akademisyen” dediğimiz üniversite mensubunun, tanımlanan entelektüellik ve entelektüelite ile örtüşmesi gerekmektedir. Fakat akademya ile entelektüelite bugün birbirinden giderek uzaklaşmış görünmektedir. Böyle bir tezin öne sürülmesinin bizim açımızdan üç gerekçesi bulunmaktadır. Birincisi, akademyada elbette birçok bilimsel çalışma yapılmaktadır. Fakat bunlar belirli dergilerde yayımlanma ve belirli sayıda yayımlanma gibi niceliksel bir boyuta evrilmiştir. Halbuki eser yayımlamaktan maksat, bunların insanlığın sorunlarına bir şekilde değmesi ve onları yüksek sesle tartışıyor olmasıdır. İkincisi, akademya giderek bürokratik bir nitelik kazanmaktadır. Üçüncüsü ise, en yakın toplumsallıktan başlayarak dünyaya dair genişleyen sorunlar, akademyada yeterince tartışılma imkanı bulamamaktadır.