“Akademisyen olarak toplumsal görevlerimiz nelerdir?” sorusunu kendime sordum, yanıtlanması zor bir soru olduğunu bir kez daha fark ettim. Bu soru ardından “Akademisyen nasıl olmalı?” sorusunu da sürüklüyor. Bu sorular bana hep hocalarımı anımsatıyor. Felsefe, sanat, tarih ve bilim bilen, konuşsa diye ağzına baktığımız hocalarımız vardı. Her birinden birçok şey öğrendiğimiz güzel insanlar.
O muhteşem insanların günümüz tıbbının bulunduğu yere gelmesindeki etkileri tartışılamaz. Benim için idol oldukları bir gerçek. Acaba günümüzün akademisyenleri o kadar etkin olabiliyorlar mı? Üniversite ortamı evrensel düşünce perspektifinin öğrenildiği, öğretildiği yerlerdir. Elbette mesleki bilgiler de buralarda edinilmekte. Üniversiteler, bireye evreni ve yaşamı algılayabilme, sorgulayabilme yetisi kazandıran yerlerdir. Üniversitede olmak da bu nedenle akademisyenlere büyük bir sorumluluk yüklemekte. Bu sorumluluk gerçekten yerine getirilebilmekte mi? Yanıtın “evet” olması durumunda tüm sorunlar çözülmüş olmalıydı; kaldı ki sorunlar çözülmekten çok uzaktadır. İşi insan olan biz hekimler, eğer akademisyensek işimiz galiba daha da zor. İnsanla uğraşmak, bir anlamda makrokozmozun tamamıyla uğraşmak gibi. İnsan, bir bakış açısıyla mikrokozmozdan başka nedir ki? Mikro ve makro birbiri ile çok yakın etkileşim içindedir. Hekim, hastaya sadece hasta ve hastalık olarak bakamaz, bu olayın bir boyutu. Diğer uçta ise bilimsel tavır bulunmakta; o tavır sistematik düşünebilme yeteneği, olaylara tarafsız bakış, gözlemleyebilme yetisi, yaşamı sorgulayabilme ve evrenle birlikte ele alabilme niteliği gibi tutumlardan oluşmaktadır. Bu tavır, aynı zamanda bir ilke sahibi olmayı; başlangıçta tezat oluşturur gibi görünmekle birlikte, aynı zamanda esnek olabilme yeteneğini de gerektirmekte. Tüm bunları alt alta koyunca özgün bir bireysel yapının resmedildiği açıktır. Ve daha nice nitelik bilim insanı kimliğini oluşturacaktır.
Oysa günümüzde üniversitelere alınan akademik kadrolarda bu tutumlar sorgulanacak noktadadır. Akademik kadrolara atanmak için yabancı dilde yapılmış birkaç yayın ve bir yabancı dilde belli bir puanı almak yeterli gibi görülmeye başlanmıştır. Bu parametreler bir temel yapı oluşturmak için gerekebilir veya daha fazla yayın istenerek çıtanın yükseltilmesi için çaba da gösterilebilir. Ancak bu kıstaslar bir akademisyeni, akademisyen yapmak için kuşkusuz ki yeterli olmayacaktır. Toplumsal bakış açısının ilerisinde insanlığa hedef gösterebilecek bir düşünce ve davranış modelinin akademisyenden beklenmesi hoş olurdu diye düşünüyorum. Bilimsel üretimin, sadece bir alanla sınırlanması mümkün görünmemektedir. Geniş bir bakış açısından yoksun bilimsel üretkenlik, eğer olabiliyorsa, sadece öykünmekten ibaret olacaktır. Geldiğimiz noktada akademisyen olarak yaptığımız, bir öykünme izlenimi veriyor. Eğer bir akademisyenden “Ben asla tıp dışı kitap okumam” tümcesini duyabiliyorsanız, tehlike çanları çoktan çalmış demektir. Eğer kültür diye sözünü ettiğimiz şey, sadece magazin kültüründen ibaret olmuşsa ve konuşmalar sığ sularda dolaşıyorsa vay halimize. “Felsefenin” anlamsız bir zaman yitimi olduğunu söyleyebilecek kadar zavallı insanlar bilim insanı kimliği ile üniversitelere doluşturulmuşsa ne olacak gelecek nesiller? Bu düşünce yapısından nasıl olur da nitelikli bilimsel üretim çıkar ki?
Bilimsel indekslerde akademisyenlerin yayın sayısının arttığı doğru, ama niceliğin her şey olmadığını bilerek, nitel olarak nerede olduğumuzu sormak, işlevselliğimizi sorgulamak ve gelecekte üniversiteler için neler yapabileceğimizi düşünmek için zaman gelmiş olabilir mi?