Eğitim ve öğretimin geleceğimiz için en hayati konu olduğunu biliyoruz. Grigoriy Petrov’un “Beyaz Zambaklar Ülkesinde” isimli kitabını okuyanlar hatırlayacaktır; Finlandiya mucize denilebilecek bir dönüşümü yaşamıştır. Petrov, Finlandiya’da yaşanan mucizenin başka ülkelerde de olmasına çabalamış ve bunu bilen Mustafa Kemal Atatürk kitabı dilimize kazandırmıştır. Yoksulluğun, geri kalmışlığın, şiddetin ve saymakla bitiremeyeceğim bütün olumsuzlukların temelinde bir eğitim sorunu vardır. Bu yazımda sizlerle Üniversite Araştırmaları Laboratuvarı’nın üniversiteler ile ilgili olarak yaptığı araştırmanın sonuçlarını paylaşacağım. Önce size bu kuruluşu tanıtmak istiyorum. Üniversite Araştırmaları Laboratuvarı / Un (ÜniAr) Dr. Engin Karadağ ve Dr. Cemil Yücel tarafından kurulmuştur. ÜniAr, üniversite ve yükseköğretim üzerine araştırmalar yapan bağımsız bir araştırma laboratuvarı olup, Türk Yükseköğretim Sisteminin gelişimine katkı sağlamayı amaçlamaktadır. ÜniAr tarafından yapılan Türkiye Üniversite Memnuniyet Anketi (TÜMA) sonuçları, akademik yaşamın sorunlarını ortaya koyması bakımından oldukça önemlidir. Bakalım bu anketin sonuçları bize ne gösterecek!
TÜMA’nın “Akademisyenlerin Gözünden Üniversiteler” başlıklı sonuçlarını aşağıda özetlemeye çalışacağım (https://www.uniar.net/ekoloji erişim tarihi 12.9.2020). Tükenmişlik hissi ve mutsuzluk, yönetimdeki siyasi angajmandan rahatsızlık ve ilişkisel toksidite (dedikodu, kıskançlık, mobing) alanlarının puanları değerlendirilmiştir. Bu değerlendirme sonuçları “Türkiye’de üniversitelerin akademik ekolojilerini ifade eden puanların ortalamaları maksimum 100 üzerinden 48,4 ila 64,5 arasında değişmektedir. Akademisyenler kendilerini orta seviyede akademik özgür olarak görmekteler, üniversitelerinin yönetiminden memnun değiller, yoğun şekilde tükenmişlik hissi ve mutsuzluk yaşamaktalar ve üniversitelerine aitlik ve bağlılık hissi beslememektedirler. Ayrıca üniversitelerimizde kurum içi ve dışı işbirliği atmosferinin, akademik kültür ve desteğin ve öğretim kalitesinin düşük olduğu, buna karşın yönetimin siyasi angajmanın önemli seviyede rahatsızlık duydukları akademisyenlerce rapor edilmiştir. Ek olarak, vakıf üniversitelerin önemli ölçüde vakfetme kültüründen yoksun olarak hareket ettikleri söylenebilir.” şeklindedir. Vakıf üniversiteleri akademisyenleri kendilerini daha özgür hissederken, tükenmişlik ve mutsuzluk daha az düzeyde bulunmuştur. Yine bir diğer sonuç ise akademik vakıf üniversitelerinde kurum içi ve kurum dışı işbirliği atmosferi, akademik destek ve kültür ve öğretim kalitesi devlet üniversitelerine göre daha iyidir.
Akademik kariyer ilerledikçe mutsuzluk ve tükenmişlik daha az, özgür hissetme oranları ise daha yüksek bulunmuştur. Bu durumun nedenleri araştırıldığında ise “Akademisyenlerin performanslarını etkileyen kısıtlamaların başında Türkiye’deki akademik kültür gelmektedir. Çalışmaya katılan akademisyenlerin %50’sinden fazlası Türkiye’deki akademik kültürün akademik performanslarını olumsuz etkilediğini belirtmişlerdir. Bunu %36 ile dersler, %35 ile teşvik sistemleri izlemektedir.” denilmektedir.
TÜMA sonuçlarını 30 yıllık akademik geçmiş ve 40 yıllık üniversite deneyimimle hiç şaşırtıcı bulmadım. Üniversitelerdeki işleri eğer yönetsel işleri bir tarafa bırakacak olursak lisans dersleri, yüksek lisans dersleri ve eğitimleri, bir de bilimsel araştırmalar olarak sınıflandırmak yanlış olmaz. Bir akademisyenin başta araştırma olmak üzere bu işlerden keyif alması beklenir. Akademisyen sorgulayıcı, araştırıcı, meraklı, mevcut durumu değiştirmeye çabalayan, içsel motivasyonu yüksek, okuma ve yazma sevdalısı bir karakter sergiler. Akademide işler emir komuta zinciri ile yürümez, ancak bilen kişiye saygı olarak nitelendirilebilecek bir hiyerarşik yapılanma sergilenir. Uzun yıllardır devlet üniversitelerine “referans” ile akademisyen alınmakta ve akademik kadrolar bu şekilde yapılandırılmaktadır. Bunu üniversitelerin akademik kadro ilanlarında net ve açık bir şekilde görebilirsiniz. Bazen o kadar abartılmış bir hale gelmektedir ki, neredeyse kadroya atanacak kişinin kaşı ve gözü tarif edilmektedir. Üniversiteler bilgi, üretim, kısaca liyakat kültüründen uzaklaştıkları ölçüde mutsuz ve tükenmiş insanlar üretecektir. Üniversiteler bizim geleceğimizdir. Unutmamak gerekir ki, geleceğin hakimleri, hekimleri, mühendisleri, öğretmenleri ve bilim insanları bu kurumlardan yetişecektir.
Yine TÜMA sonuçlarına dönersek, “Akademisyenlerin performanslarını etkileyen kısıtlamaların başında Türkiye’deki akademik kültür gelmektedir. Çalışmaya katılan akademisyenlerin %50’sinden fazlası Türkiye’deki akademik kültürün akademik performanslarını olumsuz etkilediğini belirtmişlerdir. Bunu %36 ile dersler, %35 ile teşvik sistemleri izlemektedir.” Akademik kültürün olumluluğu ve siyasi angajmandan arınmışlık vakıf üniversitelerinde daha yüksek bulunmuş.
Bu çalışmanın sonuçlarına bakacak olursak Türkiye’de üniversiteler akademik bir atmosfer üretememektedir. Üniversitelerin mevcut hantal yapılanması aklıma hep “Devlet’e kapak atmak” kavramını getirmekte. Aslında Devlet Üniversiteleri sisteme uyduğunuz, yukarıdakine ve belli çevrelere biat ettiğiniz sürece hiç sorun yaşamadan tıkır tıkır bütün akademik aşamalarınızı kolayca tamamlayabileceğiniz cennetlerdir. Eleştiri kültüründen yoksun, boyun eğme, kabullenme ve “çıkıntılık yapmama” tavrı ile yükselmemek imkansızdır. Ancak bu kültürün ve üniversitelerin yozlaşmasının ülkemize verdiği zarar inanılmaz ölçüdedir. Öğretim üyesi sadece kuru epistemi üreten birisi değildir. Öğrenciye ve gençlere rol model olma yeteneğine haiz, okuyan, yazan, düşünen, kısaca örnek alınası kişidir. Liyâkatten uzak atamalar ve haksız yükseltmeler, çalışan ve üreten gerçek akademik potansiyeli olan genç akademisyenleri erken yaşlarda tüketmektedir.
Bütün bu olumsuzluklara rağmen vakıf üniversiteleri, öğretim üyeleri için daha teşvik edici hale gelmektedir. Devlet üniversitelerinin varlığı sadece devlete bağlı iken, vakıf üniversitelerinin hayatta kalabilmesi pek çok faktöre, illa da öğretim üyesi kalitesine bağlıdır. Elbette TÜMA verilerinin başka bakış açıları ile de değerlendirilmesi gereklidir.
Tükenmeden, engellenmeden, ilerleyerek ve üreterek var olabileceğimiz bir akademik atmosfer bütün akademisyenlerin arzusudur diye düşünüyorum. Bir başka yazıda buluşmak üzere, veda ederken sizlerle “kaybettiğimiz sağlık çalışanları’na” atfettiğim bir rubâimi paylaşmak isterim.
HİCRÂN YORGUNU
Fâilâtün/ Fâilâtün /Fâilâtün / Fâilün
(— • — — / — • — —/ — • — — / — • —)
Göçmeyin kuşlar, hazân gülzârı hüsrân yorgunu!
Gitmeyin dostlar, gönül güz vakti mihmân yorgunu!
Yolculuklar hep vakitsiz bir dönülmez ülkeye,
Bekleyenler öyle mahzûn hepsi hicrân yorgunu!
Dâi Dilek