Kadın ya da erkek olsun fark etmez, insanların , toplulukların ya da milletin istediği ; demokratik, laik, sosyal bir hukuk devletinde mutlu ve huzurlu yaşamaktır. Bu kutsal amaca ulaşmak için öznesi insan olan Anayasa; din, dil, ırk ve cinsiyet ayırımı gözetmeksizin yurttaşların hak ve ödevlerini, özgürlüklerini saptar ve düzenler.
İnsan, doğduğunda toplumun ona atfettiği bir cinsiyet ile doğar. Bunlar kadın veya erkektir. Toplumun düzeni ve normları kadın ve erkeği farklı davranışlar, algılar, olgular ve durumlar olarak ikiye ayırır. Toplumsal cinsiyetin uygulatmaya çalıştığı cinsiyet; ileriki zaman diliminde bireyin davranışlarını, hayatını, hal ve hareketlerini etkileyerek yaşadığı toplumun kültürüyle harmanlanmış davranışlar sergilemesini bekler. Bu cinsiyet dayatması kadını dezavantajlı kılar. Bazı kültürlerde toplumsal cinsiyet gelenekseldir ve kadının özgürlüğünü yok eder ve kadını edilgen bir yapıya büründürür. Toplumsal ve kültürel cinsiyet dayatmalarından dolayı kadınların eğitim, ekonomik, sağlık ve sosyal yaşamları kötü yönde etkilenir. Dünyada ve ülkemizde insanın kadın cinsinin kendini yeterince ifade edememesi, kendini gerçekleştirememesi eğitimde, üretimde, yönetimde ve sağlıkta dezavantajlı durumu ve yaşadığı cam tavan sendromu 21.yüzyıla taşınan bir insanlık ayıbı olarak hala devam etmektedir.
Birlemiş Milletler Kadın Birimi’nin son raporuna göre dünyanın cinsiyet eşitliğine ulaşması için neredeyse 300 yılı var. Pandemi, çatışmalar, iklim değişikliği ve kadınların cinsel ve üreme sağlığına, haklarına yönelik küresel zorluklar cinsiyet eşitsizliğinde aralığı daha da şiddetlendiriyor. Rapora göre; dünya üzerinde 380 milyon kadın ve kız aşırı yoksulluk altında yaşıyor. Neredeyse 3 kadından 1’i güvenli gıdaya ulaşamıyor. Çatışma bölgelerinde yaşayan kız çocuklarının yüzde 54’ü resmi bir şekilde eğitime ulaşamıyor. Dünya üzerinde her 11 dakikada 1 kadın tanıdığı biri tarafından öldürülüyor.15 ila 49 yaşları arasındaki her 10 kadından 1’i cinsel ya da fiziksel şiddete maruz kalıyor.
Rapora göre, hızlı önlem alınmaması, kadına yönelik şiddeti yasaklamayan, kadınların evlilik ve aile içindeki haklarını korumayan hukuk sistemleri onlara eşit haklar sağlamıyor. Mevcut düzende devam edilmesi durumunda cinsiyet eşitliğine kavuşmak için önümüzde 286 yıl var. Kadınların işyerinde güç ve liderlik pozisyonlarında eşit şekilde temsil edilmesi için 140 yıl var. Ulusal parlamentolarda eşit temsili sağlamak için en az 40 yıla ihtiyaç var. 2030 yılına kadar çocuk evliliğini ortadan kaldırmak için ise son 10 yılda kaydedilen ilerlemeden 17 kat daha hızlı davranılması gerekiyor. Bundan en çok zararı görenlerin ise yoksul kırsal bölgelerde ve çatışmalardan etkilenen bölgelerden yaşayan kızların çekmesi bekleniyor. İnsanlık ayıbı olarak görülen bu verilerin çoğu, ne yazık ki Ülkemiz içinde söz konusudur.
Sonuç olarak :Özellikle kadınların küresel ve yerel krizlerle daha da kötüleşen yaşamlarında- gelir, güvenlik, eğitim ve sağlık alanlarında- inkar edilemez gerilemeler söz konusudur.
Victor Hugo’nun dediği gibi “Eğer bir evde sefalet varsa, bir aile yoksulluğun, cehaletin, düşkünlüğün korkunç pençelerinde can çekişiyorsa; bundan o memleketin devleti sorumludur.” Dolayısıyla yaklaşan seçim, kadın hakları ve toplumsal cinsiyet eşitliği için bir dönüm noktasıdır Kadınlar üzerindeki bu dezavantajlı eğilimi tersine çevirmede ya da üzerimizdeki cam tavanı kaldırmada ilk adım, mecliste kadın milletvekili sayısını yüzde elli arttırmak olmalıdır.