Bu hafta ne yazacağımı düşünürken internete düşen bir haber, eski bir yarayı yeniden kanattı. Yazının başlığı “Hasta hakları ihlali ceza getiriyor”du. Habere göre ‘Hastalarının mutluluğunu ve haklarını her şeyin üstünde tutan’ Hasta Haklarını Koruma Derneği (HASTADER), 26 Ekim Hasta Hakları Günü’ne özel bir program düzenlemiş. Hastaların haklarının sağlanması, mevcut sorun ve eksiklerin giderilmesi noktasında bilinçlendirme çalışmaları düzenlediklerini ifade eden Dernek Başkanı, hak ihlallerinin Resmi Gazete’de yayımlanan yönetmelik uyarınca ceza getirdiğini bildirmiş.
Anneler Günü ve Sevgililer Günü de dâhil ‘birileri tarafından’ belirlenmiş muayyen isimlerdeki günlerden oldum olası haz etmem. Hasta Hakları Günü de bana itici geldiği kadar bir o kadar da anlamsız geldi. Nereden çıkmış bu tarih, niye 26 Ekim? diye bir araştırma yaptım, ama bir şey bulamadım. Avrupa Topluluğunun 18 Nisan’ı “Hasta Hakları Günü” olarak ilan ettiğine dair bilgilere ulaştım ama ‘bizimkiler’ neden 26 Ekim’i tercih etmiş, bunu anlayamadım. Anlamam da gerekmiyor aslında. Zira benim açımdan günün anlamsızlığı ve gereksizliği tarihten tamamen bağımsızdı.
Yaptığım kısa bir internet taramasında HASTADER’in bu ‘kutlamalarda’ yalnız olmadığı, Hasta Hakları Aktivistleri, Hasta ve Hasta Yakını Hakları Derneği (HAYAD), İl Sağlık Müdürlüğü Hasta Hakları İl Koordinatörlüğü, İnsan Hakları ve Mazlumlar İçin Dayanışma Derneği (Mazlumder) ve Tüketiciler Birliği gibi hastalara karşı şefkat ve merhamet hisleri ile dolu sivil toplum kuruluşlarının da onlara destek verdiğini görmek beni şaşırtmadı. Bu derneklerden hemen tamamının yönetim kurulu ve icra kurullarının “hasta-sever avukatlardan” oluştuğunu tahmin etmek hiç de zor değil. İnternet taramasında 26 Ekim 2010 tarihinin pek çok Sağlık Bakanlığı hastanesinde de “bayram havasında” kutlandığını görmeniz de mümkün. Tabii bu günü Sağlık Bakanlığına ‘çakmak’ için vesile olarak gören bazı tabip odası açıklamalarını da unutmamak lazım.
Bu ‘Hasta Hakları’ konusu ülkemizde ‘cıvıtılıp’ suyu çıkartılmış konulardan bir tanesi. Hani “Vur deyince öldürmek” deyimi var ya? Bu bahiste “cuk” diye oturuyor. Bu ‘mikrop’ (Mikrop: Toplumu hasta eden şey manasında.) bize 1990’lı yılların ikinci yarısında bulaştı. ‘Mikrobun’ primer (birincil) taşıyıcıları, tıp etiği ile yeni tanışmış ‘ne buldum delisi’ deontologlardı. Hele ki bunlar arasında birkaç haftalığına veya birkaç aylığına yurt dışına gidip dönenler vardı ki, onlar yarım yamalak İngilizcesi ve etik bilgisi ile bir şeyler anlamış, ama onu da yanlış anlamış olarak bu ‘mikrobu’ yaymaya başladılar. Kendileri, etik normların sosyolojik, psikolojik ve tarihsel süzgeçlerden geçirilmeden uygulanmaması gerektiğini bilmedikleri için, Batıda ‘bayraklaştırılarak’ sağlık sistemine monte edilmeye çalışılan Hasta Hakları kavramını aynıyla ülkemize teklif ettiler. O zamanlar, eski adıyla deontoloji, yeni adıyla tıp etiği kürsülerinde tek seslilik hâkim olduğundan -zira hepsi aynı ‘aşiretin’ yaman çocuklarıydı- buna karşı çıkan da olmadı. ‘Eski payitahttan’ çıkan cılız sesler de “Siz bu işlerden anlamazsınız. Siz gidin tarihle uğraşın.” diye susturulunca, ortalık hasta hakları savunucusu, tuzu kuru, etiği uygulamalı felsefenin değil de analitik felsefenin bir alt dalı sanan -veya öyle sanmasa da o yönde düşünce üreten- deontologlara kaldı.
Bugün “Hekim Hakları” diye feryat eden Türk Tabipleri Birliği (TTB)’nin kılavuzları da her dönemde aynı ‘kargalar’ olduğundan TTB’de o dönemlerde fanatik bir hasta hakları savunucusu oluverdi. TTB ve ‘payitaht deontologları’nın bu feryatları bir süre aks-ı seda bulmasa da, 2000’li yılların ortalarından itibaren ‘beğenmedikleri’ AKP Hükümetinin Sağlık Bakanlığı tarafından üstlerine boca ediliverdi. Avrupa Birliği uyum yasaları da bahane edilerek öyle bir Hasta Haklarına ‘boğulduk’ ki, ülkemiz doktorları dünyanın hiçbir yerinde olmayan bir şey yapıp Hekim Hakları Derneği kurdular ve hak arayışına girdiler.
Hasta Hakları günü kutlamaları yapan dernekler Hasta Hakları Yönetmeliği’nin kendilerini ‘kesmediğini, “Hasta Hakları Yasası” istediklerini bildirmişler. Bizim ‘payitaht deontologları’ ile TTB’ye iş çıktı. Şimdi de bunun için mücadele etsinler. Nasılsa her gün hasta ile ‘cebelleşen’, hasta ve hasta yakınının tehditkâr bakışları altında meslek icra eden onlar değil.
Ben rahatım. Zamanında bu arkadaşlara demiştim: “Avrupa’nın ve Amerika’nın hasta hakları kuralları bize birkaç beden büyük gelir.” diye. Karşında Avrupalı ve Amerikalı ile aynı eğitime, kültüre, sabra ve anlayışa sahip bir hasta topluluğu yok ki. Sen önce insan haklarını yerleştir, sonra hasta haklarına geçersin. Aslında Türkiye’deki insan hakları dışında her türlü hak arayışı iddiasında olanların aklına şaşıyorum. Hasta hakkıymış, kadın hakkıymış, hayvan hakkıymış, vs. Henüz biz insan haklarını tanıyan, demokrasiyi içine sindirmiş, sivil bir toplum olamadık ki detaylar ile uğraşıyoruz…