Allah Teâlâ ile kul arasındaki ilişkiyi “kral-köle ilişkisi” gibi zanneden ve öyle göstermeye çalışanların yanıldıklarının en bariz ifadesi işte “sapkın bir kulun çok rahatlıkla yukarıdaki cümleyi kurabiliyor ve Yüce Yaratan’a meydan okuyor” olabilmesidir. Zira normal şartlarda bir kölenin efendisine yukarıdaki cümleyi kurabilmesi ve ona kafa tutabilmesi mümkün değildir. Ancak “özgür bırakılan ve imtihan edilen bir insan” Yüce Allah’a karşı bu şekilde pervasızca bir soru yöneltebilir; O’na hakaret edebilir; O’nu sorgulamaya kalkabilir ve şeytanca bir duruş sergileyebilir.
Görüldüğü üzere Yüce Allah, imtihanın tabiî bir gereği olarak böyle soru soran bir kuluna bile hemen müdahale etmiyor, canını almıyor ve kafasına taş yağdırmıyor. Onu özgür bırakıyor ve etraflıca düşünmesi için ona zaman tanıyor. Zira Yüce Allah’ın kendisi için belirlediği/koyduğu kuralları (Sünnetullah, Allah Teâlâ’nın yaratma ve yönetmesinde öteden beri süregelen ve değişmeyen kendi uygulaması, yaptığı işlerin derunî bir anlam ve amaç taşıması, faydalı bir gayesinin bulunması, belli bir düzen ve kural dâhilinde/çerçevesinde işlemesi vs…) vardır ve o kurallara bizzat kendisi de uymaktadır.[1] Dolayısıyla Yüce Allah, hiçbir zaman ihmal etmez ama imhâl eder. Yani bütün kullarına hatalarından/günahlarından dönmeleri için mühlet tanır, gerçeği arayıp bulmaları için zaman verir. Ama verilen süreyi doğru dürüst kullanmayan, küfrüne küfür, nifakına nifak, şirkine şirk, isyanına isyan katanların da[2] yaptıklarını yanlarına bırakmayacağını bildirir. Kısaca Yüce Allah “yarına” bırakır ama kafir, zalim, müşrik, münafık, fasık, mücrim vs. alçakların yaptıklarını asla “yanlarına” bırakmaz.
Böyle bir soruyu sorabilmek için bile “hem yaratılmış hem de muhatap alınmış olmak” gerektiğini düşünmekten aciz bu nankör; “Allah beni neden yarattı? Ben mi imtihan olmayı istedim? Yaratırken bana mı sordu?” derken bile ne kadar da sağlıksız düşündüğünü fark edememektedir. Çünkü bu adama; “İnsan olarak yaratılmak ister misin?” şeklinde bir sorunun sorulabilmesi için bile “onun yaratılmış olması” gerekmez mi? Bunu bile düşünmekten aciz bu aptalın/sefihin bu şekilde sorularla “kaytarma ve sorumluluktan kaçma girişimi” beyhudedir ve ahmakçadır.
Zira dersini çalışmadığı için “Öğretmen zor soru sordu” diyerek sınavdan kaçmaya çalışan haylaz/tembel bir öğrenci ne kadar büyük yanlış yapmaktaysa yukarıdaki soruyu soran şahıs da aynı ölçüde büyük bir yanlış yapmaktadır. Niyeti gerçeği aramak olmayan bu kişinin böyle saçma sapan sorular sorarak sınavdan kurtulacağını zannetmesi kesinlikle doğru değildir.
Mesleği resim yapmak olan bir ressam yağlı boya harika bir tablo yaptığında ona “Neden resim yaptın?” denilmezse Yüce Yaratıcıya da “Neden beni yarattın?” denilmez. Zira yaratmak Yaratan’ın sıfatlarındandır; Yaratan olmak, yoktan var etmeyi gerektirir ve aksi dahi düşünülemez.
Satanistler de aynı şekilde; “İnsanın Tanrı karşısında aciz olmasından nefret ediyorum, ben dünyaya isteyerek gelmedim, ne istiyorsam onu yaparım, kimse bana karışamaz” derken de aynı sapkınlığa düşmüşlerdir.
Dolayısıyla kendi psikolojisini bozmuş, doğru inanç kalıplarından uzaklaşmış ve şeytanın oyuncağı olmuş böyle bir şahıs; “Beni neden yarattın? Yaratmasaydın! Bana mı sordun? Ben yaratılmak istemiyordum ki” diyorsa bu söyleminde samimi olduğunu ispat etmelidir. Bu zavallı mahluk iddiasında samimiyse derhal yaşamına son vermeli ve sonuçlarına da katlanmalıdır.
Yok eğer ölümü göze alamıyor ve cehennemde ebedî azaptan korkuyorsa o zaman “inanmadım dediği halde yarım yamalak da olsa bir imanının olduğu, ama niyetinin bozuk olduğu” ortaya çıkar. Dolayısıyla bu soruyu soran kişi ya iddiasını ispat edip bir an önce gereğini yapmalı ya da iyi niyetle bu soruyu soruyorsa cevabını bulmak için yoğun çaba sarf etmeli, içindeki şeytanın ve şeytanlaşmış insanların vesveselerini etkisiz hâle getirmek için gece gündüz kafa patlatmalı, beyin zonklatmalı ve sağlıklı tefekkürün hakkını vermelidir. Kur’an ve sahih sünnetin ilkeleri ışığında düşünmesini öğrenmeli ve doğru kaynaklardan beslenmelidir. Ehil İslam âlimlerinin yazdıklarını okumalı ve doğru bilgilere sahip olup şüphelerinden arınmalıdır.
Kaldı ki aynı kişi eğer insan olarak yaratılmasaydı bu sefer kalkıp utanmadan ve sıkılmadan; “Allah beni neden insan olarak yaratmadı? Ben de yaratılmak, imtihan olmak ve sonsuz cenneti kazanmak isterdim. Bana sormasına gerek yoktu ki? Zaten her türlü sermaye O’na ait, her şeyi bana veren O! Ben de insan olarak yaratılmak isterdim! Bana neden bu fırsatı sunmadı? Ama bu haksızlık!” diyebilecekti.
Dolayısıyla böyle saçmalayanların eksik/problemli/sakat düşündükleri açıktır. Böyle bir yöntemle hakikate ulaşabilmeleri de kesinlikle mümkün değildir. Bu soruyu iyi niyetle sorduktan sonra düşünen, araştıran, sorgulayan ve hidayeti samimiyetle arzulayan birisinin Yüce Allah’ı kesinlikle bulacağı, O’nu takdir edeceği ve O’na şükredeceği açıktır. Ama laf olsun diye insanların kafalarını karıştırmak amaçlı soranların ise dalalete düşeceği, kalbinin taşlaşacağı, inkâr, isyan, fısk, şirk ve tereddütler içinde bocalayacağı ve sonunda da cehennemi boylayacağı açıktır. Zira niyet hayır ise akıbet hayırdır. Niyet kötü ise akıbet de kötüdür, berbattır, rezalettir, ahiret günü rezil ve rüsva olmaktır.
Benzer şekilde geçen günlerde bir ödül töreninde; “Tanrı bizi dünyaya göndermeden önce bu dünyanın nasıl bir yer olduğuna dair bir fragman izlettirseydi, biz yine de dünyaya gelmek ve burada imtihan olmak ister miydik bilmiyorum; herhalde ben istemezdim” diyen “kendisi değil ama yaşı kemale ermiş” zavallı “sözde sanatçının” nankörlükte hiçbir sınır tanımadığı apaçık bir hakikattir. (Kanaatimizce bu şahsa böyle bir ödül vermeyi planlayan şer odakları/küresel dokuzlu çeteler, ondan gençlerin kafasını karıştırma amaçlı bu cümleyi kurmasını özellikle istemiş ve o da aldığı bu ödül karşılığında mezkûr talebi yerine getirmiş ve efendilerine hizmet etmiştir.)
Çünkü bu kuş beyinli adam yoktan var edildiğini, kendisine sayısız nimetler bahşedildiğini hiç düşünmüyor, bu dünyada insan olarak yaratılmanın bile aslında kendisine verilen muhteşem değer olduğunu idrak etmeye yanaşmıyor, ayrıca kendisine sayısız lütuflarda bulunan bu dünya sarayının bânisini (Yüce Allah’ı) arayıp bulmak yerine yetmiş küsur yaşına kadar zıkkımlandıktan, “şen şakrak” bir hayat yaşadıktan, her türlü ahlaksızlığı/şeref yoksunluğunu/namus fukaralığını yaptıktan sonra hâlâ utanmadan kalkıp pervasızca böyle manipülasyon (hileli yönlendirme) kokan bir soruyu sorabiliyorsa bu özgür bırakıldığının ve imtihanın bir gereği olarak kendisine müdahale edilmediğinin apaçık kanıtıdır.
Aslında bu sefihin kendisine şu soruyu sorması lazımdı: “Bu dünyaya insan olarak gelmek ve bundan daha güzel ve ebedi olan ahiret hayatını kazanabileceği vaadiyle imtihan olmak mı iyidir, yoksa hiç yaratılmamak mı? Adam yerine konulmamak mı? Değer verilmemek mi?”
Eminin bu sefih kendi içinden bu soruya; “Elbette insan olarak yaratılmak iyidir! Taş attım da kolum mu yoruldu! Ne emeğim var ki? Ne bedel ödedim ki? İyi ki insan olarak yaratılma fırsatı bana verildi! İyi ki cenneti kazanma fırsatı bana sunuldu!” diyordur ama vicdanının sesini dinlemeyen ve vesvâsi’l-hannâs’ın çağrılarına kulak vermeye devam eden bu insanımsı varlık/aşağılık yaratık gerçeği sesli ifade etmekten de çekiniyordur. Zira iddiasında samimi değildir. Çünkü söylediği saçmalığa kendisi bile inanmamaktadır.
Oysa şu satırların yazarına göre insan olarak yaratılmak ve dünyada böyle bir imtihan fırsatıyla baş başa bırakılmak bile başlı başına bir onurdur, şereftir, haysiyettir; lütuftur, keremdir, muhteşem bir imkândır/fırsattır. Dolayısıyla beni insan olarak Yaratan Yüce Rabbime sonsuz hamd-ü senâlar ediyorum. O’na ne kadar şükretsem azdır! İyi ki beni insan olarak yarattı! İyi ki bana böyle muhteşem bir fırsat verdi! Bu yüzden O’nun huzurunda saygıyla eğiliyorum. O’na şükrediyorum. O’na hamd ediyorum. O’nun rızasını ve mağfiretini talep ediyorum. Beni peygamberler, nebiler, sıddıklar, şehitler ve salihler için özel olarak hazırlanan sonsuz cennet yurduyla ödüllendirmesini O’ndan niyaz ediyorum.
Yüce Allah’ın verdiği ömür sermayesiyle ticaret yapan ve ebedî bir hayatı kazanma fırsatı/imkânı/şansı kendisine sunulan bir adamın/kadının kalkıp düşünmeden bu şekilde zırvalaması ne kadar korkunç bir nankörlüktür!
Bu adamın hâlini şöyle bir temsil ile açıklamamız da mümkündür:
Yardıma çok muhtaç olduğu bir anda kendisine yardım elini uzatan, ticaret yapması için ona borç (sermaye) veren bir iş adamına bütün sermayeyi yiyip bitirdikten sonra kızan, ona hakaretler yağdıran, ‘Bana neden sermaye verdin? Vermeseydin kardeşim, bana mı sordun? Zorla mı istedim, ödemiyorum işte!’ diyen bir adamın yaptığı nasıl büyük bir nankörlük ise bu sefihin de yukarıdaki soruyu sorması aynı şekilde büyük bir kadir bilmezliktir. Kaldı ki, verilen bu sermayeyi (ömrünü) batıran adam hukuken de suçludur ve cezayı hak etmektedir. Bu şekilde zırvalayarak kaytarmaya ve sorumluluklarından kaçmaya çalışması onu mazur göstermeye asla yetmeyecektir.
Dolayısıyla ömür sermayesini tüketerek, emanete hıyanet eden birisinin bu yaptıkları elbet yanına kâr kalmayacak ve bunun hesabı kendisine mutlaka sorulacaktır.
Sonuç olarak tutarsız, akıl ve mantık dışı, saçam sapan laflar eden böyle bir sefih iddiasında samimiyse bunu ispat etmek zorundadır. Değilse Mevlâ’sını arayıp bulmak ve O’ndan trilyonlarca kez özür dilemek ve hatasını telafi etmek mecburiyetindedir. Aksi halde sadece kendine yazık edecek, şeytanıyla beraber cehennemi boylayacaktır. Zaten Yüce Allah bu imtihanı kutsal kitaplarda çok önceden haber vermiş, onu ve onun gibileri uyarmıştır. Bu zavallının ahiret günü; “Ah, keşke dünyaya geri gönderilsek de bir daha Rabbimizin ayetlerini yalanlamasak ve inananlardan olsak!”,[3] “Keşke ben Rabbime hiçbir ortak koşmamış olsaydım!”,[4] “Ne olurdu ben de peygamberle beraber bir yol tutsaydım da keşke falanı dost edinmeseydim! Yazıklar olsun bana! Andolsun ki, Kur’an bana geldikten sonra beni ondan o saptırdı. Zaten şeytan, insanı (ayarttıktan sonra) yalnız ve yardımcısız bırakır”,[5] “Keşke benimle senin aranda doğu ile batı arası kadar uzaklık olsaydı! (Şeytan! Sen) ne kötü arkadaşmışsın!”,[6] “Hesabımın (yaptıklarımın) ne olduğunu da bilmeseydim. Keşke o (ölüm her şeyi) kesip bitirseydi (yeniden dirilmek olmasaydı), “Malım (servetim) bana hiçbir yarar sağlamadı. Saltanatım (güç ve kudretim) yok olup gitti”,[7] “Ah keşke bizim için (dünyaya) bir dönüş daha olsa da, mü’minlerden olsak!”,[8] “Keşke toprak olsaydım!”[9] ve “Keşke bu hayatım için önceden bir şey yapsaydım”[10] çığlıklarının/feryatlarının/sızlanmalarının/feryâd-ı figünlarının hiçbir anlamı olmayacak ve bu sözleri onu asla cehennemden kurtarmaya da yetmeyecektir. (24.04.2015)
[1] Yûnus 10/19; en-Nahl 16/61; el-Fâtır 35/45; el-Fussilet 41/45; eş-Şûra 42/14.
[2] Âl-i İmrân 3/90; en-Nisâ 4/137; el-Maide 5/64.
[3] el-En’âm 6/27.
[4] el-Kehf 18/42.
[5] el-Furkan 25/27-29
[6] ez-Zuhruf 43/38.
[7] el-Hakka 69/26-9.
[8] eş-Şuarâ 26/102.
[9] en-Nebe 78/40.
[10] el-Fecr 89/24.
6 yorum
Kaleminize sağlık
Twitter da bir özet yazı serisi şeklinde maddeler halinde yayınlanması, az öz okuyan takipçilerede hitap edecektir. Allah hizmetlerinizi kabul etsin, daim etsin, Selamlar
NE KADAR DA GÜZEL VE ANLAMLI BİR YAZI OLMUŞ.O’NA İNANAN VE GÜVENEN , O’NU KAYITSIZ ŞARTSIZ SEVİP KABUL EDEN TÜM İNSANLAR OKUYUP DÜŞÜNMELİ…
AMA BİZİM GENELİMİZ, RABBİ GÜZELLL ÇOK GÜZELL ŞEYLER VERİNCE “NİYE BANA BUNU LAYIK GÖRDÜN, NEDEN BANA VERDİN??BANA VE AİLEME BAHŞETTİĞİN BU GÜZEL İMKAN VE İKRAMLARINA LAYIK ÇOK DAHA İYİ , ÇOK DAHA İNANÇLI KULLARIN VARKEN NİYE BENİ SEÇTİN?” DİYE HESAP SORMAZLAR DA YÜCE YARADANA, SADECE İMTİHAN OLMAK ÜZERE ACI ,KEDER YA DA HASTALIK GİBİ SINAVLAR, MADDİ VE MANEVİ ZORLUKLAR ONU BULUNCA BAŞLAR SÖYLENMEYE “NEDEN BANA VERDİN?” DİYE…GERÇEK SEVGİ ACISIYLA TATLISIYLA O’NDAN GELEN HER İKRAMA BOYUN EĞMEKTİR. RABBİM MADEM BENİ SEÇTİ BUNDA DA VARDIR BİR HİKMET DİYEBİLMEKTİR. DEĞİL Mİ?
Baya kötü bir yazı. Bol hakaret içeren ve asıl soruya cevap veremeyen bir yazı olmuş. sınav sonrası ateşte ebedi kalma riskim varsa aptal mıyım böyle bir risk alayım. Kim alır ki. Ben şu anki aklımla böyle bir risk üstlenmek istemiyorum. Ödül çok büyük ok. Ama imtihanı geçemezsen bittim. Kabir azabı çekene sorun; şu andaki hal mi daha iyi yoksa hiç imtihan olmasaydın ve hatta yaratılmasaydıın mı daha iyi? İmtihanı kabul etmek çok büyük bir risk
Yazı, dinî bir bakış açısıyla ağır eleştiriler ve katı yorumlar, pragmatik olmayan, yoğun doğmatik manalar, partizanlık tasssubu içeriyor. Yazarın açık sözlülüğü ve dolambaçsız bir dil kullanması olumlu bir özellik olarak görülebilir. Mertçe saldıranı, dan dan şeklinde derdini anlatmasını severim. Ancak, metnin tonu aşırı sert ve eleştirdiği kişilere karşı neredeyse düşmanca bir yaklaşım sergiliyor.
1. Hakaret ve Küçümseme Yanlıştır:Eleştiri yaparken kişisel hakaret ve küçümseme, karşı tarafı savunmaya iter ve diyaloğu keser.”Sefih”, “aptal”, “nankör” gibi terimler kullanmak, karşınızdaki kişiyi anlamaya çalışmak yerine onu düşmanlaştırır. Bu, hem iletişim açısından hem de ahlaki olarak yanlıştır.
2. İslam’da Hoşgörü ve Sevgi Esastır:İslam, insanlara güzel söz söylemeyi ve onlara karşı hoşgörülü olmayı tavsiye eder. Kur’an’da, “Rabbinin yoluna hikmetle ve güzel öğütle çağır” (Nahl, 125) ayeti, davetin yumuşak ve hikmetli olmasını emreder.Farklı düşünenlere hoşgörülü yaklaşmak, onları dinin güzelliklerine çekmenin daha etkili bir yoludur.
3. İnsanlar Şüphe Duyabilir, Bu Doğaldır:İnanç konusunda şüphe duymak insan olmanın bir parçasıdır. İnsanlar sorguladıkça daha derin bir anlayış kazanabilir.İslam düşünce tarihinde birçok büyük alim, inançlarını sorgulamış ve bu süreç sonucunda daha güçlü bir iman geliştirmiştir. Bu nedenle, şüphe duyan insanları yargılamak yerine, onları anlamaya çalışmak daha doğrudur.
4. Düşünceleri Sapık veya Şeytanî Olarak Etiketlemek Kutuplaştırıcıdır:İnsanları doğrudan “sapık” veya “şeytanî” olarak nitelendirmek, karşı tarafın savunma mekanizmasını harekete geçirir ve yapıcı bir diyaloğa engel olur.İslam’ın öğretileri, farklı düşüncelere açık olmayı ve hoşgörüyü teşvik eder. Farklı inançları olan insanları anlamaya çalışmak, onlara hakaret etmekten çok daha etkilidir.
5. Empati Eksikliği İletişim Engelleri Yaratır:Empati yaparak karşınızdaki insanın neden böyle düşündüğünü anlamaya çalışmak, yapıcı bir diyaloğun ilk adımıdır.İnsanların inançsızlık ya da şüphe gibi durumlarına empati ile yaklaşmak, onları kazanmanın en sağlıklı yoludur.
6. İslam’da Tebliğ Usulü Yumuşaktır:Peygamber Efendiniz daima yumuşak bir dil kullanmış ve en zorlu durumlarda bile insanlara sevgiyle yaklaşmıştır.Tebliğde sert ve aşağılayıcı bir dil kullanmak, insanları uzaklaştırır. İslam, insanlara güzel sözle yaklaşmayı öğütler.
7. İnsanları Ötekileştirmek Dini Öğretilere Aykırıdır:Din, insanları birleştirici bir unsur olmalıdır. Ancak bu yazıda kullanılan dil, insanları kutuplaştırır ve ötekileştirir.İnsanların farklı düşünceleri olabilir ve bu farklılıklar, düşmanlıkla değil, hoşgörü ve anlayışla karşılanmalıdır.
8. İkna Etmek İçin Diyalog Gereklidir:Eleştirdiğiniz kişilerin düşüncelerini anlamadan onlara doğrudan saldırmak, ikna etmek yerine savunma ve çatışmaya yol açar.Karşı tarafı ikna etmek için onların argümanlarını dikkatle dinlemek ve eleştirilerinizi yapıcı bir şekilde dile getirmek gerekir.
9. İslam’ın Mesajı Barış ve Adalettir:İslam barış ve adalet dini olup, insanları önyargı ve suçlamalarla yargılamaktan ziyade onlara yol göstermeyi amaçlar.İnsanlara karşı barışçıl bir yaklaşım sergilemek, dini mesajların daha etkili iletilmesine yardımcı olur.
10. İnsanları Uzaklaştırma Riski:Bu yazıda kullanılan aşağılayıcı ve hakaret dolu dil, insanları İslam’dan uzaklaştırma riski taşır.İnsanlara sert eleştirilerle yaklaşmak yerine, onları sevgi ve anlayışla kazanmak daha etkilidir.
Yazıyı sevdim, iyi idi, beni eleştireni bende eleştirdim!
Merhaba Mesut Bey,
Biraz araştırınca kadın doğum doktoru olduğunuzu öğrendim.
Yazdığınızı çöpe atma yetkim olmasına rağmen atmadım ve onayladım.
Çünkü sizin yazdıklarınız benim zaten bildiğim şeylerdi.
Ben o makaleyi bütün bu bahsettiğiniz bilgileri bilerek yazdım.
Aynı üslupla ve aynı kararlılıkla bundan sonra da bu şekilde yazmayı sürdüreceğim.
Bundan hiçbir şüpheniz olmasın. Zira ben tüm insanları seviyorum ve onların cehennemde yanmaktan kurtulmalarını istiyorum.
Öte yandan insanları bazen şok etmek gerekiyor.
Uyuyan birilerini uyandırmak için “lütfen kalkar mısınız yangın var” demek yerine, “Kalksana yanacaksın!!!!” diyerek sert bir şekilde bağırarak uyarmak gerektiğini düşünüyorum.
Kimseye hakaret etmiyorum, ötekileştirmiyorum ve nefret dili de kullanmıyorum.
Tam aksine sevgiyle, şefkatle ve merhametle onu ateşten kurtarmaya çalışıyorum.
Böyle bir kimseye teşekkür etmek yerine “neden bizi uyarıyorsun biz halimizden memnunuz, böyle devam edeceğiz” şeklindeki bir yaklaşımın da doğru olmadığını ifade ediyorum.
Özetle her yiğidin bir yoğurt yiyişi vardır. Ben de bu üslupla ve aynı kararlılıkla yani aynı şefkat ve merhametle ve sert bir şekilde insanları uyarmaya davet edeceğim. “Durun kalabalıklar o gittiğiniz yol çıkmaz sokak!!!!!!” demeye devam edeceğim.
Bu arada yeni eleştirilerinizi ve katkılarınızı beklediğimi ifade ediyorum. Sağlıklı Tefekkür ve sağlam muhakeme ile meseleye baktığınızda ne demek istediğimi daha iyi anlayacağınıza inanıyorum.
Sizlere yaşamınızda başarılar diliyorum.
İnşallah gerçekleri bir an önce görürsünüz, kendinizi ateşe atmaktan ve yanmaktan kurtulursunuz. Sorgulamaya ve araştırmaya devam etmenizi diliyorum. Zira arayanlar bulanlardır. Ancak Sağlam kaynaklara ve doğru kişilere kulak verdiğinizde hakikati fark edebileceğinizi ifade etmek istiyorum. Bu arada mantık ilmi okursanız bunun da size büyük katkıları olacağına inanıyorum. Zira kafanızın oldukça karışık olduğu yazdıklarınızdan anlaşılıyor.
Selamlar.