Herkese selam, saygı ve hürmetlerimi sunuyorum.
Her insan belli bir gaye için yaratılmaktadır. Bu gaye; Allah’ı tanımak, O’nun varlığına ve birliğine inanmak ve O’na karşı olan kulluk görevlerini yerine getirmektir. İnsanlık tarihi boyunca insan yapısı üzerinde yapılan bütün araştırmalara göre, onun yapısı Allah’a inanmaya, O’nu tanımaya ve O’na ibadet etmeye elverişli bir özelliğe sahip bulunmaktadır. Bu inanç farklı kıtalarda, farklı toplumlarda aynı şekil ve prensiplere göre olmasa da sonuçta tak Tanrı / İlah noktasında birleşmektedir. Bu inanç, her zaman ve her yerde insanın ruh dünyasını beslemektedir. Akli ve nakli bilgiler hep aynı şeyi göstermektedir. Tarih boyunca, büyük oranda felsefeciler de sonuçta aynı noktaya varmışlardır. Felsefeciler, “Hak”kı aramanın peşine düşmüşler ve sonuçta Allah’ın hak olduğunu kabul etmişlerdir. Antik Yunan felsefesinin kurucusu olarak kabul edilen Sokrates (ölümü, milattan önce 399), bu düşünce ile hareket etmiştir. Ünlü Fransız yazarlardan Viktor Hugo (1802-1885), bir ömür boyu yapmış olduğu yorum ve düşüncelerin sonunda, “Allah vardır” demiştir. El-Kindi (ö. 252/866), İbn Rüşt (ö. 595/1198) ve benzeri İslâm âlimleri de felsefi ve tasavvufi açılardan insanları Allah’a inanmaya ve onun rızasını her şeyin üstünde tutmaya davet etmişlerdir. Kur’ân’da haber verildiğine göre, İbrahim peygamberin de çeşitli yorum ve düşüncelerin sonunda aynı sonuca, Allah bilincine varmış olduğu haber verilmektedir:
“Bir zamanlar İbrahim, babası Azer’e, ‘Sen putları ilah olarak mı benimsiyorsun? Muhakkak ki ben, seni ve halkını apaçık bir sapıklık içerisinde görüyorum’ demişti. İşte Biz, kesin inananlardan olması için İbrahim’e göklerin ve yerin hükümranlığını şöylece gösteriyorduk: İbrahim, gece olduğu zaman bir yıldız görmüş ve ‘Bu benim Rabbimdir’ demişti. Ancak yıldız batınca o, ‘Ben batanları sevmem’ demişti. Ayı doğarken gördüğü zaman, ‘İşte bu benim Rabbimdir’ demişti. O da batınca, İbrahim, ‘Eğer Rabbim beni doğru yola yöneltmezse, muhakkak ki sapıklığa düşenlerden olacağım’ demişti. Güneşi doğarken görünce, ‘İşte bu benim Rabbimdir. Çünkü bu, en büyüktür’ demişti. Anca güneş de batınca İbrahim, ‘Ey halkım! Muhakkak ki ben, sizin ortak koştuklarınızdan beriyim. Muhakkak ki ben, bütün samimiyetimle yüzümü gökleri ve yeri yaratana çevirdim ve ben ortak koşanlardan değilim!’ demişti. O zaman halkı onunla tartışmaya girişmişti. Bunun üzerine İbrahim onlara şöyle seslenmiştir: ‘Beni doğru yola eriştirdiği halde, Allah hakkında benimle tartışıyor musunuz? O’na ortak koştuklarınızdan korkmuyorum. Çünkü Rabbim dilemedikçe, onlar bana herhangi bir kötülükte bulunamazlar. Rabbim ilim açısından her şeyi kuşatmıştır. Hala aklınızı başınıza toplamayacak mısınız? Hem siz, Allah’ın size ilah oldukları hakkında hiçbir şey indirmediği şeyleri Allah’a ortak koşmaktan korkmadığınız halde, ben nasıl Allah’a ortak koştuklarınızdan korkayım? O halde bu iki gruptan hangisi güvende olmaya daha layıktır? Eğer biliyorsanız, söyleyin bakayım! İşte güven, inanıp da inançlarına zulüm/haksızlık karıştırmayanlaradır. İşte onlar güven içindedirler ve onlar hidayete ermişlerdir.’ İşte bunlar, halkına karşı yaptığı mücadelede kullanması için İbrahim’e verdiğimiz şeylerdir. Biz, dilediğimizi derecelerle yükseltiriz. Muhakkak ki Rabbin, hikmet sahibidir ve her şeyi bilir.” (En’âm 6/74-83).
Kur’ân’ın pek çok ayetinde Allah’ın varlığına ve birliğine inanma ve sadece O’na ibadet etme emredilmektedir. Bu ayetlerden bazılarının meali şöyledir: “Ey insanlar, sizi ve sizden öncekileri yaratan Rabbinize ibadet ediniz ki sakınasınız. O, sizin için yeryüzünü bir döşek, gökyüzünü bir bina kılan ve gökten yağmur indirerek onunla sizin için ürünlerden rızık çıkarandır. Öyleyse sizler de bile bile Allah’a eşler koşmayınız.” (Bakara 2/21, 22). “Ben, cinleri ve insanları ancak bana ibadet / kulluk etsinler diye yarattım.” (Zariyât 51/56). Yüce Allah bu ayette, insanlarla cinlerin kendisine ibadet etmeleri için yaratıldıklarını ve bununla sorumlu olduklarını haber vermektedir. Bu sorumluluk, Allah’ın zor kullanmasına dayanan bir sorumluluk değildir. Çünkü Allah böyle dileseydi, tüm insanlar Allah’a ibadet ederlerdi. Nitekim Kur’ân’da şöyle haber verilmektedir:
“Dinde baskı ve zorlama yoktur. Çünkü doğruluk eğrilikten apaçık bir şekilde ayrılmıştır. O hale kim tağutu / Allah’tan başka tapılan her şeyi reddedip Allah’a inanırsa, o, kopması mümkün olmayan sapasağlam bir kulpa yapışmış olur. Allah, çok iyi işiten, çok iyi bilendir.” (Bakara 2/256).
Allah insanlara, Allah’tan başka hiçbir şeye tapmamaları, sadece O’na inanmaları ve O’na tapmaları için tarih boyunca peygamberler göndermiş ve peygamberler vasıtası ile kutsal kitaplar indirmiştir. Tüm peygamberler bu konuda tebliğde bulunmuşlardır. Ancak Allah, insanları bu konuda zorlamamakta, onları hür iradeleri ile baş başa bırakmaktadır. Sonuçta O, insanları, inançları ve yaptıkları iyi veya kötü hareketleri nedeni ile sorguya çekecek, yaptıklarının karşılığını verecektir. Ayrıca “Ben, cinleri ve insanları, ancak bana ibadet / kulluk etsinler diye yarattım” (Zariyât 51/56) anlamındaki ayette geçen “ibadet” kelimesi, Allah’ı tanımak, O’na kulluk etmek, O’nun emir ve yasaklarına uygun hareket etmek, O’na karşı genel bir teslimiyet gösterip O’nun egemenliğini kabullenmek ve benzeri anlamlarda yorumlanmaktadır. Geniş bir anlamda ibadet, gizli veya açık, Allah’ın rızasına uygun düşen her türlü söz ve hareketi kapsamaktadır. (Muhammed b. Habib el-Mâverdî, en-Nuketu ve’l-Uyûn, Muessesetu’l-Kutubi’s-Sekâfiyye, Beyrut 1992, V, 375; Ebû Abdillah Muhammed b. Ahmed el-Kurtubî, el-Câmi’ lî Ahkâmi’l-Kur’ân, Dâru’l-Kutubi’l-İlmiyye, Beyrut 1988, XVII, 38). Buna göre bu ayete dayanarak, Allah’ın insanları akil ve baliğ oldukları andan itibaren ölünceye kadar Kur’ân’a uygun bir hayat sürdürmeleri için yarattığını söyleyebiliriz. İnsan Allah’a inanmalı, O’na ibadet etmeli ve sosyal hayatta O’nun emir ve yasaklarına uygun hareket etmelidir. Tevhit inancı Allah’ı tanımayı, O’nun yolunda yürümeyi, O’nun emir ve yasaklarını yerine getirmeyi gerektirmekte ve her konuda O’nun egemenliğini kabullenmeyi ön planda tutmaktadır. Bu istikamette başarılı olabilmek için bilgi ve samimiyetle bunun gereklerini yerine getirmek icap eder. (Salih Akdemir, Cumhuriywt Dönemi Kur’ân Tercümeleri, Akaid Yayıncılık, Ankara 1989, s. 31 vd.).
Netice olarak şunu iyi bilmemiz gerekir ki, yapılan tüm ibadetlerin ana temelinde Allah bilincine vakıf olma hedefi bulunmaktadır. Namazın her rekâtında okuduğumuz Fatiha Suresi, Kur’ân’ın özeti durumundadır. Bu sureye başladığımız zaman okuduğumuz besmelede, Allah’ın rahman ve rahim olduğu anlatılmaktadır. Ondan sonra Fatiha’nın ilk ayetinde, Allah’ın tüm âlemlerin Rabbi olduğu vurgulanmaktadır. Yine bu surede, ibadetlerin sadece O’nun rızası için yapılması ve dileklerin de ancak O’ndan talep edilmesinin gerektiği hatırlatılmaktadır. Ardından da Allah’ın yolu olan dosdoğru yoldan ayrılmamak için yine Allah’tan yardım talep edilmektedir. Bütün bunlar, bize daima Allah bilinci ile hareket etmemizin gerektiğini haber vermektedir.
Allah, kendisine samimiyetle inanıp teslim olanın sahibi, yardımcısı ve koruyucusudur. Her zaman ve her yerde her türlü kötülükten korur. Yeter ki bu inançla hareket edelim!
Herkese selam, saygı ve hürmetlerimle!
1 yorum
çok iyi olmuş araştırma ödevimi bu siteden yaptım