Kâinattaki en yüce varlık olan Allah sadece yaratmakla yetinmemiş, yarattıklarına rehberlik de etmek suretiyle onları kaderlerinden haberdar etmiştir. Bu bağlamda bir asırlık bir hayat macerası takdir ettiği insanoğluna kendisini rüşd çağına ulaştırdıktan sonra sorumlu tutmaya başlayacağını bildirmiş, adeta varlığını kavraması ve anlamlandırması için ona fırsat vermiştir. Allah’a göre çok kısa ama insanoğluna göre oldukça uzun olan bu yaşam serüveninde gel-gitler yaşanmasının kaçınılmaz olduğu izahtan vareste olsa gerektir. Bu gel-gitleri göz önünde bulunduran Yaratıcı, insanoğluna yanlışlarından dönebilme fırsatını da lütfetmiştir. Kur’anî literatürde “tevbe” olarak adlandırılan bu fırsatın hangi durumlarda işe yarayacağı hangi durumlarda yaramayacağına dair bir çerçeve çizilerek makbul tövbenin samimiyet ve kararlılık içermesi gerektiğine dikkat çekilmiştir.
Tövbe, insanın kendisini yeniden tanımlamasıdır. Artık değiştiğini, eskisi gibi olmayacağını ifade etmesidir. Yanlışını fark edip ondan pişmanlık duyan insanın artık o yanlışına tekrar dönmemek üzere bir kararlılık içerisine girmesi tövbesinin kabul olacağının en önemli göstergesidir. Nisa suresinde (âyet numarası: 17) dile getirildiği üzere makbul tövbe şöyledir:
“Allah’ın kabul buyurmayı vaat ettiği tövbe, nefsine hâkim olamayarak günah işleyen fakat ardından hemen pişmanlık duyup o günahtan vazgeçen kimsenin tövbesidir. Allah’ın tövbelerini kabul buyurduğu kimseler işte böyle kimselerdir. Allah samimiyetle tövbe edenleri bilir, tövbelerin kabulüyle ilgili en doğru hükmü veren de O’dur.”
Sürekli hatalar yapan, aynı hataları tekrar tekrar yapan ve umursamaz tavırlar sergileyerek yaşamlarını devam ettiren insanlar ise kendilerini üç ihtimalli bir riskin altına sokmaktadırlar. Bu kişiler ölüm kendilerine uzun yıllar uğramadan hayatlarını sürdürebilecekleri gibi hiç ummadıkları bir anda kapılarını çalacak olan ölümle de yüzleşebilirler! Şayet ölüm kapılarını çalmadan uzun yıllar yaşama fırsatı bulabilirlerse ileride tövbe edip, Allah’ı hoşnut edecek ameller işleme ve kendilerini affettirme imkânını da bulabilirler. Ancak bu ihtimal insan için oldukça riskli durmaktadır. Bir saniyesine bile hâkim olamadığı bir ömrü böyle bir riske kurban etmesi hiç mi hiç akıllıca görünmemektedir. İkinci ihtimalin (hiç ummadıkları anda ölümün kendilerine uğraması) hayali bile insanın neşesini kaçırmaya yetmektedir. Günah çukurunda yüzen bireylerin ölümle böyle yüzleşmesi kendileri için kâbustan başka bir şey olmasa gerektir. Üçüncü ihtimal günahkâr bireylerin -uzun yıllar yaşama fırsatı buldukları halde- tövbe yoluna hiç yönelmeden ömürlerini tamamlamalarıdır ki böyle bir ömür zaten onlar için ölüm sonrasında pişmanlığın fayda sağlamayacağı süreçlere dönüşecektir. Ayrıca ölüm meleğiyle yüzleşen bireylerin, o anda yanlışlarından dönme aruzlarının oluşacağı hatta tanrılık taslayan Firavun gibi “ben de İsrailoğulları’nın inandığı tek tanrıya inandım!” tarzında cümleler kuracağı, ancak son andaki bu hamlelerinin işe yaramayacağı Kur’anî beyanlardan anlaşılmaktadır.
“Hayat boyu günah işleyip de son nefesinde [tıpkı Firavun gibi] “Ben arık tövbe ettim” diyen ve dolayısıyla kâfir olarak ölen kimselere gelince, böylelerinin sözde tövbeleri asla kabul edilmeyecektir. Biz böyleleri için çok elemli bir azap hazırladık.” (Nisa, 4/18)
Son vahiy Kur’an’da hataların ve nankörlüklerin affedilmesinin üç şartından bahsedilmiştir: Tövbe, iman ve salih amel (Tâhâ, 20/82; Furkân, 25/71). Yani insan önce hatalarından dönmeye karar verecek (tövbe), ardından Yaratıcı’ya sözde değil özde inanacak (iman), daha sonra imanına yaraşır güzellikte ameller yapacak (salih amel). Bu tövbe, Kur’an’da tevbe-i nasûh (samimi tövbe) olarak ifade edilir. Bu âyetlerden şu da anlaşılmaktadır ki inandıklarını söyleseler bile günah bataklığında yüzen kişilerin imanları -samimiyetsiz olduğu için- bir anlam ifade etmemektedir. Bundan dolayı Yüce Allah, insanın kurtuluşu için sadece imanı yeterli görmemiş, salih ameli de şart koşmuştur (En’âm, 6/158; Ankebût, 29/1-3). Bazı âyetlerde salih amel yerine ıslah kelimesi kullanılır ki o da aynı kökten olup insanın kendini düzeltmesi, güzel işler yapması ve yeryüzünde barışı gerçekleştirmek için çaba sarfetmesi anlamına gelir.
İnsana bir hatayı birden çok kez yapma fırsatı tanınmamıştır denilse yanlış olmaz. Bir yanlışı yaptıktan sonra onun hatalı bir davranış olduğunu anlayan birey artık o yanlışa tekrar dönmeme gayreti içerisine girmeli ve kendisini olgunlaştırma sürecini devam ettirmelidir. Belli bir yaşa ulaştıktan sonra da bu süreci kemale erdirmeli ve günahlardan uzak duran bir birey görüntüsüne kavuşmalıdır. Diğer taraftan günaha saplanmış olan bireyler de tamamen ümitsizliğe kapılıp hayatlarını o şekilde tamamlama zafiyetine düşmemelidir. Zira Yüce Allah günah bataklığına saplanmış olan bireylere de seslenmekte ve rahmetinden ümitlerini kesmemeleri için onlara kapı aralamaktadır. Hatta konuyla ilgili ayetin (Zümer, 39/53) Hz. Hamza’yı şehit eden Vahşi hakkında nazil olduğu rivayeti dikkate alındığında Allah’ın insanlara karşı ne kadar merhametli olduğu ve kendilerine verilen dünya hayatı fırsatını perişan etmemeleri için onlara rahmet kapılarını sonuna kadar açık tuttuğu da anlaşılmaktadır.
Ne mutlu yanlışını fark edebilenlere! Ne mutlu yanlışı fark edip ondan pişmanlık duyabilenlere! Ne mutlu yaptığı yanlışlara tekrar dönmeme kararlılığını gösterebilenlere! Kendisini Allah’a adayan seçkin, örnek ve önder insanlara selam olsun!