Yakın zamanda, en üst makam olan “Cumhurbaşkanlığı’ndan”, “Kaldırın şunları.” diye iki emir geldi.
Birincisi, “Şu yardımcı doçentlik de nedir, kaldırın gitsin.” denildi. Yardımcı doçentlik, 1981 yılında, Yükseköğretim Kurulu (YÖK) Kanunu ile getirilen geçici bir unvan. Rahmetli İhsan Doğramacı Hoca’nın, Anadolu’da yeni kurulmakta olan üniversitelerdeki hoca açığını kapatmak için bulduğu bir çözüm şekli. Şimdiye kadar, hakkında olumlu-olumsuz pek çok yazı yazıldı pek çok öneri getirildi. Artıları, eksileri hemen her platformda çokça tartışıldı.
Bundan kırk elli yıl öncesine gidelim. Üniversiteler üç büyük şehirde toplanmış durumda. Üniversitelerdeki sıkışıklık nedeniyle, kadro fazlası genç hocaların bir kısmına, yeni kurulmakta olan Anadolu’daki üniversitelere gitmeleri öneriliyor. Çoğu hoca gitmek istemiyor. Birkaç aylık zoraki rotasyonlar getiriliyor. O da çözüm olmayınca, yardımcı doçentlik kurtarıcı oluyor.
Doktoranı ya da uzmanlığını aldın, devlette ya da özel sektörde çalışıyorsun. Göstermelik bir yabancı dil sınavı, ver elini üniversiteye. Ertesi gün yardımcı doçentsin. Kendin bile, henüz akademik olarak tam yetişmemişsin; daha dün gelmişsin, ertesi gün derse girersin, öğrenci, asistan yetiştirirsin; kurullara öğretim üyesi sıfatıyla girersin; özel hasta bakarsın.
Yıllar geçmiş, yardımcı doçentlik kadrolarına çok ihtiyaç kalmamış. Pek çok üniversite rektörlüğü, yeni kadro açılması için istekte dahi bulunmuyor. YÖK’te şimdiye kadar konuyla ilgilenildi mi, üzerinde tartışıldı mı bilemiyoruz. Kaldırılması düşünülmemiş. Ta ki Sayın Cumhurbaşkanı, “Kaldırılsın.” diyene kadar.
“Bu konuda, şimdiye kadar YÖK’te bir çalışma var mıydı?”
“Olsaydı duyardık Süleyman abi, gazeteler de yazmadı. Gerisini ben nereden bileyim.”
İkincisi, şu meşhur “Temel Eğitimden Ortaöğretime Geçiş (TEOG)” sınavları. Hakkında yine çokça konuşuldu. Hatta gelecek yıl için, Bakanlıkta hazırlıklara bile başlanmıştı. Yukarıdan emir geldi, bir günde kaldırıldı. Aslında şimdiye kadar, her yeni gelen Milli Eğitim Bakanı, adını değiştirerek yeni bir sınav getirmemiş miydi? Bu sınavlar, eski Bakan Nabi Avcı döneminde son şekli olan TEOG adını almamış mıydı?
Yine çok söylendi, çok yazıldı. “Bakanlık okullarında eğitimin kalitesi giderek düşüyor. Veliler de çocuklarını daha iyi okullara göndermek istiyor. Okullara yerleşmek de TEOG sınavlarıyla. Bu nedenle, sınavlara daha iyi hazırlanmak için öğrenciler dershanelere gitmek zorunda kalıyor. Dershanelerin çoğunluğu da Fetocuların elinde.” diye.
Dershaneler kaldırıldı, “etüt” adını aldı. Pek çoğu özel okul hâline geldi. Mahalle bakkalı tarzı, adım başı özel okul. Merdiven altı imalathaneleri gibi. Her işte olduğu gibi, bu konuda da işin cılkını çıkardık. Bakanlık, ipin ucunu çoktan kaçırmış durumda. Okulların tamamı kapatılsa ya da özele devredilse, belki çok rahatlayacak.
OECD, PISA sınavlarına baktığımızda, durumumuz bir felaket. Eğitimimiz dibe vurmuş durumda. Ülkeler arasında giderek daha gerilere düşüyoruz.
Sınav bu, kalkar mı, kalkmaz. Şimdi her özel okul, kendi giriş sınavını yapacakmış. Sonra bunlar, eskisi gibi birleşip, “özel okullara giriş sınavı” adı altında bir sınav yaparlar. Bakanlık okullarına da eskisi gibi sınavsız girilir. Sınavı kazanan özele, kazanamayan devlet okuluna.
Geleceğimiz olan çocuklar, erkenden sınav stresi altına giriyorlar. Aileler dershanelere bolca para akıtıyor. İyi eğitim alsınlar diye dişinden tırnağından arttırıp, çocuğunu ille de özele göndermek istiyor. Sınavlara binler değil, milyonlarca öğrenci giriyor. Bu işe nasıl çözüm bulunacak, bakalım izleyip göreceğiz.
Bizde işler böyledir. İdareciler, alttan gelen önerilere çoğunlukla kulak tıkarlar. Uyanık idareci, daima yukarıya bakar. Üst makamlardan emir bekler.
“Devlet dairesinde yapılması gereken işin mi var. Sen en iyisi en üst makama git. Müdüre, belediye başkanına, valiye, hatta bakana. O emir versin, bak bakalım, işin ne kadar çabuk hallediliyor.”
Yardımcı doçentlik, üniversiteye giriş ve TEOG sınavları ile ilgili olarak, şimdiye kadar akademisyen ve teknokratlardan gelen tüm önerilere kulak tıkayan YÖK ve Milli Eğitim Bakanlığı yetkilileri, en üst makamdan emir gelince, bakan da dâhil olmak üzere, “Emredersiniz.” diyerek hemen harekete geçiyorlar. Ekranlara çıkıp “Kaldırdık gitti.” deyiveriyorlar. Yahu düne kadar bunları savunan siz değil miydiniz? Ne çabuk değiştiniz? Ne kadar da komik değil mi?
Çiller Başbakan iken, Doğan Güreş adlı Genelkurmay Başkanımız vardı. “Tak-Şak Paşa” diye adı bile çıkmıştı. “Başbakanım tak diye emir veriyor, şak diye yapıyorum.” derdi.
Asker milletiz biz. Öneri değil, emir almayı severiz. Bizde bir işin yapılabilmesi için, çoğunlukla yukarıdan emir beklenir. Acilen yapılması gerekenler için, emrin çok sert şekilde verilmesi işin raconundandır. Bak gör o zaman, istenilen her neyse, nasıl hemen yapılıyor. Hatta askerlikte, “Emir demiri keser.” diye bir deyiş bile vardır.
Eğer işler bugüne kadar çok da düzgün yürüse idi, bu kadar sık Milli Eğitim Bakanı ve YÖK başkanı değiştirilmezdi. Yaptıklarıyla adını sanını duyurmadan, yolunu, koridorlarını öğrenmeden, bir de bakmışsın eskisinin yerine yenisi gelivermiş. Bazen görevdekileri, eskiden olduğu gibi, aşağıdan değil de üvendire ile yukarılardan dürtmek gerekiyor.