Hepimiz, kendi amaçlarımızı gerçekleştirmek için yaşıyoruz bu dünyada. Ya da, bize böyle olması belletildi, öğretildi. Önce ilköğretimi bitireceksin. Sonra Anadolu liseleri, kolej, parasız yatılı ve fen lisesi sınavları. Lisenin sonunda tek amaç üniversiteyi kazanmak. Kazanıldı, sırasıyla fakülteler bitirildi, sonrasında herkes kendine uygun birer iş buldu, girilen işte yükselindi.
Kendimizden ele alalım, fakülte bitince hedef TUS’u kazanmak. Kazandınız, uzman oldunuz. Sonrasında yol ikiye ayrılıyor. Bazılarımız ver elini Anadolu’da bir hastane, imkan varsa kısa yoldan açıvermişsiniz muayenehane. Büyük şehirlerde ise fırsatını bulanlar, ya eğitim hastanelerine veya fakültelere girerler. Hedef başasistan, şef yardımcısı, şef, doçent, profesör olmak. Sonrası? Ne olacak canım, ayrılan yollar yeniden birleşip, siz de bir muayenehane açarsınız.
Sonraki hedef ise, kazanılanlarla sırasıyla daire, ev, arsa, villa, yazlık almak, arabayı değiştirmek, birer tane de eşlere ve çocuklara almak olur. Daha fazla kazananlar bilemedin hastane açarlar, ya da ticari şirketlere ortak olurlar. Bu arada off-shore hesaplarda, borsada para batıranlarımız bile olur. Giderek büyüyen çocuklar evlendirilir. Duruma göre onlara da birer ev alınır.
Eeee sonra. Sonrası kocaman hiç’ işte. Sonuçta bir bakarsınız alınacak bir şey, gidilecek bir yer bile kalmamış. Çünkü alınacakların hepsi fazlasıyla alınmış, gidilecek yerlere fazlasıyla gidilmiş.
Bundan sonra sıra fantezilere gelmiştir. Vakit sıkıntısından, ya da parasızlıktan yapılamamış, akılda kalmış olanların gerçekleştirilmesi gibi. Denizlerin dibine dalmak, dağların tepelerine çıkmak. Meraklıları için yazlık, dağ evi siteleri var. Eh nasıl gidilecek? Dört çeker jip iyi gider. Kafanıza uyarsa ava çıkarsınız. Bazılarımız minibüs, hatta karavan bile alırlar.
Kimimiz kırkından sonra saz çalmaya, kimimiz motosiklete binmeye başlar. Bu arada sağlıkla ilgili sorunlarımız ansızın beliriverir. Sağlığımızı yeniden elde etmek için olağanüstü bir çaba ve gerektiğinde para harcasak ta boşuna. O eski günlere geri dönüş asla gerçekleşmez. Kazandık yedik içtik, kilo aldık göbeklendik, tansiyon fırlamış, şeker yükselmiş. Ancak biz yeni öğreniyoruz. Kilo vermek için diyet yaparız, spor ve dans merkezlerine abone oluruz. Aman sebze yiyelim, beyaz et in, kırmızı et out. Mecbur kalınca kırk yıldır içilen sigaraya bile son verilir. Şimdiye kadar yeterince değer vermediğiniz, gerektiğinde hiç zaman ayırmadığımız, iyi ya da kötü günlerinizde birlikte olmak için çaba göstermediğiniz, akrabalar, eski dostlar, meslektaşlar akla gelir birden.
Bir yerlere gelebilmek için o güne kadar o kadar çalışırız ki, bir gün gelinebilecek yerin tam üzerinde olduğumuzu görüveririz. Tepenin en üzerinde ve tek başına bir adam. En ufak bir yanlışta, ayağı kayıp tepe taklak düşüverecek durumda.
Hey gidinin, küçük dağları ben yarattım’ diyen adamı. Ne oldu sana öyle. By-pass mı oldun, kaza mı geçirdin, yoksa fizyolojik fonksiyonlarda bile zorlanıyor musun? Vah vah, deyip de geçer insanlar. Ta ki ayni sorunlar, soranların da başına gelinceye kadar. Yaşanmadan öğrenilmiyor. Ne söylense boşuna. Hata yapa yapa, doğrular öğreniliyor.
Ne kadar söylenirse söylensin, gençler yine üç kuruş için birbirlerini kırıp incitecekler, birbirlerine acımasızca saldıracaklar. Büyükler, bakıp da bu filmleri biz önceden çok gördük’ deseler de onları dinleyen çok az olacak. Tarih tekrardan ibarettir, derler. Tekrar edip gidecek. Bu yıl da beş bine yakın doktor mezun olacak. Onlara sanatçının dediği gibi hep bir ağızdan -hoş geldin bebek yaşama sırası sende- diyoruz.
Sözlerimi yaşanmış bir öykü ile bitireyim. Kırklı yıllarda, şair Neyzen Tevfik, ayyaş berduş bir hayat sürüyor, bugün alıp o gün harcıyormuş, çokça da eş dost yardımlarıyla yaşıyormuş. Durumuna üzülen bir yakını:
– Neyzen benim tanıdıklarım var, yardımcı olayım, gel seni bir devlet dairesine memur yapalım demiş. Uyanık Neyzen hemen sormuş.
– Sonra?
– Sonrası ne olacak canım yükselir şef olursun.
– Sonra?
– Müdür olursun.
– Sonra?
– Genel müdür olursun.
– Sonra?
– Milletvekili, bakan, hatta başbakan olursun. Eğer şansın yaver giderse cumhurbaşkanı bile olursun.
– Sonra? Sıkışan arkadaşı:
– Ne olacak canım hiç, deyince. Neyzen fırsatı kaçırır mı.
– Ben zaten hiçim, deyivermiş.
Sonuçta ne kadar yükselirsek yükselelim, bir gün bizlerde birer hiç’ olacağız. Anne, baba, kardeş gibi yakın akrabalarımızın, gerçek dost ve yakınlarımızın, kaybetmeden önce sağlığımızın kıymetini bilelim. Saygılarımla.