Fotoğraf ya da resim sanatında sanatçı bir anı dondurur, zamanı durdurur. Norveçli ressam Edvard Munch’un “Çığlık” adlı tablosu, sanat tarihinin en ünlü eserlerindendir. Ressam kendini yorgun hissetmiş ve trabzanlara yaslanmış, gözleri faltaşı gibi açılmış, kan donduran bir çığlık patlatıyor. Arkadaki iki kişinin sakinliği, uzakta görünen gemi normallik işareti taşısa da diğer her şeyde korku havası hakimdir. O tablo pek çok çığlığın simgesi olmuştur.
Yine Edvard Munch’un ilk gençliğinden 23 yaşındayken tamamladığı “The Sick Child”, bir acısını gözler önüne seriyor. Türkçe isminin “Hasta Çocuk” olduğu eserini 1885’te başlayıp 1886’da bitiren ressam, 1877’de henüz 15 yaşındayken tüberkülozdan kaybettiği kız kardeşi Johanna Sophie için senelerce yas tutar.
Beyrut’ta gerçekleşen son üzücü olay olan limandaki patlamada, sosyal medyada paylaşılan, yavrularını korumak için çırpınan anne-babanın fotoğraf ve videoları beni çok etkiledi. Ünlü gazeteci ve fotoğrafçı Çoşkun Aral, yıllar önce Lübnan Savaşı’nda (1982-1997) çatışma anında oradan minik yavrusu kucağındayken kaçmaya çalışan anneyi dünya ile paylaşır. Yıkıntılar arasından kucağında çocuğuyla tehlike alanından kaçırmaya çalışan anne, Time dergisine kapak olur ve bu savaşın kirli yüzü Batıya ilk defa doğru yönüyle anlatılır. Her savaşın mağduru çocuklar ve kadınlar olmuştur. Müsebbibi olmadıkları bir olayın mazlumu oluyorlar. Yaşam da bir nevi savaş gibi; zorluklara karşı. Bu savaşın esas kahramanı da anneler galiba.
Bazen fotoğraf karesi olarak kayda geçiremesek de bazı anlar çok şey anlatır, ömre bedel olur. Dün kemik iliği nakil servisinde, vizite tam başlayacağım sırada bir an gözüme fotoğraf karesi gibi bir görüntü takıldı. Orta boy hasta yatağı içinde bir anne, oturur halde bebeğinin bakımını yapıyordu. Hastanın tabelasında +21 yazıyordu. Yani nakil sonrası 21 gündür, bir de 10 gün öncesini ekleyince kabaca bir ay. Bir ayı aşan süredir aynı pozisyonda çocuğu ile ilgileniyor. Doğumsal bir hastalık nedeniyle ilk çocuğunu kaybetmişti ve bu çocuğu da hastaydı. Öğrenci ve asistanlarımıza gösterdim. “Hadi bana söyleyin, hangi babayiğit erkek bu işi yapabilir?” Ses çıkmadı. Kıdemli hemşire ekledi: “Hocam, çocuğun naklinin ilk ve kritik günlerinde çocuktan uzak kalacağım korkusu ile anne tuvalete gitmemek için su içmiyordu, biz epey konuşmak zorunda kaldık ikna için” dedi.
Pediatri asistanlığımdan beri, özelikle de onkolojiye başladıktan sonra ki gözlemim, çocukların hayatta kalma savaşında annelerin yeri çok farklıdır. Her milletten, her eğitim düzeyinden annelerin bazen sandalyede, bazen bir hastane koltuğunda günlerini, aylarını geçirdiğini gördüm. Yüzlercesine, binlercesine kocaman yürekleri için iki alemde de şahitlik edebilirim. Yaratıcı, bizleri dünyaya getirirken kadınları aracı tayin etmişti. Bitti mi? Bedeninde bir parça gibi taşıdığı yavrusunu, sütüyle besleyip büyüten anne onun her türlü derdinde yanında durur. Anne ölmeden annelik duygusu ölmez. Türk toplumunda eski Türklerden bu yana ana hakkı ile Tanrı hakkı bir tutulmuş, anne kutsal ve saygıdeğer bir varlık olarak her zaman baş tacı edilmiştir.
Son günlerde bazı “ademoğulları” tutturmuş, “İstanbul Sözleşmesi” iptal edilsin diye bir şey. Baktım neye kızdıklarını anlamadım. Her bölgeden sık sık kadına şiddet ve hatta kıyım haberleri gelirken “Erkekler yargı eliyle mağdur ediliyormuş”, falan filan. Hukuktan anlamam. Tek dava vardır; o da Aşık Veysel’in deyişiyle “insanlık davası”dır. 1200’lü yılların sonunda, 1300’lerin başında Anadolu’da insanlık duygusunu nakış nakış işleyen Hacı Bektaş Veli, 700 yıl önce zaten çözmüş bu sorunu ve ne güzel söylemiş:
Erkek dişi sorulmaz, muhabbetin dilinde.
Hakk’ın yarattığı her şey, yerli yerinde.
Bizim nazarımızda kadın erkek farkı yok.
Noksanlık da, eksiklik de senin görüşlerinde.
Kadınların çığlığını artık duymak, duyurmak ve gereğini acilen yapmak için “o an”, şimdi değilse ne zaman?
2 yorum
Metinde emek var, yürek var. Gönül gözü açık bir insanın samimi duygularla beslenmiş düşünceleri var. Yüreğinize, emeğinize sağlık…
EN GÜZEL ÖDÜL OLDU BU YORUM BENİM İÇİN. ORTA OKUL TÜRKÇE ÖĞRETMENİMİN TAKDİRİ AYRI BİR ŞEY. NİĞDE’NİN KENAR SEMTİNDEKİ OKULDA ÖĞRETME ÖTESİ BİR ŞEKİLDE ÇOCUKLARA ŞEKİL VEREN BİR ÖĞRETMENDİ “NEVİN BODUR HOCA”. YANİ “BENİ BEN YAPAN” KİŞİLERDEN BİRİ . HOCAM SAYGI VE HÜRMETLE ELLERİNİZDEN ÖPÜYORUM.