“To repeat what others have said, requires education; to chalange it, requires brains.”
[Başkalarının söylediklerini tekrar etmek eğitim gerektirir; onlara karşı çıkmak ise beyin.]
Mary Pettibone Poole
Bu köşede 18 Haziran 2007 tarihinde yayınlanan “Benim Uzmanlığım Senin Doktoranı Döver” Dermişim! başlıklı yazımda, halen tıp fakültelerimizin temel tıp alanlarında öğretim elemanı olarak çalışanlar arasında pek çok tıbbiye mezunu olmayan akademisyen bulunduğundan bahisle, son zamanlarda tıp fakültelerinde ortaya çıkan “tıbbiye mezunu olan” ve “tıbbiye mezunu olmayan” temel tıp hocası hassasiyetine değinmiştim. O yazıda belirtmeye çalıştığım gibi herhangi bir alanda –hakkını vererek (HV)- yapılan bir doktora (PhD) son derece önemli olduğundan, lisans mezuniyeti ne olursa olsun, tıp fakültelerinde –HV- yapılmış bir doktora kişiye tıp fakültelerinde öğretim elemanı olma hakkını –bilimsel ve etik olarak- sağlar. Hukuki olup olmadığı ile ilgilenmiyorum çünkü hukuk kuralları bilim ve ahlak kurallarından farklı olarak çok daha temelsiz olup, günübirlik değişebilir.
Dolayısıyla, lisans eğitimi tıp dışından olup da doktorasını bir tıp fakültesinde –HV- yapmış her hocamızın temel tıp alanındaki yeri sorgulanamaz. Ancak tarihin farklı dönemlerinde bazen bu “bilimsel esneklik” aşırıya götürülerek farklı ve yanlış uygulamalara da rastlanır. Bu köşede 9 Nisan 2007 tarihinde yazdığım “‘Bağlamanın Bamteli’: Tıp Etiği Eğitimi-2” başlıklı yazıda dile getirdiğim gibi deontoloji (tıp etiği) ve tıp tarihi dersleri için “kim olsa bu dersi verir” tavrı bize çok yabancı değildir ama, çok zaruri haller ve olağan üstü durumlar dışında farmakoloji, anatomi, biyokimya, fizyoloji gibi daha “önemli” ve “ciddi” dersleri “kim olsa verir” tavrına pek şahit olunmaz. Ancak tarih ilginç örneklerle doludur.
21. Yüzyılın başlarında ülkenin birinde Opium Grandhill University Medical Faculty (OGUMF) diye bir tıp fakültesi varmış. Söz konusu fakülte ülkenin şirin bir kentinde hizmet veren nezih bir kurummuş. Bu fakülte, örneğin Şanlıurfa gibi, bulunduğu ülkenin daha “zor ulaşılan” ve daha “az şirin” bir kentinde olmadığından gerek ilköğretim ve lise, gerekse yükseköğretim kadrolarında sıkıntı çekilmezmiş. Yani o ülkenin Milli Eğitim tarafından tayin edilen kadrolara öğretmenlerin koşarak geldiği, üniversite tarafından açılan kadrolara da ülkenin vatansever akademisyenlerinin yarışarak girdiği bir şehirmiş bu şehir. Bu yüzden, Şanlıurfa ve Fırat’ın doğusundaki diğer illerin okullarından farklı olarak matematik dersini fizik hocası, ahlak bilgisi dersini de coğrafya öğretmeni anlatmazmış bu şehrin okullarında.
Dolayısıyla OGUMF’un akademik kadroları da yerli yerindeymiş. Bu fakültede dersleri o alanda doktora yapmış uzmanlar verirmiş. “Deontoloji (tıp etiği) ve tıp tarihini bile mi?” diye sormayın çünkü OGUMF’ta böyle bir anabilim dalı bile yokmuş. Bir gün OGUMF’a bir idareci gelmiş ve -serde de biyologluk olunca- “Nasılsa insan da hayvandan evrimleşmemiş mi? Tıp fakültesindeki anatomi -yani insan anatomisi- derslerini bir veteriner anatomist versin, zira o kuşları da bilir, balıkları da, kurtların anatomisinden de anlar, kuzuların anatomisinden de” demiş. Çevresindekiler kendisine; “Aman efendim! Vesalius bundan 500 yıl önce ‘Hayvan anatomisi ile insan anatomisi birbirinden farklıdır’ diyerek 1400 yıllık Galenos’u tahtından indirmiş. Maazallah sonra bizi OGUMF’u Orta Çağa geri götürmekle suçlarlar. Hem tıp fakültesi mezunu anatomicilere kıran mı girdi? Yarın biz idareyi terk ettiğimizde yerinize gelen idareci ziraat fakültesinden birisini getirip ‘Nasılsa bu da bitki anatomisi anlatıyor’ diye tıp fakültesinde derse sokarsa nasıl itiraz edeceğiz” demişse de fayda etmemiş. Ve OGUMF’taki tıbbiyelilerin insan dışındaki bütün hayvanların anatomisini bilen nur topu gibi bir hocaları olmuş.
Sizin de kulağınıza gelmiştir, bazı ülkelerde ve bu ülkelerin yükseköğretim kurumlarında “Ben yaptım oldu” mantığı son derece yaygınmış. Neyse ki bizim ülkenin yükseköğretiminde böyle şeyler olmaz.
Siz de benim gibi OGUMF’deki olay ne şekilde sonuçlanacak merak ediyorsunuzdur her halde. Henüz hikayenin sonunu öğrenemedim. Ama öğrendiğimde köşeme taşımayı düşünüyorum.
Tarihten ders almak lazım ki, eğer yapılan yanlışlıklar varsa tekerrür etmesin. Benim de, çok sık olarak kullanmasam da bir tıp tarihçisi şapkam olduğundan OGUMF’taki bu ibretlik olayı tıp tarihine not düşmek istedim. Vesalius’un kemiklerini sızlatmak pahasına…