Anabilim dalı başkanının nasıl belirleneceği kadar, seçilen ya da atanan başkanın nasıl çalışacağı, yetkilerinin neler olacağı da ayrı bir tartışma konusudur. Üzülerek belirtmek isterim ki görev yapan pek çok anabilim dalı başkanı yetkilerini ya da başka bir ifade ile sorumluluk alanının sınırlarını ve en önemlisi akademik kurulun işlevini dahi bilmemektedir.
Anabilim dalı başkanının, kendi anabilim dalının öğretim üyelerinden oluşan akademik kurulun denetiminde çalışması gerekirken, akademik kurullar gündemsiz toplanmakta, bilimsel ortamda gündem oluşturmaması gerekirken gereksiz detaylar üzerinde saatlerce yorumlarda bulunularak toplantılar uzamakta, bunun sonucu olarak da çoğu öğretim elemanı ayda bir defa bile olsa toplantılara katılmaya tahammül edemeyecek duruma düşürülmektedir. Bunun sonucu olarak hemen akla gelen, “Akademik kurula bir yıl içerisinde kaç defa katılmak zorunludur?”, “Katılım sağlanamayacaksa mazeret bildirmek gerekir mi?” veya “Toplantıya hiç katılınmasa ne gibi yaptırımlara maruz kalınabilir?” gibi temel sorular ne yazık ki cevaplandırılamamaktadır Akademik kurulun en önemli işlevlerinden biri de anabilim dalının ileriye dönük hedeflerini belirlenmesi olmalıdır. Anabilim dalı başkanı kurul toplantılarında tarafsız davranmalı, ayrım yapmamalı, demokratik denetim ve katılımın bir örneği olan bu yapı düzgün işletilmelidir. “Her konuda akademik kurul gerekmez” yaklaşımı doğru bir yaklaşım olsa dahi, hangi tür konuların kurul gündemine alınması gerektiği ve bunun kararının kimin tarafından verileceği muallâkta kalmaktadır. Bu durumda, akademik kurul toplantısında, bir kurul üyesi tarafından görüşülmesi önerilen bir konunun anabilim dalı başkanı tarafından dışlanması kadar başka öğretim üyelerinin tebessümleri bile bu yapının zedelenmesine neden olmaktadır.
Öğretim üyeleri arasındaki demokratik bir şekilde tartışılıp oylanarak karar verilemeyen diyalog, çağdaş demokrasiye, çağdaş üniversiteye, çağdaş yönetim ilkeleri ve etiğine kesinlikle aykırıdır. İdari açıdan yasa ya da yönetmeliklerin verdiği yetki kullanılacaksa, bu tasarruf hukuk ilkelerine uygun gerekçeye dayandırılarak yapılmalıdır. Dolayısıyla yetki sahibine hiçbir şekilde, yetkisini öne sürüp istediği gibi davranabilme hakkı verilmemiştir.
Herkesin bildiği gibi, demokrasi, katılımcılık ve desentralizasyon (ademi merkeziyetçilik), her işyerinin uyum içinde çalışması için ve dolayısıyla herkes için gereklidir. Aksi durumda, her düzeyde çalışanın motivasyonunun kırılacağı, sorunların devam etmesi halinde ise Burnout (tükenme) Sendromu ya da benzeri yılgınlık durumlarının ortaya çıkabileceği unutulmamalıdır (1).
Çoğu anabilim dalı başkanının kendi görev ve yetkililerini bilmemesi veya seçilen kişinin diğerleri üzerinde bir üstünlük olarak algıladığı bu süreli-geçici görevin yanlış değerlendirilmesi sonucu ortaya çıkan oligarşik yapı bazı anabilim dalı akademik kurullarında “mobbing” olarak tanımlanabilecek olumsuzluklara kadar gidebilmektedir.
Mobbing, bilindiği gibi kişileri psikolojik baskı altında tutarak yıldırma eylemidir. Bu konuyu yazarı olduğum dergide “Psikiyari Penceresinden” adlı köşesinden 2 Haziran 2008 tarihinde dile getiren kıymetli meslektaşımın yazısından alıntılar yaparak ve bazı eklemelerde bulunarak tekrar gündeme taşımakta fayda görüyorum (2).
Mobbing olarak nitelendirilebilecek tutum ve davranışların en çok yaşandığı yerlerden birisi de üniversitelerdir. Bu tip davranışlar her iş yerinde kendine özgü nitelikler taşıyor olmakla birlikte, özellikle anabilim dallarında, anabilim dalı başkanı yetkilerinin kötü ya da kötüye kullanılması, anabilim dallarında oluşan bazı grupların buna benzer ortak hareketler sergilemeleri ve akademik kurul denetim düzeneklerinin çalışmaması öğretim üyelerinin yaygın biçimde mobbing’e maruz kalmalarına neden olmaktadır (2, 3, 4).
Anabilim dallarında en çok rastlanan ve mobbing olarak nitelenecek davranışları biraz daha örneklemek gerekirse, bunlar; “anabilim dalı başkanının veya muhalif oluşan akademik bir grubun açıkça aşağılayıcı tutum ve davranış göstermesi”, “akademik unvan olarak kendisi ile eşit fakat bilimsel seviye olarak yetersiz olma nedeni ile gösterilen davranış bozuklukları”, “öğretim görevlilerinin ve üyelerinin bilimsel etkinliklere katılımlarına sebepsiz engeller çıkarılması “kitap çevirisi ve kitap yazmak gibi en takdir edilmesi gereken çabalara engel olunması, çalışmalara-makalelere hiçbir katkıda bulunmadan baskı ile ortak olunulması“, “öğretim üyelerinin özlük haklarına müdahele edilmesi ve akademik yükseltilme onaylarının gerekçesiz olarak verilmemesi veya onay vermediği kararı cesareti olmadığı için sonradan imzalayabilecek kadar küçülünmesi“, “hukuk dışı, etik kurallara ve mesleki geleneklere aykırı tutum ve davranışlarla baskı oluşturulması”, “makamca takdir edilen idari görevlere duyulan kıskançlıkların akademik kurullara taşınması” “usulsüz soruşturma açılması, soruşturmanın usulsüz biçimde yürütülmesi ve ceza verilmesi”, “benim adamım kadrosunu almadan kimseye kadro vermem tutumu”, “yasal izinlerin onaylanmaması ya da kişiye göre keyfi uygulama yapılması”, “bilimsel çalışmaların yürütülmesinin engellenmesi”, “gerekmediği hâlde yandaşı olması amaçlanarak öğretim üyesi alarak çatışma yaratılması”, “öğretim üyeleri arasında ve mobbing kurbanı seçilen kişinin ağzından diğer öğretim elemanlarına yönelik asılsız söylentiler çıkarılması”, “kişiler hakkında asılsız iftira mektupları hazırlanarak bunların gönderilebilmesi ve bu tip erdemsiz davranışlara kayıtsız kalınması“, “herhangi bir alanda başarılı olma potansiyelinin engellenmeye çalışılması”, “bazı kişilerin başarılarının görmezden gelinmesi”, “tecrit etmeye, yalnız bırakılmaya çalışılması”, “iş arkadaşlarının birbirleri aleyhine karar almaya zorlanması” ve “hizmetin gerektirdiği destekten (personel, techizat) yoksun bırakılma” olarak sayılabilir.
Yıldırma hareketine başvuranların çoğunlukla, kendi eksik taraflarını, korku ve güvensizliklerini, bir başkasını küçük düşürerek telafi etmeye çalışan, farklılıklara karşı hoşgörüsüz, dürüst olmayan, kendini üstün gören ya da göstermek isteyen, aşırı kıskanç kişiler olduklarını, hedef aldıkları kişinin zora sokarak, kendi yetersizlik duygularını yenmeye çalıştıklarını ileri sürülmektedir (3, 4, 5, 6, 7).
Yıldırmaya hedef olan kişiler çoğunlukla üstün meslekî özelliklere sahip, yetkinlik düzeyleri yüksek, yaratıcı, dürüst, başarı yönelimli, kendilerini işlerine adamış kişiler olarak tanımlanmaktadır (3, 4, 5, 6, 7).
Yukarıda değinilenlerin aksine, Akademik Teşkilât Yönetmeliği’nin 23. maddesi anabilim dalı başkanının sadece her düzeydeki eğitim-öğretim, araştırma, yayın ve diğer faaliyetlerinin verimli bir biçimde yürütülmesinden sorumlu olduğunu, konusu ile ilgili önlisans, lisans, yüksek lisans ve doktora programları ve bilim ve sanat dalı esasına göre anabilim dalları tarafından hazırlanıp, bölüm kurulundan geçirilerek yüksekokul, araştırma enstitüsü veya fakülte kuruluna bildirmekten sorumlu olduğunu ifade etmektedir.
Yönetmelikte tanımlanmaya çalışılan akademik kurul yapısı ise Yüksek Öğretim Kurumlarında Akademik Kurulların Oluşturulması ve Bilimsel Denetim Yönetmeliği’nin 3.4.5.6. ve 7. Maddelerinde zikredildiği şekilde anabilim dalında görev yapan öğretim üyelerinin ayda en az bir kez anabilim başkanlığında toplanarak, ilgili idari ve akademik konuları karara bağlaması ve bölüm kurullarına görüş bildirmesi şeklindedir. Ancak öngörülen akademik kurul yapısının çalıştırılmaması sonucunda ortaya çıkan oligarşik yapı anabilim dalı yönetimlerinde “ben” kavramını ön plana çıkartmakta ve orkestra yönetmek gibi tanımlanabilecek bu görev ile oluşturulabilecek ekip çalışmasının başarısı ortaya çıkamadan kaybolup gitmektedir. Yıllar önce rahmetli bilim insanı Prof. Dr. Semra Vesile Dündar’ın cenaze törenindeki veda konuşmasında hocasının arkasından seslenen kıymetli meslektaşım Sn. Prof. Dr. İbrahim Haznedaroğlu ideal anabilim dalı yönetim şeklini tüm öğretim kadrosunu birbirine bağlayan, onları yörüngelerinde tutarak çarpıştırmayan, dengeli çalışmalarını sağlayan, aydınlatan ve sevgisiyle ısıtan güneş olarak tanımlamıştır. Sn. Haznederoğlu böylece anabilim dalı başkanlıklarının varlığını sorgulayan yaklaşıma da cevap vermişti.
Sonuç olarak “Her topluluk layık olduğu şekilde yönetilir” yaklaşımını hiç olmazsa akademik yaşantımızda şansa bırakmadan, ana bilim dalı başkanlığını “ben” kavramından uzak, geçici bir görev gibi görerek, dönüşümlü ancak layıkıyla yapmamızın en akılcı ve bilimsel yaşamımız için elzem olan bir öneri olarak görmekteyim.