Tıbbi ve cerrahi eğitimdeki anatominin ehemmiyeti üzerine, H. Rouviére 1929 yılında Paris’te, işin ciddiyetini sezerek “L’anatomie; a éte est et doit rester le flambeau de la Medicine et de la Chirurgie” (Anatomi, tıbbın-dâhiliyenin ve cerrahinin hep meşalesi olmuştur, olmaya da devam edecektir) abidevi cümlesini serd etmiş ve konuya parmak basmıştır. Halen bu hakikat, cerrahi felsefenin ebedi sarsılmaz esasını teşkil etmektedir.
Mensubiyetinden gurur duyduğum Türk tıbbı ve özellikle nöroşirurjisi, halen dünyada çok takdire şayan bir seviyede olmasına rağmen, gerek cerrahi anatomi gerekse ameliyat tekniklerinin eğitiminde, modern dünya tıbbının aksine, laboratuvarlarımızdan ziyade ameliyathanelerimizin daha etkin olduğu gerçeği ile karşı karşıyayız. Diğer bir deyişle, bizler genellikle cerrahi anatomiyi ve ameliyatı, materyal, ekipman ve teknik eksiklikler sebebi ile laboratuvarlarda ve kadavrada değil de, bir ibadethane olarak telakki ettiğim ameliyathanelerde, bir ibadet olarak gördüğüm cerrahi işlemler esnasında, usta-çırak usulü, izleyerek veya maalesef bizzat yaparak öğreniyor ve öğretiyoruz.
Avantaj ve dezavantajları ile birlikte, tıp fakültelerimizin ve diğer eğitim kurumlarımızın mevcut şartları her zaman aynı standartta olamamaktadır. Ancak, üstün başarı peşinde koşuyorsak, bu yarışta geri kalmak istemiyorsak, çok büyük bir eksiklik olarak gördüğüm cerrahi anatomi ve cerrahi teknikler kesinlikle laboratuvarlarda öğretilmelidir.
Yıllar önce, İsviçre’de Zürih Üniversitesi Nöroşirurji Kliniğinde mikronöroşirurji eğitimimi tamamladıktan sonra, 1984 yılında Türkiye’ye döner dönmez, ilk iş olarak -bu problemi hissettiğimden dolayı-, Atatürk Üniversitesi Tıp Fakültesi Nöroşirurji Ana Bilim Dalı bünyesinde mütevazı bir Mikronöroşirurji Araştırma Laboratuvarı tesis ettim.
Gerek kendi beyin cerrahisi kliniğimden gerekse diğer ilgili kliniklerden birçok asistanımıza ve öğretim üyemize bu laboratuvarda eğitim verdik. Bu arkadaşlarımız, mikrocerrahi kabiliyet ve tecrübelerini geliştirdiler ve başarılı operasyonlara imza attılar. Bu laboratuvarımızda birçok deneysel araştırma yapıldı ve uluslararası itibarlı bilimsel dergilerde yayımlandı. Kliniğimizde ihtisas tezlerinin bile eksperimental olması, yıllardır süregelen bir gelenek haline geldi. O yıllarda bölgede replantasyon cerrahisi yapacak plastik cerrahi veya el cerrahisi merkezi olmadığı için, parmak ve el dâhil, replantasyon ameliyatlarını benim başkanlığımdaki mikroşirurji ekibi, başarıyla gerçekleştirdi. Komplikasyonlarımız başarılarımızı asla gölgeleyemedi, sadece daha dikkatli olmamıza ve dersler çıkarmamıza vesile oldu. Yıllarca bu böyle devam etti. Sıkılmadık, yılmadık, yorulmadık. Daha sonra ilgili branşlar açıldı ve bu görevi devraldılar.
O günlerden bugünlere geldik. “Küçük dereler, büyük dereleri oluşturur” gerçeğinden hareketle, azim ve istikrarla, kol, bacak, uzuv ve yüz nakilleri yapar olduk. Komplikasyonlar, cerrahın kendini Tanrı gibi hissetmemesini sağlar, ona bir yerde ders verir ve haddini bildirir. Komplikasyonsuz cerrah, ölü bir cerrahtır. Dünyadaki ilk kalp, karaciğer ve böbrek nakillerinin akıbetlerini unutmamak gerek. Umutsuzluk, başarının en büyük düşmanıdır. Eleştirilerimiz dikkatli ve art niyetten uzak olmalı, insaf ve izan sınırını aşmamalı, şevk ve heyecanımızı törpülememelidir.
Cesur bilim adamları ve hayal gücü geniş, yaratıcı cerrahlar olmasaydı bugünleri göremezdik. Cerrahi becerimizin ve tecrübemizin tekâmülü için, sınırları ahlak-etik hudutlar dâhilinde zorlamalıyız. Bu yolda hiçbir imkânı ve gayreti esirgememeliyiz. Yeter ki, mümkün olduğu oranda anatomi ve ameliyatı ameliyathanelerde değil de, laboratuvarlarda öğrenelim, öğretelim.
Bir de, yetkililer bizlere huzurlu, itibarlı ve güvenli bir çalışma ortamı sağlasalar…
Unutmadan, yeni bir rubaimizi de buraya alalım.
ELLİYİ AŞKIN KADIN
Yıllar yılı yılmadın, yarışı bırakmadın.
Leylalar arasında bir bayrak oldu adın.
Kadındır bu Âlemde kavgaların sebebi,
Bu ne nefes! Bu ne hırs! Elliyi aşkın kadın!