Türkiye’de göreli olarak uzunca bir zamandır anayasa değişikliği meselesi konuşuluyor. “Konuşuluyor” yüklemini bilinçli olarak tercih ettik. Çünkü gerçekten sadece konuşuluyor. Elbette konuşma önemli bir meziyet. İnsana has bir nitelik, lakin çok çeşitli konuşma biçimleri var. Akıllı uslu konuşan var, boş konuşan var, doğru konuşan var, yanlış konuşan var… Elbet insan olan konuşur. İnsanlar konuşa konuşa anlaşır. Bunda yadırganacak bir durum yok. Tuhaf olan, Türk insanının içine düştüğü garabet, tamamen insanî bir durum olan “akıllı uslu konuşabilme” becerisini, maalesef, gittikçe kaybetmesi. Konuşamaz hâle gelmesi, getirilmesi. Gerçekten konuşamıyoruz. Konuşunca da birbirimiz anlamıyoruz, anlayamıyoruz. Ne oluyor bize? İnsanca konuşmamız gerekirken, sadece bağırıyoruz, çığırıyoruz, gürültü çıkartıyoruz… Bu gidişat, en hayati meselelerde konuşmayı bilenleri susmaya sevk ediyor. Oysa devletlerin yaşamasında hayati önemi olan anayasanın yenilenmesi veya düzenlenmesi gibi bir meselede susmak değil konuşmak tercih edilmelidir. Devlet için, millet için, eğri otursak bile doğru konuşmamız ahlaken zorunluluk arz eder.
Konuşmak, düşüncelerin ve fikirlerin sözcükler ve kavramlar aracılığıyla dile gelmesi. Dile gelen, dile düşer. Dile düşmek, kontrolün bizden çıktığını gösterir. Bu nedenle dile düşmeden önce, eğri otursak da doğru konuşmamız elzemdir. Kısa soluklu çıkar hesaplarına kapılarak, doğru görünüp eğri konuşmak, ilk etapta fayda temin etse de nihayette zarar verir. Demek ki, esasen ahlâkî bir meziyet olan doğru konuşma özelliğinden taviz vermemeye gayret edilmelidir. Bu bağlamda anayasa meselesini konuşmaya gelirsek; anayasa, devleti temsil eder. Hak ile hukuk, devlet nezdinde anayasa ile garanti altına alınır. Burada belirleyici ilke ise adalettir. Bu nedenle Namık Kemal’in de dile getirdiği gibi, “adaletin kemâlât-ı insaniye ve terakkiyât-ı medeniyetçe hâsıl edegeldiği tesirât-ı külliyeyi isbat için delil getirmeğe hâcet görülmez.” Vatan ve hürriyet şairimiz Namık Kemalin anlatmaya çalıştığı, adaletin insana ahlâkî, idarecilere ise siyasî bir yol göstermede en etkili ilke olduğunu kavramada delile bile ihtiyaç duyulmadığıdır. Adalet, yaşatıcı ilkedir. Teminatı hukuktur. Meyvesi ise devlet.
Namık Kemal devlet için ahlakın esas olduğunu kanaatindedir. Öyle ki, ahlak, devleti işletecek olan kanuna bir önkoşuldur. Bu nedenle bir kanun “1. Nizâmât -ı Esâsiyye, 2. Usul -i Mezheb, 3. Ahlak, 4. Hürriyet -i Mezhebiyye, 5. Hürriyyet -i Şahsiyye, 6. Huzur -ı Mahâkimde Müsâvât -ı Umumiye, 7. Emlâkin Taarruzdan Masuniyeti, 8. Hükkâmın Mazuliyyetden Beri Kalması, 9. Muhafaza-i Memleket ” kaidelerinden birine zarar veriyorsa reddedilmesi gerekir.
Bize düşen yeni bir anayasa değişikliğinin konuşulduğu şu zor günlerde onayımıza sunulacak olan yeni anayasa metninin Namık Kemal’in sıraladığı ölçütleri taşıyıp taşımadığını sorgulamaktır.