Ankara, Ankara, güzel Ankara,
Seni görmek ister her bahtı kara.
Senden yardım umar her düşen dara,
Yetersin onlara güzel Ankara.
Gerçekten öyle midir acaba? Millet dara mı düşmüyor, yoksa yardıma mı ihtiyacı yok?
Ankara dünden bugüne devamlı kan kaybediyor. Bankaların genel müdürlükleri İstanbul’a taşındı. Ardından yeni kurulan bazı kuruluşlar, örneğin; isimlerini atıyorum, ABCD, EFGHİ, Borsa ve başkaları İstanbul’da konuşlandırıldı.
Bu taşınma işini önce büyük holdinglerimiz başlattı. Sabancı Adana’dan, Koç Ankara’dan yüklerini, denklerini hazırlayıp İstanbul’a göçtüler.
Şimdilerde Merkez Bankasının da İstanbul’a taşınacağından bahsediliyor.
Bankaların, sigorta şirketlerinin, GSM operatörlerinin merkezleri zaten hep orada. Uluslararası şirketlerin Türkiye temsilcilikleri çoğu zaman İstanbul’da.
Büyük fabrikalar, ithalatçılar, ihracatçılar, büyük-küçük illegal oluşumlar, uyuşturucu tacirleri, gizli, kaçak-koçak işler, kumarhaneler, büyük zenginler, patronlar zaten boğazda konuşlanmış durumdalar. Eh Ankara’nın da büyük eksiğidir bu. Ne denizi var ne boğazı, ne de boğazdaki yalıları.
Yeşilçam, müzik, film sanayisi hep İstanbul’da. Artistler, ses sanatçıları, müzisyeni, komedyeni, şaklabanı da orada.
Devlet büyüklerinin bile İstanbul’da belirli yerleri var. Dolmabahçe çalışma ofisi, Huber Köşkü benim bildiklerim. Belki bilmediğimiz niceleri daha vardır.
Yabancı devlet erkânı, en azından bir kısmı artık Ankara yerine İstanbul’da ağırlanıyor. Resmi görüşmeler için bakanlar, genel müdürler Ankara’dan birkaç saatliğine de olsa İstanbul’a çağırılıyorlar. İş ziyareti için ülkemize gelecek yabancılara, “Ankara’ya kadar zahmet etmeyin, biz sizi İstanbul’da ağırlayalım, hem bu vesileyle tarihi mekânları da görme imkânınız olur.” Denilerek, randevular Ankara yerine İstanbul’da mı veriliyor acaba?
Aslında Ankara, Kurtuluş Savaşı’ndan beri, ülkemizin yegâne başkenti. Başımızın tacı. Hiç, İngiltere Kraliçesi’nin resmi konuklarını Londra yerine başka bir şehirde ağırladığını duydunuz mu? Ben duymadım. Bilen varsa, lütfen bize de söylesin.
İşte hal böyle olunca da, Ankara giderek geri kalıyor. Eskiden, “Ankara’da ne var?” diye soranlara, “Ankara’da Anıt Kabir, Gençlik Parkı, bir de Atatürk Orman Çiftliğindeki ‘Hayvanat Bahçesi’ var.” derlerdi.
Gençlik Parkı santim genişleyip ilerletilemedi, köreldi gitti. Atatürk Orman Çiftliği, yıllardır kıyısından köşesinden kırpılıp duruyor. Şimdiye kadar bir tek Anıt Kabir’e dokunulamadı.
Ankara maalesef, resmisi özeli, devasa binalar yığını bir kent görünümünde. Mogan Gölü’nün etrafı ağaçlandırılmayıp binalarla kuşatıldığından, erozyona kurban gitti. Tabanı balçıkla kaplandı. Yollar, elli sene öncesindeki gibi, hiç genişleyememiş. Metro iki hatta kalmış durumda. Yıllar önce, büyük tantanalarla yapımına başlanan ilave üç hattı, Büyükşehir Belediyesi beceremeyip, milyarlarca dolar borçla Ulaştırma Bakanlığına devretmiş durumda. Bu nedenle ümidimiz de, beklentimiz de Ulaştırma Bakanlığında.
Ana yol kenarlarına dip dibe, tespih tanesi gibi sıralanmış alışveriş merkezleri, trafik tıkanıklığına, bir de hafta sonlarında Ankaralının çoluk çocuk eğlenmesi ve karın doyurmasına yarıyor. Trafik hafta içinde bile keşmekeş, hafta sonlarında ise bir ızdırap halini almış durumda. Hap büyüklüğündeki parklar, Ankaralıya ne yakışıyor ne de yetiyor. Aslında yakınlarda orman ve mesire alanları da yok değil. Dikmen Vadisi, Altınpark, Sincan, Eryaman, Beynam ve Kızılcahamam Küçüksu parklarına, maalesef uzak denilerek gidilmiyor.
Ankara’ya önce devlet, sonra da Ankaralılar sahip çıkmalı. Cumhuriyet’imizin başkenti, Kurtuluş Savaşı’mızın simgesine hepimiz sahip çıkmalıyız.
Yerel yönetimleriyle, özel ve kamu şirketleriyle, Meclisiyle, devletiyle, bakanlıklarıyla unutulmuş ve kaybolmaya yüz tutmuş güzelliklerini ön plana çıkarmalıyız.