Hayatın anlamı nedir?
Neden varım?
Neden buradayız?
İnsan nasıl yaşamalıdır?
Anlamı olmayan bir hayat yaşamaya değer midir?
Sizin de zihninizde dönüp duruyorsa bu sorgular tıpkı benim gibi, o halde hoşgeldiniz…
Hayatın anlamı görecelidir insandan insana, günden güne ve hatta saatler içinde değişebilir. Bu nedenle önemli olan genel olarak hayatın anlamı değil, insanın hayatının verili bir andaki özel anlamıdır. Bu soruyu genel geçer bir şekilde cevaplamak, bir satranç şampiyonuna “Söylesene usta, dünyadaki en iyi hamle nedir?” diye sormaya benzer der Logo terapinin kurucusu Dr.Frankl ve sorgusunu yanıtlar, “bir oyundaki durumdan ve rakibin kişiliğinden bağımsız olarak belirlenebilecek en iyi hamle, hatta iyi hamle diye bir şey olamaz”. Benzer şekilde insanın varoluşu da aynıdır, bir başkası tarafından verilecek tek bir yanıt olanaksızdır.
“Alemde her şey zıddıyla kaimdir” sözüyle biraz daha açalım isterseniz hayatın anlamı meselesini. Bu cümleyle anlaşılan o ki sağlığın varlığının hastalığın gelmesiyle, iyinin varlığının kötülüğe maruz kalmakla, özgürlüğün varlığının tutsaklıkla, ışığın varlığının ise karanlıkla anlaşılabileceği daha nice örnekle sabitken ya yaşamın manası?.. Belki de kaybetme korkusunun olmadığı sınırsız bir yaşamımız olsaydı, ölüm denen gerçeklik olmasaydı, yaşamanın da sorgulanmaya değer bir manası olmayacaktı. Onu anlamlandırmaya çalışmayacaktık, zihnimizin gündeminde yeri bile olmayacaktı bu mevzunun. Zira, insan neye çok sahipse onun farkına da varmaz kıymetini de bilemezmiş ya zaten…
Anlam arayışının, tarihin ilk dönemlerinden bu yana filozofların ve düşünürlerin kafasını kurcalayan bir konu olduğunu biliyoruz peki nasıl yorumlamışlardır ilk filozoflardan bazı örneklere bakalım. Thales’in arkesi su ile ilişkilidir, ona göre su her şeyin temelidir, Sokrat “kendini bil” felsefesiyle yola çıkar. Ona göre yaşamın anlamı, kişinin kendi farkındalığını kazanmasıyla mümkündür ve bu da ancak etik ve ahlaki yaşamla olabilir. Aristo’ya göre ise her şeyin bir amacı vardır ve anlam bu amaç doğrultusundadır. Örneğin bir tohumun amacı ağaç olmaktır diyerek varlıkların ve olayların anlamını bu telosa göre açıklar. Platon ise ideal formları savunur bilgi oldukça değerlidir ve anlam bu yöndedir der. Bu filozoflar, Antik Yunan’ın anlam konusunda farklı ve çeşitli yaklaşımlar sunanlarından sadece birkaçıdır. Onların fikirleri, sonraki dönemlerde de etkisini göstermiş ve felsefi düşüncenin gelişiminde önemli bir yer bulmuştur. Kindi, İbn Meserre, Farabi gibi ilk İslam filozofları akıl, evren ve kitabın üç vahiy olduğu, Tanrı’nın ve yaşamın anlamının bu üç vahyin anlamlandırılmasıyla anlaşılabileceğini vurgulamışlardır. Özellikle Farabi İslam felsefesi konusunda en detaylı çalışan ilk düşünür olarak hakikatin evrenselliğine inanıyorsanız hakikati nerde bulursanız alırsınız görüşüyle hareket etmiştir. Ortaçağ’da Augustine gibi düşünürler anlamı Tanrı’nın varlığı ve insanın Tanrı ile ilişkisine bağlamışlardır. Yeniçağ’da, Descartes “Cogito, ergo sum” (“Düşünüyorum, öyleyse varım”) diyerek anlamın bireysel düşünce sürecinden geçtiğini savunur. Kant’a göre anlam, ahlaki yasalar ve nedensellik gibi evrensel ilkelerle belirlenir. Hegel ise anlamın tarih içinde sürekli olarak evrim geçiren diyalektik bir süreç olduğunu savunur. Kierkegaard anlamın bireysel ve dini bir deneyime bağlı olduğunu ifade eder ve tek cümle ile bu konuyu düşünmeye çağırır “Tanrı benimle ne kastetmiş olabilir?”. Nietzche gibi nihilistik akımın öncüleri geleneksel anlam sistemlerinin çöküşünden bahsederek kişinin kendi değerlerini yaratması gerektiğini vurgular ve anlamı “Tanrı öldü” diye açıklar. Ona göre insan kendi hareketlerini kontrol edebilecek düzeydedir. Nietzsche bu durumdan tam bir çıkış önermez. Anlamı bulup bu durumdan çıkmayı insanın başarabileceğini söyler. Sartre ve Camus gibi diğer varoluşçular da anlamı, insanın kendi varoluşunu ve özgürlüğünü yaratmasıyla oluşacağını savunurlar. Bu felsefi yaklaşımda insan varoluşunun yaratıcısı olduğu ve dolayısıyla tam anlamıyla özgür olduğu fikrini ortaya koyar. Fakat bu özgürlük aynı zamanda bir tutsaklığı da beraberinde getirir çünkü birey kendi kararlarının ve eylemlerinin tamamen sorumlusudur.
Teolojik bağlamda da “anlam”ı inceleyelim biraz, ne dersiniz?
Budizm’de anlam, acıdan kurtuluş ve Nirvana’ya ulaşmayı içerir. Bu, “Dört Yüce Gerçek” ve “Sekiz Katlı Yol” gibi öğretilerle kazanılır. Hindu inançlarında, yaşamın anlamı karma ve dharma yasalarına uygun yaşamakla elde edilir. Reenkarnasyon da bu anlayışta önemli bir yer tutar; kişinin yaptığı eylemler, gelecekteki yaşamlarını şekillendirir. Bahai inançlarda, anlam tüm dinlerin ve insanların birliği için çalışmayı içerir ve bu sayede daha yüksek bir manevi, bilinç düzeyine ulaşılır. Şintoizm’de anlam, ataların ve doğanın ruhlarına saygı göstermekle kazanılır. Eski Ahit’te yaşamın amacı, Tanrı’nın yasalarına uymak ve onu yaratılışını onurlandırmak olarak ifade edilirken Yeni Ahit’e göre yaşamın anlamı Tanrı’ya inanmak, İsa Mesih’in öğretilerini takip edip Tanrı’nın Krallığı’na hizmette bulunmaktır. İslam’da ise Allah inancı başta olmak üzere, iman esasları, ibadet ritüelleri, ölüm ve sonrası bir ahlak kitabı olarak da tanımlanabilen Kuran’ın vahyinde ilerleyerek hayata anlam açıklaması sunulmaktadır. Bu dini yaklaşımlar, yüzyıllar boyu süregelen ve hepimizi ilgilendiren evrensel bir soruya, yani “anlam”a, farklı pencerelerden bakmaktadırlar.
İnsanın kendisini amaçsız, varlığını anlamsız kılması büyük bir çelişki olmaz mı sizce de… Russell’a göre: “Modern bilim insanları arasında dine düşman veya ilgisiz olmayanların ortak bir inancı vardır, o da evrensel amaç inancıdır. Bu inancın ortak yanı, evrimin ahlak açısından değerli bir hedefe doğru geliştiği; bir bakıma bütün evren sürecinin bir sebebe bağlanabileceği düşüncesidir. Varlığı, hayatı ve olayları tesadüfle izah etmek mümkün değildir.
Sokrat’ın “Sorgulanmamış bir hayat yaşanmaya değmez” vurgusunu yaptığı anlam arayışında, her birimiz kendi yol haritamızı çizebiliriz. Çünkü, kimsenin yerine bir başkası geçemez ve kimse hayatını tekrar yaşayamaz. Anlam, farklı perspektiflerin ve derin sorguların kesişim noktalarında ortaya çıkar. Hayatın anlamını bulmanın yalnızca tek bir yolu veya metodu yoktur. Felsefi, dini, kültürel manalarda zengin ve çeşitli bir manzaraya benzer anlam arayışı. Ve bu manzara, sadece bir dağın zirvesinden değil, farklı yüksekliklerden ve açılardan da izlenmeli ve değerlendirilmelidir. Kendi anlamımızı keşfetme yolculuğunda gereken tek şey cesaretle sorgulayabilmekten ibaret değil midir?…
2 yorum
Elinize ve kalbinize sağlık. Bütün tariflerinizi çok beğendim. Özelliklede tamamlarken söylediğiniz manzara tasfirini daha çok beğendim. Hepimizin hatta tüm canlıların manzarası sadece gördüklerimiz ile sınırlı değil, gördüklerimizden anladıklarımız veya algıladıklarımız da farklı. Ben ufak bir katkı yapmak istiyorum. Yaşamın amacını veya varoluşunun amacını sizin gibi sorgulayan bir birey olarak işte yaşamın tam da istediği bu farklılıklar diye düşünüyorum. Dediğiniz gibi her yükseklikten veya açıdan manzarayı deneyimlemek istiyor. Hatta belki de direkt sahneyi en önden görmek istiyor. Her şey o kadar çeşitliki denizin altında da üstünde de milyonlarca tür canlı barındırıyor. Yaşam öyle ayrıntılı bir roman yazmakta ki hatta tekrarlar da yapıyor. Aynı şeyleri milyonlarca milyarlarca kez tekrardan yorulmuyor. Dünyadaki her canlı her nesne diğerilerine anlamlar katıyor anlamını pekiştiriyor. Bence asıl mühim olan böyle ayrıntılı anlamlar barındıran bir resimde bizlerin ne yaptığımız veya anlam bütünlüğüne ne katabildiğimizdir diye düşünüyorum. Kesinlikle bu kadar ayrıntılı detaylı bir dünyada hiç bir şey tesadüf olamaz..
Siteniz çok güzel çok anlamlı yazılara denk geldim, ilgiyle okuyorum ve takip ediyorum, sürekli okurunuz oldum:)
Lütfen bu kaliteyi muhafaza ediniz sevgiler ve selamlar..