Karşı tarafın ne söylediğini tam olarak anlamadan, gereken soruları sorup bunlara ikna edici cevaplar almadan, ön yargıyla fikrini ortaya koyan adam/kadın sağlıklı tefekkürün hakkını vermemiştir. Çünkü henüz muhatabının ne dediğini tam olarak anlamamış, anlamak istememiş, hemen hükmünü vermiş ve muhatabını ademe (yokluğa) mahkûm etmiştir. Muhatabıyla kendisi arasına koskocaman bir duvar örmüş ve onu kendisine düşman ilan etmiştir. Bununla da yetinmemiş muhatabının sözlerini dinlememeleri için öğrencilerini ve sohbetini dinleyenleri de kışkırtmaya kalkışmış ve onu itibarsızlaştırmaya çalışmıştır.
Öğrenciler ile onu sevenler ise bu şahıstan etkilenmiş, onu adam sanmış ve gerçekleri haykıran İslâm âlimini dinlemekten korkmuş, çekinmiş ve kaçınmışlardır. Çünkü aleyhte kampanya yürüten bu zavallının cübbesine, rütbesine, titrine, kılık kıyafetine bakarak onu bir şey zannetmiş ve körü körüne onun peşinden gitmişlerdir. Oysa o âlim geçinen fâsık her türlü sayhayı (sağlam düşünceyi, tutarlı görüşü, yanlışını ona hatırlatan makul fikri, hakikate çağrıyı) kendi aleyhine zannetmiş, taraftarlarını kaybetmemek ve çıkarlarını korumak için hezeyanlara başvurmuştur.
Tam da burada münâfıkların özelliklerinin anlatıldığı şu âyet-i kerimeyi hatırlamakta fayda vardır:
“Onları gördüğün zaman kalıpları (dış görünüşleri) senin hoşuna gider, onları beğenirsin. Konuştuklarında (ağızlarından çıkan yaldızlı, etkileyici ve parlak) sözlerine kulak verirsin. Gerçekte ise onlar, âdeta duvara dayatılan ruhsuz kütüklere benzerler. (Bu adamlar/kadınlar içi boş kof kütük gibi olduklarından, kendilerine güvenemediklerinden, korkak ve hain olduklarından, nifaklarının ortaya çıkacağından endişe ettiklerinden dolayıdır ki) her çağrıyı (İslâm’a güçlü daveti, sağlam düşünceyi, açıklarını ortaya döken güvenilir sahih dinî bilgiyi, tutarlı görüşü) kendileri aleyhinde sanırlar. Onlar (gerçek İslâm âlimlerine ve kâmil mü’minlere her zaman) düşmandırlar. Bu yüzden onlardan sakının! Allah onları kahretsin! Nasıl da (hakikatten) döndürülüyorlar!”(Münâfikûn, 63/4).
Şimdi bu ve benzeri adamları daha iyi tanımak için birkaç misal verelim.
Mesela muhatabınıza “geçmişte Hz. Peygamber adına hadis uydurma girişimlerinin olduğunu, o yüzden de kitaplarda görülen veya sohbetlerde hadis diye nakledilen her rivâyete Hz. Peygamber’in sözüymüş gibi bakılmaması gerektiğini, araştırmadan acele karar vermenin doğru olmadığını, aksi takdirde Hz. Peygamber’e iftira atanlarla aynı safta buluşma ve suç ortağı olma tehlikesinin mevcut olduğunu” söylediğinizde muhatabınız daha sizin ne dediğinizi tam olarak anlamadan sizi “İslam düşmanı”, “sapık” veya “zındık” olmakla suçluyorsa bu muhatabın süfehâdan olduğu tartışma götürmez bir gerçektir.
Yine muhatabınıza “geçmişte iyi niyetle hadis uydurma girişimlerinin olduğunu, bazı sözde âlim, sûfî ve kıssacıların buna alet olduğunu, bunların halkı ibadete teşvik için az amele çok sevaplar vaat eden birçok hadis uydurduğunu, bunlara karşı dikkatli olunması gerektiğini” söylediğinizde muhatabınız daha sizin ne dediğinizi tam olarak anlamadan sizi “hadis düşmanı” olmakla suçluyorsa bu muhatabın da süfehâdan olduğu tartışma götürmez gerçektir.
Aynı şekilde muhatabınıza “geçmişte İslam düşmanlarının, zındıkların, münâfıkların, mülhidlerin kasıtlı olarak hadis uydurduklarını, amaçlarının İslâm’ı lekelemek olduğunu, bu tür uydurma hadislere karşı dikkatli olunması ve her duyulan söze hemen inanılmaması gerektiğini” söylediğinizde muhatabınız daha sizin ne dediğinizi tam olarak anlamadan sizi “İslam düşmanı” olmakla suçluyorsa bu muhatabın da süfehâdan olduğu tartışma götürmez bir gerçektir.
Yine muhatabınıza “tefsirlerde, meallerde birtakım hatalı/yanlış bilgiler olduğunu, âyetleri açıklarken uydurma hadislere, İsrâiliyat, Mesihiyat ve Mecusiyat’a başvurulduğunu, o yüzden de her yoruma/te’vile din gözüyle bakılmaması ve çok dikkatli olunması” gerektiğini söylediğinizde muhatabınız daha sizin ne demek istediğinizi anlamadan sizi “tefsir düşmanı”, “selef düşmanı” veya “İslâm düşmanı” olmakla suçluyorsa bu muhatabın da süfehâdan olduğu tartışma götürmez bir gerçektir.
Muhatabınıza “her hadis kitabına güvenilemeyeceğini, onların da içinde çok zayıf ve uydurma hadisler olabileceğini, çok yönlü araştırmadan o kitabın tamamını savunmanın doğru olamayacağını, o yüzden de tek tek her bir hadisin sened ve metin tenkidinin yapılmasının şart/elzem olduğunu, böyle yapılmadan verilecek her acele kararın eksik bir içtihat olacağını ve bunun da büyük bir sorumluluğu/vebali gerektireceğini” söylediğinizde muhatabınız sizin ne dediğinizi anlamadan sizi “peygamber düşmanı” veya “hadis inkârcısı” olmakla suçluyorsa bu muhatabın da süfehâdan olduğu tartışma götürmez bir gerçektir.
Muhatabınıza “Hz. Muhammed’in peygamberliğini kabullenemeyen Mecusî, Yahudi, Hıristiyan ve müşriklerin onun vefatı sonrası ‘efsanevî ve insanüstü bir peygamber’ tasavvuru ortaya attıklarını, bilinçli olarak bu söylentileri çıkardıklarını, Müslümanların kafalarını karıştırmak amaçlı manipülasyon yaptıklarını, Resûlüllah karşısındaki yenilgilerinin rövanşını almak gayesiyle böyle sinsi bir algı operasyonu yürüttüklerini” söylediğinizde muhatabınız sizin ne dediğinizi anlamadan sizi “peygamber düşmanı” veya “sünnet düşmanı” olmakla suçluyorsa bu muhatabın da süfehâdan olduğu tartışma götürmez bir gerçektir.
Aynı şekilde muhatabınıza “kafir ve müşriklerin günümüzde de boş durmadıklarını, hâlâ İslam’ı yanlış yorumlayan birtakım akımları/ideolojileri/terör örgütlerini/sapık tarikatları desteklediklerini, maşa olarak kullanılan bu örgütlerin de Müslümanların başına bir sürü çorap ördüğünü, dolayısıyla bu tür yanlış din yorumlarına karşı dikkatli olunması gerektiğini” söylediğinizde muhatabınız daha sizin ne dediğinizi anlamadan sizi “din düşmanı”, “tasavvuf düşmanı”, mülhid”, “kâfir”, “hain”, “alçak”, “satılmış”, “ajan”, “mealci” veya sapık” olmakla itham ediyorsa bu muhatabın da süfehâdan olduğu tartışma götürmez bir gerçektir.
Sonuç olarak, bütün bu örnekler çoğaltılabilir. Ancak sözün tamamı zaten akıllı insanlara söylenmez. Yazıyı buraya kadar okuyup ne demek istediğimizi anlayanlar meseleyi kavramıştır. Ancak hâlâ aklını kullanmayan ve sağlıklı tefekkürün hakkını vermeyenlerin üzerine Kur’ân’ın ifadesiyle “maddî ve manevî pisliklerin/elem verici azapların” yağacağı da ayrı bir gerçektir. (Yûnus, 10/100). Dolayısıyla üzerlerindeki bu pislikleri fark etmeden, kendi sefihliklerine bakmadan, karşı tarafın ne dediğini/ne demek istediğini tam olarak anlamadan karar veren ve muhataplarıyla ilgili karalama kampanyaları yürütenler süfehâdan olup, bunlar “vesvâsi’l-hannâs’ın türdeşi”, yandaşı ve arkadaşlarıdırlar.
1 yorum
Sayın Ahmet Hoca
Akademik Akıl sitesindeki her üç yazınızı (Anlamadan/dinlemeden hüküm vermek ve uydurma hadisler, Hz. Peygamber’in sünneti denilince ne anlaşılmalıdır? Uzmanlığa / liyakate saygı kur’ân-ı kerîm’in emridir), sevinçle ve “İşte bu! Çok şükür, Kur’an’ın önemli mesajlarına vakıf olmuş bir İlahiyat Fakültesi mezunu aydın, ön yargıdan ve şekilcilikten kendini kurtarmış harika biri” diye söylenerek okudum. Çok mutlu olduğumu ve her 3 yazınıza da zevkle imza atacağımı belirtmek isterim. Şu saptamalarınız birer harika:
* Danışma ve Liyakat konusu, şu anda ülkemizdeki en önemli kamburlardan ve hak gaspı yöntemlerinden biri. Kur’an’da sizin de açıkladığınız gibi Al-i İmran-159 ve Şura-38 de, ayrıca Bakara-104 ncü ayette de tüm idarecilere hitaben vurgu yapıldığı halde. Çünkü Kur’an’a iman edenlerimizin çoğu, içinde ne olduğunu anlamadan okuduğuna iman etmektedir (Cumu’a-5 e uygun).
* Kur’an’a uygun açıklamalar yapmakta olanların en sık uğradıkları davranışlardan biri, Sünnet diye tanımlanan ve Peygamberimiz Hz. Muhammed’e atfedilen sözlerin, insanlarımız tarafından, eleştirel akıllarını kullanmaksızın olduğu gibi ve eksiksiz doğru kabul edilmesine itirazları sırasında olmaktadır. Çünkü A’raf-203, İsra-73-74, Yunus-15, Lokman-6-7, Ahkaf-9, Hakka-44-47, Bakara-79-80, Al-i İmran-187 nci ayetlerle Hz. Muhammed’e Kur’an dışı bir din kuralı (muhkem gibi) eklemesinin yasaklanmış olduğundan bihaberdirler.
Bunun yanında da Hz. Muhammed’in özellikle insana yönelik şekilselliklerinin de mutlak ve dokunulmaz bir yaklaşımla eklenmesidir. “Hz. Muhammed Kur’an’ın canlı uygulayıcısı olduğundan, O’na atfedilen sözlerin de mutlaka Kur’an’ın filtresinden geçirilmesi, Kur’an’a uygunluğunun belirlenmesi gerekir. Uygun olanlar Kur’an’da bir ayetin ve muhkem /değişmez ana kuralın pratik örnekleme ile açıklanmasıdır.” Şeklinde yaptığım her konuşmamda, sizin belirttiğiniz hakaret ve daha başka ithamlara maruz kalmışımdır. Sizin de uğradığınızı kesin gibi tahmin ediyorum.
* Casiye-18, Bakara-143, Al-i İmran-110 ve Hac-78 nci ayetlerde olduğu gibi, Kur’an’a ve Hz. Muhammed’e iman eden ümmetin, İslam’a örnek olma görevi verilmiş olduğuna değinilmiş olma konusunu, sizlerin de gündeme getirmiş olmanız gurur verici olmuştur. Çünkü bu konu hem gündeme getirilmemekte ve Müslüman toplum bu görevden habersizdir.
*”muhatabınıza “tefsirlerde, meallerde birtakım hatalı/yanlış bilgiler olduğunu, âyetleri açıklarken uydurma hadislere, İsrâiliyat, Mesihiyat ve Mecusiyat’a başvurulduğunu” ifade etmeniz, beni içten sevindiren bir saptamanız oldu. Çünkü 1400 öncesinde 4 Haham ve bir Papazın “Müslüman olduk” takiyyesi yolu ile (İsrailiyat ve Mesihiyyat) başlayıp günümüze kadar da bazı Kur’an tercümelerinde /meallerinde ve Tefsirlerdeki yorumlarında devam etmektedir. Ben, tercüme anlam kaydırmalarına “son davet kur’an tercümesi” kitabımda ilgili ayetlerle ve gerekçeleri ile değindim. Umarım sizler ve sizin gibi yetkin olanlar da, aynı şekilde üzerinde durur. “Her mealde mutlak doğru tercüme yanında, doğru olmayan tercümeler de olabilir. Bu nedenle bir meal okurken, eleştirel ve sorgulayıcı aklınızı kullanın ve kabulünüz sizin kendi doğrunuz olsun” yaklaşımını önermenin çok önemli olduğuna inanıyorum. Tabi sizin gibilerin ve söyleyenlerin sayısı artmalı.
Kur’an’ın güzel ve huzur verici hüden /kılavuz ve yol gösterici (Büşra-Beyan-Besair-Arabiyyen-Ahsenel Hadis-Ahsenel Tefsira-Mufassal-Mev’iza-Münir-Mübiyn-Rahmet-Tezkira-Zikir vb) özelliklerine yönelik değerli çabalarınız nedeniyle sizleri kutlar, devamını dilerim. Selamlar, sevgiler ve sağlıklar.
Prof. Dr. Gazi Özdemir
Osmangazi Tıp Nöroloji Emekli Öğretim üyesi
Ve Kur’an Araştırmacısı