Birkaç yıl önce öğrencilerimden birisi, “Hocam! Ben anneme anlamını bilmiyorsan Kur’ân okuma dedim” demişti. Niçin diye sorduğumda “çünkü anlamını bilmeden Kur’ân okumasının bence bir anlamı yok” diye cevap vermişti. Ders içinde gerekli cevabı vermeye çalışmıştım. Öğrenciyle konuşurken kulaktan dolma bilgiler ve kendisince yürüttüğü akıl çerçevesi dışında sağlam bir dayanağının olmadığını da görmüştüm. Sonraları aslında bu kanıda olanın sadece o öğrencim olmadığını, koca koca adamların hatta bazı ilahiyatçıların da bu görüşte olduklarını ve birçok gencin kafasının bundan dolayı karışık olduğunu anladım.
Evet asıl olan Kur’ân’ı Kerim’i anlamak ve hayatımıza tatbik etmektir. Bunda herkes hemfikirdir. Ancak Kur’ân’ı Kerim, sadece anlam yönüyle mü’minleri kuşatmaz. Zira Kur’ân’ı Kerim, çok yönlü bir kitaptır. Anlamını bilip ona göre amel etmek asıl olmakla beraber, ayrıca Kur’ân, “Ey insanlar! İşte size Rabbinizden bir öğüt, gönüllerdeki dertlere bir şifa, müminlere doğru yolu gösteren bir hidayet ve rahmet geldi” (Yûnus 10/579) âyetinde belirtildiği gibi aynı zamanda bir şifa, bir rehber, bir ibadet ve de en önemlisi bir zikirdir. Tüm bu yönleriyle ele alındığı zaman Kur’ân; müctehidler (hüküm çıkarma yetkisi olan âlimler) açısından hüküm çıkarılacak bir kaynak, ilahiyatçı ve müderris gibi âlimler için müctehidlerin hüküm çıkardıkları âyetleri anlamak için bir rehber, tüm insanlık için bir şifa ve anlamını bilmeden okuyanlar için zikir ve ibâdet olmuş olur.
Demek ki Kur’ân’ı Kerim’in özelliklerinden birisi de belirtildiği gibi zikir oluşudur. Bunu bizzat Kur’ân’ın kendisi ifade etmektedir. Kur’ân’ı Kerim’de müştaklarıyla beraber zikr / zikir kelimesi 256 yerde geçer. Bu âyetlerin önemli bir kısmında da Yüce Allah, bize zikretmemizi emreder. “Eğer korkarsanız, yaya veya binekte iken (namazı) kılın. Güvenliğe girdiğinizde ise, yine Allah’ı, bilmediğiniz şeyleri size öğrettiği gibi zikredin”(Bakara, 2/239), “Namazı bitirdiğinizde, Allah’ı ayaktayken, otururken ve yan yatarken zikredin”(Nisa, 4/103), “Rabbini, sabah akşam, yüksek olmayan bir sesle, kendi kendine, ürpertiyle, yalvara yalvara ve için için zikret. Gaflete kapılanlardan olma” (A’raf, 7/205),“Allah’ı çok zikredin ki kurtuluşa eresiniz” (Cuma,62/10) gibi âyetler bunlardan bir kaçıdır. Bu ve benzeri âyetlerden, Yüce Allah’ın zikirde bulunmamızı emrettiği açıkça görülmektedir.
Şimdi bir an durup, Yüce Allah bize zikri emretmektedir, acaba zikir nedir? Veya hangi lafızları zikredersek, Allah’ın emri olan zikir görevini eda etmiş oluruz? Diye soracak olursak, cevabını yine Kur’ân’ı Kerim ve hadîslerde buluruz. Nitek im إِنَّا نَحْنُ نَزَّلْنَا الذِّكْرَ وَإِنَّا لَهُ لَحَافِظُونَ “Zikri (Kur’an’ı) kesinlikle biz indirdik, elbette onu yine biz koruyacağız ” (Hicr,15/9), “Bunları biz sana âyetlerden ve hikmetli zikr’den (Kur’an’dan) okuyoruz” (Âl-ı İmrân, 3/58), “O inkar edenler, zikri (Kur’an’ı) işittikleri zaman, seni neredeyse gözleriyle devireceklerdi” (Kalem,68/51) gibi âyetler buna delâlet etmektedir. Okuduğumuz âyetlerde geçen “zikr” kelimesi Kur’ân anlamındadır. O halde sorumuzun cevabı yine Kur’an’da karşımıza çıkmakta ve “zikir nedir?” şeklindeki sorumuza yine Kur’ân, “Zikir, Kur’ân’dır” diye cevap vermektedir. Öyleyse Kur’ân, zikirdir. O halde zikretmek Kur’ân’ın emri olduğuna ve Kur’ân aynı zamanda zikir olduğuna göre, anlamı bilinmese de Kur’ân’ın zikir niyetiyle okunması yine Kur’ân’ın tüm Müslümanlara emri olmuş olmaktadır. Kur’ân’ın emrini yerine getirmek ise ibâdet ve dolayısıyla sevaptır. Tabi ki anlamıyla beraber okunsa daha da güzel olur. Ama anlamını bilmiyorsan Kur’an okuma, denilemeyeceği Kur’ân’dan anlaşılmaktadır. Aksi bir yaklaşım, Kur’ân’a zikir diyen ve bizlere zikri emreden Allah’ın emirleriyle çelişmek anlamına gelir.
Kur’ân’ı Kerim, zikri emredip Kur’ân’ı okumanın zikir olduğunu anlattığı gibi, Peygamberimiz (s.a.v.) de buna işaret ederek mü’minleri Kur’an-ı Kerim okumaya teşvik etmektedir. Mesela Ebû Ümâme (r.a.), ben Resûlullah’ı (s.a.v.): “Kur’ân okuyunuz. Çünkü Kur’ân, kıyamet gününde kendisini okuyanlara şefaatçı olarak gelecektir” buyururken işittim, demiştir.” (Müslim, Müsâfirîn, 252. Ayrıca bk. Ahmed b. Hanbel, Müsned, V, 249, 251). Yine başka bir hadiste Allah’ın Resûlu (s.a.v.): “ Kur’ân-ı Kerim’den tek bir harf okuyana bile bir sevap vardır. Her hasene on misliyle değerlendirilir. Ben “Elif lâm Mîm” bir harf demiyorum. Aksine “Elif” bir harf, “Lâm” bir harf, “Mîm” de bir harftir” (Tirmizî, Sevabü’l-Kur’ân, 16) diye buyurmaktadır. Buna benzer başka hadîsler de mevcuttur. Özellikle ikinci hadiste verilen “elif lâm mîm” örneği dikkat çekicidir. Zira “elif lâm mîm” huruf-i mukataadandır. Bazı surelerin başında bulunan bu ve benzeri harflerin anlamının bilinemeyeceği başta dört halife ve İbn Mesût olmak üzere âlimlerin çoğunluğu tarafından kabul edilmiştir. (Bkz. M. Zeki Duman, Mustafa Altundağ, “Hurûf-i Mukattaa” DİA, c. XVIII). Bundan dolayı da bunlara ayrıca “hurûf-ı mübheme” de denilmiştir. Buna göre hadîste geçen “elif, lâm, mim” mukataa harflerinin anlamı bilinmemektedir. Amma buna rağmen her bir harfe bir ile on arası sevap verilmektedir ki, bu da anlamı bilinmese dahi Kur’ân okumanın sevap olduğunu ayrıca gösteren başka bir delil olarak karşımıza çıkmaktadır. Buraya kadar anlatılanlardan anlaşılacağı üzere, anlamını bilmeden Kur’ân’ı kerimi okumanın zikir ve de sevap olduğu ve bu hususun Kur’ân ve Sünnetten anlaşıldığı görülmektedir. Bundan dolayıdır ki İmâm Azâm, İmâm Şafiî gibi büyük âlimler, sürekli ilimle meşgul oldukları halde sevap niyetiyle her fırsatta Kur’ân okumuş, hatim indirmişlerdir. Bu durum, bin dört yüz yıl boyunca böyle anlaşılagelmiştir.
Şimdi gelelim akli delil veya yorumlara. Dünyada 1.6 milyar Müslüman bulunmaktadır. Ancak bunların sadece 407,5 milyonu Arap olup Arapça bilmektedir. Buna göre 1. 2 milyar Müslüman Arap değil, yani Arapça bilmemektedir. Bunların 2 yüz milyonunun da Arapça öğrenmiş kimseler olarak var saysak bile en az 1 milyar Müslüman, Arapça bilmiyor demektir. O zaman bu anlayışa göre Arap olmayan 1 milyar Müslüman Arapça bilmediği için, kendi kitapları ve Allah’ın kelâmı olan ve de yanı başlarında duran Kur’ân-ı okumak için ya Arapça öğrenmeli ya da hiç okumamalı, öyle mi? Böyle bir anlayış akla uygun düşer mi? Elbette ki düşmeyeceği açıktır. Mehmet Amca, Ayşe Teyze, Fatma Teyze, sizler Arapça bilmiyorsunuz, öğrenme imkanınız da yok; o halde siz ölünceye kadar size gönderilmiş olan Kur’ân’ı, Allah’ın kelâmını bir defa dahi açıp okuyamazsınız mı denilecek? Yahu! Tüm dünyada gençler anlamını hiç bilmedikleri pop vs. müzikleri dinleyip melodisinden haz alıp kendilerinden geçerken, Allah’ın kelâmı olan Kur’ân’ın böyle bir tarafı dahi yok mu sizce?! Bırakalım anlamını bilmese dahi mü’minler, rablerinin kelâmını zikredip okusunlar, onunla zevk alıp huzura ersinler. Dikkat edin, kalbler ancak Allah’ın zikriyle huzura kavuşur. (Ra’d, 13/28).
Şayet anlamını bilmeden Kur’an-ı Kerim okumanın bir anlamı ve sevabı olmamış olsaydı, o zaman anlam yönünden aklen ibâdetin rûhuna ters gibi gelen birçok âyeti namazda da okumamamız gerekirdi. Mesela namaz kılarken Fatihâ’dan sonra bazen kıssaları anlatan sureleri okuruz. Orada Fravun’dan, Nemrût’tan, Ebûleheb’ten ve yaptıklarından bahsedilir. Namazda Fravun “Ben, sizin en yüce Rabbinizim! dedi” (Naziat, 79/24) âyetini icabında okuruz. Oysa anlam yönünden Fravun’un bu sözü küfürdür. O halde biz, kendisini rab olduğunu söyleyen Fravun’un sözünü namaz gibi bir ibâdette nasıl söyleyebiliyoruz? Düz mantığa göre bu doğru değil gibi görünse de özü itibariyle durum böyle değildir. Demek ki, Kur’ân’dan maksat sadece anlamı değildir. Namazda olduğu gibi bazen kelâm (lafız), anlamın önüne geçer ve Fravunun söylediği sözü biz Allah’ın kelâmı olarak okuduğumuzda manasını değil, lafzını esas almakta ve hem ibâdetimizi yapmakta hem de sevap kazanmaktayız.
Anlamını bilmeden Kur’ân okumanın bir sevabının olmadığını söyleyenlere gelince, aslında konuyla direk alakası olmayan bazı âyetlere getirdikleri bazı zorlama yorumlardan başka delillerinin olmadığı anlaşılmaktadır. Yani tek delilleri, bazı âyetlere getirikleri kendi yorumlarıdır. Anlamını bilmiyorsan Kur’ân okumanın bir faydası yok, diyenler; “Anlayasınız diye biz onu açık bir Arapçayla indirdik” (Yusuf 12/2), “Biz Kur’an’ı öğüt olsun diye kolaylaştırdık öğüt alan yok mudur?” (Kamer /17, 22, 32, 40) gibi konuyla direkt alakası olmayan âyetleri yorumlamak suretiyle kendilerince delil olarak sunmaktadırlar. Bu âyetlerin ne anlama geldiğini, nasıl anlamamız gerektiği konusu uzun bir mesele olduğu için burada bu meseleye dalıp asıl mevzudan kopmayacağız. Ancak şunu söylemeden de geçemeyeceğiz: Evet Kur’ân tüm Müslümanlara inen ve apaçık olan bir kitaptır, herkes onu kendi seviyesine göre anlar. Ancak köylü Mehmet amcanın meal okuyarak anladığı ile imam hatip mezunu birisinin anlaması arasında fark olduğu gibi, İlahiyat mezununun medreseden mûciz (mezun) birinin anlaması ile İmam Şafiî, İmâm A’zâm, İmâm Malik gibi müctehidlerin Kur’ân’ı anlamaları arasında fark vardır. Söz konusu âyetler, iyice tetkik edildiğinde bunların Müslümanların geneline bir hitap olduğu anlaşılır. Yani bu âyetler bizi Kur’ân’a ve onun hükmüne çağırmakta ve bu anlamda Kur’ân’ın hiç kimse tarafından anlaşılmaz olmadığını, herkesin kendi ilim ve eğitimi seviyesine göre anlayacağını ifade etmektedir. Buna göre normal şartlarda eğitim almak suretiyle kendisini yetiştirip, müctehid seviyesinde uzmanlaşmış âlimler için Kur’ân, hüküm çıkarılacak şekilde apaçıktır. Yine belli bir ilim birikimi olanlar (ilahiyatçılar vb) da bu müctehidlerin çıkardıkları hükmü hangi âyetlerden çıkardıklarını müctehidlerin anlatmasıyla anlar ve diğer insanlara aktarırlar. Böylece bunlar için müctehidlerin yardımıyla Kur’ân apaçık hale gelmiş olur. Okuma yazması ve biraz ilmi birikimi olanlar da söz konusu âlimlerin yardım ve içtihadlarıyla Kur’ân’ın hükmünü anlarlar. Onlar için de bu yolla Kur’ân apaçık bir hal almış olur. Yine meâle bakan sıradan vatandaşlar da bu hükümleri gerek müctehidlerin fetvalarından gerek diğer âlimlerin kitaplarından öğrenirler ayrıca hüküm bildirmeyen kısımları (kıssalar gib) kendileri de anlarlar. Dolayısıyla bunlar içinde bu anlamda Kur’ân anlaşılmış olur. Buna göre Kur’an kişilerin akıl, anlayış, eğitim ve ilim seviyelerine göre farklılık arzetmekle beraber anlaşılır ve açık bir kitaptır. Ancak bu, ille de her Müslüman bizzat kendisi Kur’ân’ın anlamını bilecek ve kendisi Kur’ândan hüküm çıkarıp ona göre amel edecek ve anlamını bilmeyenler zikir niyetiyle okuyamazlar anlamına kesinlikle gelmez. Eğer öyle olsaydı Müslümanların sayısı kadar (1.6 milyar) görüş ortaya çıkardı.
Kısaca Kur’ân-ı Kerim’in temelde iki yönü olduğunu söylemek mümkündür. Buna göre Kur’ân’ın bir hüküm yönü bir de zikir (tilâvet) yönü vardır. Fikir yönü ile Kur’ân, kişilerin eğitim ve anlayış seviyelerine göre herkese bir yönüyle hitap eder. Yani müctehide de köylü vatandaşa da. Bu anlamda müctehid, peygamber vârisi olarak Kur’ân’dan hüküm çıkarırken, bu yetkiye sahip olmayan diğer mukallidler (müctehid olmadığı için Kur’ân ve sünnetten hüküm çıkaramayan ancak müctehidlerin fetvalarına göre amel eden mü’minler) de bu hükümlere göre Kur’ân’a uyarlar. Bu da müctehid vasıtasıyla Kur’ân’ın anlaşılması yani Kur’ân’ın anlaşılır ve açık olması anlamına gelir.
Kur’ân’ın bir de zikir yönü vardır. O da en başta verdiğimiz âyet ve hadîslerde görüldüğü gibi, Kur’ân’ın anlamını bilmeden dahi olsa Kur’ân’ın zikir olduğu gerçeğini kavrayarak zikir niyetiyle okumak. Bu da ibâdet ve sevaptır.
Saygı ve selamlarımla.
32 yorum
Allah razı olsun. Kafalardaki soru işaretlerini ortadan kaldıran her seviyede insanın istifade edeceği nefis bir yorum. Teşekkürler hocam.
arap okuken anlayacak köylüsü bedevisi alimi anlayarak okuyacak biz türkler anlamadan okuyacagız haksızlık degilmi bu..
Kur’an Nedir? Tarifi Nasıldır?
Kur’an, şu kitab-ı kebir-i kâinatın bir tercüme-i ezeliyesi.. ve âyât-ı tekviniyeyi okuyan mütenevvi dillerinin tercüman-ı ebedîsi.. ve şu âlem-i gayb ve şehadet kitabının müfessiri.. ve zeminde ve gökte gizli esma-i İlahiyenin manevî hazinelerinin keşşafı.. ve sutûr-u hâdisatın altında muzmer hakaikin miftahı.. ve âlem-i şehadette âlem-i gaybın lisanı.. ve şu âlem-i şehadet perdesi arkasında olan ve âlem-i gayb cihetinden gelen iltifatat-ı ebediye-i Rahmaniye ve hitabat-ı ezeliye-i Sübhaniyenin hazinesi.. ve şu İslâmiyet âlem-i manevîsinin güneşi, temeli, hendesesi.. ve avalim-i uhreviyenin mukaddes haritası.. ve zât ve sıfât ve esma ve şuun-u İlahiyenin kavl-i şârihi, tefsir-i vâzıhı, bürhan-ı kàtı’ı, tercüman-ı sâtı’ı.. ve şu âlem-i insaniyetin mürebbisi.. ve insaniyet-i kübra olan İslâmiyetin mâ’ ve ziyası.. ve nev’-i beşerin hikmet-i hakikiyesi.. ve insaniyeti saadete sevkeden hakikî mürşidi ve hâdîsi… ve insanlara hem bir kitab-ı şeriat, hem bir kitab-ı dua, hem bir kitab-ı hikmet, hem bir kitab-ı ubudiyet, hem bir kitab-ı emir ve davet, hem bir kitab-ı zikir, hem bir kitab-ı fikir, hem insanın bütün hâcat-ı maneviyesine merci’ olacak çok kitabları tazammun eden tek, câmi’ bir kitab-ı mukaddes.. hem bütün evliya ve sıddıkînin ve urefa ve muhakkikînin muhtelif meşreblerine ve ayrı ayrı mesleklerine, herbirindeki meşrebin mezâkına lâyık ve o meşrebi tenvir edecek ve herbir mesleğin mesâkına muvafık ve onu tasvir edecek birer risale ibraz eden mukaddes bir kütübhane hükmünde bir kitab-ı semavîdir. Kur’an arş-ı a’zamdan, ism-i a’zamdan, her ismin mertebe-i a’zamından geldiği için, Onikinci Söz’de beyan ve isbat edildiği gibi; Kur’an, bütün âlemlerin Rabbi itibariyle Allah’ın kelâmıdır. Hem bütün mevcudatın İlahı unvanıyla Allah’ın fermanıdır. Hem bütün Semavat ve Arz’ın Hâlıkı namına bir hitabdır. Hem rububiyet-i mutlaka cihetinde bir mükâlemedir. Hem saltanat-ı âmme-i Sübhaniye hesabına bir hutbe-i ezeliyedir. Hem rahmet-i vasia-i muhita nokta-i nazarında bir defter-i iltifatat-ı Rahmaniyedir. Hem uluhiyetin azamet-i haşmeti haysiyetiyle, başlarında bazan şifre bulunan bir muhabere mecmuasıdır. Hem ism-i a’zamın muhitinden nüzul ile arş-ı a’zamın bütün muhatına bakan ve teftiş eden hikmetfeşan bir Kitab-ı Mukaddes’tir. Ve şu sırdandır ki, “Kelâmullah” unvanı kemal-i liyakatla Kur’ana verilmiş ve daima da veriliyor. Kur’andan sonra sair enbiyanın kütüb ve suhufları derecesi gelir. Sair nihayetsiz kelimat-ı İlahiyenin ise bir kısmı dahi has bir itibarla, cüz’î bir unvan ile, hususî bir tecelli ile, cüz’î bir isim ile ve has bir rububiyet ile ve mahsus bir saltanat ile ve hususî bir rahmet ile zahir olan ilhamat suretinde bir mükâlemedir. Melek ve beşer ve hayvanatın ilhamları, külliyet ve hususiyet itibariyle çok muhteliftir.
Kur’an, asırları muhtelif bütün enbiyanın kitablarını ve meşrebleri muhtelif bütün evliyanın risalelerini ve meslekleri muhtelif bütün asfiyanın eserlerini icmalen tazammun eden ve cihat-ı sittesi parlak ve evham ve şübehatın zulümatından musaffa ve nokta-i istinadı bilyakîn vahy-i semavî ve kelâm-ı ezelî.. ve hedefi ve gayesi, bilmüşahede saadet-i ebediye.. içi, bilbedahe hâlis hidayet.. üstü, bizzarure envâr-ı iman.. altı, biilmelyakîn delil ve bürhan.. sağı, bittecrübe teslim-i kalb ve vicdan.. solu, biaynelyakîn teshir-i akıl ve iz’an.. meyvesi, bihakkalyakîn rahmet-i Rahman ve dâr-ı cinan.. makamı ve revacı, bilhadsi’s-sadık makbul-ü melek ve ins ü cânn bir kitab-ı semavîdir.
Said Nursî
İşarat-ül İ’caz
Maşaellah çok güzel ve faydalı ehli sünnet itikadına bağlı bir yazı olmuş. Rabbim yardımcınız olsun inşaellah.
Teşekkür ederim Hasan Bey. Faydamız olduysa seviniriz.
Akla, imana, kur’an a hizmet eden çok güzel bir yazi olmuş değerli hocam. Cenab-i Allah sizin gibi kıymetli hocalarımızın sayısını artırsın ve her daim muvaffak eylesin. Çok cok saygılar, hürmetler…
Sevgili kardeşim, dediğiniz gibi anlamı bilinmeyen bir metin okumak şuur altını şartlandırmak suretiyle faydalı olur. Okunan şey ne olursa olsun. Ancak Kur’an içeriği bilinsin ve yaşansın diye insanlığa peygamberimiz aracılığıyla gönderilmiş bir yaşam kılavuzu. Bu kılavuz siyer bilinmeden de tek başına okuyan tarafından anlaşılamaz. Anlamdan habersiz hafızlık yapan çocuklar keşke okuduklarının anlamına da vakıf olsalar. 1.6 milyar islam alemi ve 407.5 milyon arap ya Kur’an okumuyorlar ya da okuduklarını yaşamak zor geliyor. Aksi halde dünyadaki İslam aleminin yeri çok farklı zirveler olurdu.
Hocam konuyu kuşatıcı kuranın farklı perspektif yönlerini okuyuculara sunmuşsunuz.Yazıyı kaleme almanıza toplumun subjektif ve demogojileri neden olmustur temennimiz odur ki ihtiyaçların doğurduğu bir kuran anlayışı değil isteklerin çoğaldığı bir kuran okuyuşu olsun.Selametle kalmanız temennisiyle.
Hocam ağzınıza sağlık. Güzel bir açıklama olmuş. Doğrusu gençlik yılları ilk kitap okumalarımızda kafamızda böyle bir düşünce oluşuyordu ama zamanla onu anlayarak okuduğumuz zaman tadı huşu ve hudusu çok farklı olduğunu öğrendik. Özellikle anlamını bilerek sesli bir kıraat yapmak enfes birşey
Selam ve hürmetle
Ey vallah Halil Bey.
Üstadım Allah razı olsun zikrin aşkın anlamlarını; anlamının ve anmanın “hal ve teslimiyet” içerdiğini “salt okumanın” fraktal olarak bazen “”الْحِمَارِ يَحْمِلُ” oluşturduğunu güzel vurgulamışsınız Elinize sağlık, Selam ve dua ile
Ey vallah Abdullah Hocam.
إنما الأعمال بالنيات Hadisiyle Ameller miyetler göredir,Peygamberimiz SAV diyor biriniz rabiyle konuşmak istiyorsa Kuran okusun bu bile kuran okumak için yetecek bir sebeptir.
Allah razı faydalanacağımız bir yazı ol muş
Yazılı bir metnin, hangi dilde olursa olsun o dili bilmeyene ne bir mesajı ne de katkısı olur. Sevap kazanma ve ibadet kastıyla okumanın da kişiye bir getirisi yoktur, böyle bir yol olduğunu söyleyenler zorlama yolu ile bunu söylemektedirler. Akademisyen olan zatı aliniz, öğrencilerinizin bilmediği bir dille makale ve kitap yazsanız ve öğrencilerinize anlamazsanız da okuyun, benim rızamı (sevap) kazanır ve benim öğrencim olduğunuzu bu şekilde (yol, yöntem, ibadet) gösterebilirsiniz deyip sonra da o makale ve kitaptan öğrencilerinizi sorumlu tutar ve imtihan eder misiniz? Bu yazınızda yeni hiçbir şey yok ve de okuyan kişiye yanlış bir mesaj içermektedir. Zikir kavramını da bir kelime veya bir cümlenin (ifadenin) imiş gibi dar bir alana sıkıştırmanız da isabetli olmamış. Akademisyen ve ilahiyatçı birinin böyle bir yazı yazabilmesinden dolayı ayrıca hicap duydum, hüzünlendim. Umarım Huzurullah’da bu makale ve mesajınızın hesabını verebilirsiniz.
Prof Dr. İrfan YALÇINKAYA Bey,
Aslında ilk mesajınızı görünce hüzünle tebessüm edip geçtim. Cevap yazma gereği duymadım. Ancak aynı mesajı ikinci defa yollayınca, size cevap vermemem, bilmediğiniz ancak bildiğinizi zan ettiğiniz bir konuda yanlışa devam edeceğinizi ve kendinizi haklı zannedeceğinizi düşünerek Allah rızası için cevap vermeye karar verdim. Cevap verirken de Her şeye rağmen nazik olmaya çalışacağım.
1. Mesajınızdan yazımı ya okumadığınız, ya anlamadığınız ya da anlamak istemediğiniz anlaşılmaktadır. Zira yazımın özeti şudur: Kur’ân’ın anlamını bilmek esastır ve imkanı olan her Müslümanın anlamını bilerek Kur’ân okuması en iyi olandır. Böyle olmakla beraber, anlamını bilme imkanı olmayanların da lafzıyla ibadet edip onu zikir edinmeleri ayrıca sevaptır.” Hal böyleyken sanki ben Kur’â’ın anlam yönünü reddediyormuşum gibi bir ithamda bulunmuşsunuz ki bu bana alenen atılan bir iftiradır ve kul hakkına girer.
2. Düz bir mantıkla anlamı bilinmeyen bir metni okumanın bir faydasının olmayacağını haklı olarak söylüyorsunuz. Doğrudur ama, ben ve sizin yazdığımız bir makaleyle ilahî olan kutsal bir metin aynı olmaz. Dolayısıyla yazımda da açıkça Kur’ân’dan örneğini vererek anlattığım gibi, biz namazlarımızda Fravun ve diğer müşriklerin ağzından çıkmış lafızları okuyarak ibadet ederiz. Burada anlam değil, lafız öne çıkar ki, bu da Allah’ı kelamı olduğu için ibadet ve sevaptır. İlahi kelam mana ve lafız olarak anlam ifade ederken bizim kelamımız sadece mana ifade eder. Zira İlahi kelam aynı zamanda taabbudî dir (kendisiyle ibadet edilir), bizim kelamımız sadece mana ifade eder. Yani bizim yazımızla Allah’ın kelamını aynı kefeye koyamazsınız.
3. “Bu yazınızda yeni hiçbir şey yok ve de okuyan kişiye yanlış bir mesaj içermektedir” demişsiniz. Doğrudur. Bu yazımda yeni bir şey yok, 1400 yıl önce inmiş olan âyetler, bu âyetleri mana, zikir ve ibadet yönleriyle ümmetine anlatan Peygamber (s.a.v.) ve 1400 yıldır buna göre amel etmiş olan Ehl-i Sünnet âlimlerinin görüşleri vardır. Ancak anlamını bilmeden Kur’ân’ın okumanın bir faydası yok şeklindeki kuru iddianız yenidir. 100-150 yıllık geçmişi olup, müşteşrikler başta olmak üzere, İngiliz işgalinde bulunan Müslüman topraklarında İngilizler tarafından desteklenip finanse edilen İbn Abdulvahapların sözüdür. Yenilik buysa ben o yenilikten beriyim.
Ayrıca “ okuyan kişiye yanlış bir mesaj verdiğimi söylüyorsunuz” Bu dediğinizi kim söylüyor. Kur’ân mı? hayır. Peygamber (s.a.v.) mi? hayır. Alimlerimiz mi? hayır. Siz ve sizin gibiler söylüyor. Aklımız böyle diyor herkes de böyle anlayacak diyorsunuz. Siz aklınızın aldığı kadarıyla inana bilirsiniz ama herkes sizin aklınız kadar anlamak zorunda değildir. Sizin değil, Kur’ân, sünnet ve âlimlerin dediği geçerlidir. Dolayısıyla bizim mesajımız bunlara dayanır. Bunları söylerken de kınayanın kınamasından korkmayız. Çünkü niyetimiz laf değil, Allah rızasıdır.
4. “Zikir kavramını da bir kelime veya bir cümlenin (ifadenin) imiş gibi dar bir alana sıkıştırmanız da isabetli olmamış” diyorsunuz. Bu yazımda zikrin tüm anlamları üzerinde değil, Kur’ân anlamına sadece işaret ettim. aksi halde konu dağılırdı. Ama siz zikrin geniş anlamını biliyor musunuz ki böyle ahkam kesiyorsunuz. Hangi kaynağa dayanarak böyle diyorsunuz? Siz bu alanda âlim misiniz yoksa cerrah bir doktor mu? Bu da bilmediğiniz bir konuda haddi aşmak olmuş olmuyor mu sizce?
5 “Akademisyen ve ilahiyatçı birinin böyle bir yazı yazabilmesinden dolayı ayrıca hicap duydum” diyorsunuz. Bu nezaket ve akademik üsluptan uzak ifadeniz sizin hakkınızda da ayrıca fikir veriyor. Zerre kadar ilmî eğitiminiz olsaydı, usul bilseydiniz bana karşı bu sözü kullanmaktan asıl o zaman hicab ederdiniz. Arapçada bir kelimenin birden fazla manası vardır. Bir âlim bu manalardan hangisini kullanırsa kullansın, ona sen tamamen yanlış yaptın diyemezsiniz. Zira o kelimenin en uzak anlamı bile bazen en yakın anlamın önüne geçebilir. Mesela, Kur’ân da “lems” kelimesi geçer. Lems değme, dokunma duyusu, yoklama, gözlemek, temas (cinsi münasebet) gibi anlamlara gelir. Dolayısıyla âlim kimse, bu manalardan birisini kullandı diye kendisine kızılmaz. Nitekim İmam Şafii dokunma anlamından hareketle kadın elinin erkek eline değmesiyle abdest bozulur demişken, İmam A’zam, lems kelimesinin başka manasından hareketle bozulmaz demiştir. Tabi ki siz tıp okuyup dinî konuda müctehid olduğunuz için mezhebleri kabul eder misiniz bilmem. İleride o konuda da inşallah yazı yazacağım okursunuz.
6. “Umarım Huzurullah’da bu makale ve mesajınızın hesabını verebilirsiniz.” Demişsiniz. Allah’ın izniyle hesabımızı bu dünyada da öbür dünyada da vereceğiz. Çünkü biz aklımıza göre değil, Kur’ân, Sünnet ve Ehl- i Sünnet âlimlerinin dediklerini yazıyoruz ve yazmaya devam edeceğiz. Dolayısıyla söz konusu yazımın aslı benden ziyade bu kaynaklara dayanır. Ya sizin iddianızın kaynağı nedir sayın Tıpçı? Uzmanlık alanınız olmadığı halde, anladığım kadarıyla medrese ve benzeri bir eğitimiz de yok, Buna rağmen Allah’ın ve Resûlullah’ın zikir dediği Kur’ân’a bence zikir değildir, tüm âlimlerin 1400 yıldır sürekli okuyun, hatim indirin, dedikleri bir konuda sadece aklınıza ve nefsinize göre hayır öyle olmaz demenin hesabını verebilecek misiniz. Gençler sabahtan akşama kadar anlamını bilmedikleri pop vs. dinlerken, güzel sesle okunduğu zaman insanın içine işleyen Kur’ân’ı dinlemekten onları uzaklaştırmanın, Ayşe teyzenin, Mehmet amcanın Kur’ân okumalarına engel olmanın hesabını verebilecek misiniz? Siz beni bırakın kendi hesabınızı düşünün.
Sonuç olarak siz bazı tıpçılarda dini konularda ahkam kesmek bir hastalık halini almış durumda. Bilmediğiniz konularda sırf aklım böyle diyor diyerek fetva vermek, büyük bir günahtır. Böyle önemli dini konularda fetva vermek iyi âlimlerin işidir. Meal okuyarak, tercüme kitaplardan okuyup fehm (bilgi sahibi olmak) sahibi olmakla fetva verilmez. Dinde bu yetki müctehid âlimlerin ve onların fetvalarını bilenlerin işidir. Herkes bu konuda yetkili değildir. Biz de o âlimlerin söylediklerini söylüyoruz. Ama siz hepsini yok sayıp tıpçı aklınızı tamamının önüne çıkarıyorsunuz. Bu vebaldir. Yapmayın. Akademik Akıl köşenizde ne güzel anılarınızı anlatıyorsunuz. Çok da okuyan var. Bence bu hikayeleri anlatmaya devam edin ve uzmanlık alanınız olmayan bir konuda hele hele dini konularda ahkam kesmeyin. Bize medreslerde kişinin haddini bilmesi (bilmediği bir konuda ahkam kesmemesi) ilmin yarısıdır, derlerdi hocalarımız.
Kendinize yazık etmeyin.
NOT: Tıpçı derken Tıp ilmini ve mensuplarını kesinlikle küçümsemeyi kast etmiyorum. Aksine saygı duyduğum bir alan. Amacım, dinî konularda uzman olmadığınıza dikkat çekmektir.
Herşeye rağmen, Allah’a emanet olun.
https://www.akademikakil.com/ikisi-tip-ilahiyat-bir-arada-olur-mu/irfanyalcinkaya/
Cevabınızı okudum yazdığınız herşeye imzamı atarım çok doğru ifadeler kullanmışsınız teşekkür ederim anlamını bilmeden okunan KUR’AN ın manasını bilemeyiz yazınızı destekleyen iki ayet yazacagım 1 14 ibrahim süresi 4.ayet derki ALLAH’IN emirlerini ümmetine tam açıklasın diye her RESULU yalnız kendi kavminin diliyle gönderdik……..der ayet İbrahim as ın dili AREMİCE MUSA as mın dili İBRANİCE ,RESULUMUZUN dili Arapça dır
2-30. RUM 22 süresi O nun delillerinden biride gökleri ve yeri yaratması,lisanlarınızın ve reklarinizin farklı olması kudretimizin delillerinden dır….bu iki ayet Kur’an da dururken Kur’an ı illa arapça oku demenin anlamını anlamış değilim saygılarımla selamlıyorum
Ahmet Koşar Bey, doğrusu neyi anlamadığınız ı ben de anlamadım. Allah’ın kelamı olan bir tek KUR’AN vardır o da Arapça olarak indirilmiş olanıdır. KUR’AN’in tercümesi, KUR’AN değil meal olarak isimlendirilir. Meal okumanın sevabı olsa da Arapça olan Allah’ın kelamının yerini tutmaz. Dolayısıyla KUR’AN Arapçadır ve Arapça okunduğu zaman Allah’ın kelamı okunmuş olur. Tabiki meallerine de bakmak faydalı olur. Selamlar.
“Biz aklımıza göre değil” tarzında bir yazı yazan yazı erbabının ilahiyat camiasında doçent olmasına bir türlü anlam veremiyorum. Oysa Kuran en çok insanın aklına yönelik hitapta bulunuyor. Anlama ve anlamlandırma ilkelerinin anası akıldır. Kuran bu ilkeyi temel ilke olarak dikkate almış. Üniversitede böyle düşünenlerin!!! bulunması üniversal anlayışın bittiğinin bir karinesi. diğer bir husus “Sünnet ve Ehl- i Sünnet âlimlerinin dediklerini yazıyoruz” derken galiba doçentimize sadece salt SÜNNET YETMİYOR ki ehli sünneti “ve” den sonra eklemleyip temel kaynak olarak alıyor. Yani artık sadece Sünnet yetmez illa ehli sünnet olacak anlayışı da akademik kayıtlara geçmiştir. Beyefendi artık profesör olabilir, çünkü akılla olan bu ünvanlar/etiketler artık tamamen rivayet esasına göre veriliyor. Müslüman Dünyanın nedenli bir çıkmaz/dipsiz kuyu içerisinde bulunduğumuzun işareti bu yazı. Mahzun olmamak mümkün mü?
SERHAT BEYLER
Yazımıza yaptığınız yorumda; “Biz aklımıza göre değil” tarzında bir yazı yazan yazı erbabının ilahiyat camiasında doçent olmasına bir türlü anlam veremiyorum. Oysa Kuran en çok insanın aklına yönelik hitapta bulunuyor. Anlama ve anlamlandırma ilkelerinin anası akıldır” diyorsunuz.
Doçent olmamıza akıl erdirememiş olmanız normal, çünkü kapasite meselesi. Zira ifadelerimin ne anlama geldiğini dahi anlayamamışsınız. “Biz aklımıza göre değil” derken, aklı reddetmiyoruz. Aksine işi uzmanından aktardığımızı anlatmaya çalışıyoruz. Mesela birisi “ ben aklıma göre değil doktorun tavsiyesine göre bu ilacı aldım” dediğinde aklı reddetmiş olmaz, uzmanına işaret etmiş olur. Evet Kur’an, insan aklına hitap eder, zira aklı olmayanın dini sorumluluğu da yoktur. Ancak bu durum, aklı olan herkesin dini konuda fetva verebileceği anlamına gelmez. Aklı olan uzman alimler ancak fetva verebilir, demek istiyoruz.
“Sünnet ve Ehl- i Sünnet âlimlerinin dediklerini yazıyoruz” derken galiba doçentimize sadece salt SÜNNET YETMİYOR ki ehli sünneti “ve” den sonra eklemleyip temel kaynak olarak alıyor. Yani artık sadece Sünnet yetmez illa ehli sünnet olacak anlayışı da akademik kayıtlara geçmiştir” diyerek çok önemli bir şey söylediğinizi zannediyorsunuz. GÜNAYDIN, EHL-i SÜNNET terimi yüz yıllardır kullanılmaktadır. Az bir miktar ilmi olan bunu bilir. Elbetteki Kur’an ve sünnet yeter. Ancak bunları yorumlamak işin uzmanı müctehid alimlerin işi olduğu için biz Ehl-i Sünnet alimlerini (İmam Azam, İmam Şafii vb) referans gösteriyoruz. Bilen kimse bunu kınamaz.
Diğer yazdıklarınız da pek anlam ifade etmediği için cevap vermek, yazana da okuyana da eziyet olur.
Cumhuriyete kadar niçin Kuran’ın Türkçe’ye çevrilmesi yasaktı? Türkçe olmayan bir dilde yazılan Kuran’da ne demek istediğini niçin hacı hocaya sormak zorunda kaldı benim Türk atalarım? Hani, Allah ile kul arasına kimse giremezdi? Osmanlı, Türk değildi ve Türk milletine zulüm yaptı. Gitmişler Hicaz’a demiryolu yapmışlar; Anadolu’nun diğer bölgelerine niye demiryolu yapmadılar? Niçin Türk yurdunda Selçuklu eserleri daha fazla; osmanlının Türk halkı için yaptığı, cami haricinde doğru dürüst eseri yok. Gittiler, Yahudileri aldılar; Yahudiler de onları bir İsrail ülkesi kurmak adına yıktı.
Kuran ve İslam bütün alemlere gönderilmemiş miydi? Öyleyse niçin başka dillere çevrilmedi? Asırlar önce çevrilseydi Fransızca’ya, Almanca’ya, Çince’ye; belki de şimdi o milletler müslümandı.
Değerli Hocam dost meclislerinde çokça konuşulan ve herkesin kendince yorum yaptığı bir konuda zihnimi aydınlattınız. Allah razı olsun.
Hocam çok açıklayıcı ve öz olmuş yazınız .Elinize dilinize ilminize sağlık .Allah razı olsun .Rabbim muaffak kılsın her daim sizin gibi hocalarimizi
Hocam ben sizin verdiğiniz delillerden sonra ap acik anlamadan Kur’anı okumanın zikr ve sevap olduğundan ziyade, daha çok Kur’anı okuyup, anlayıp, verilen öğütleri hayatınıza tatbik etmenin esas sevap ve zikr olduğunu inanmaya başladım. Okuma, anlama, ve uygulamanın bir bütün olarak tek bir ibadet olduğuna ve birbirinden ayrılamaz olduğu fikrine kapıldım.
Ne anladım;
Kuranı yazıldığı dilde, yani Arapça anlayarak okuyabilirsek iyidir sevaptır,
Kuranı kulağa ve ruha hitap eden bir şekilde okuyabilirsek, anlamasak da olur, iyidir sevaptır,
Kuranı kendi dilimizde, yani Türkçe okursak iyi midir, sevap mıdır? işte orası karışık…
Türkçe KUR’AN yok ki. Meal var, onu da okumak sevaptır.
Hangisi daha sevap, tercihimiz hangisi yönünde olmalı?
Tabiki Kur’anı aslı Arapça oldugu için Arapça.
Anlamadan Kuran okumayı bile savunabiliyorsunuz. Pes. Hatta hadis yazıyorsunuz. “Var mı o hadis?” desem “var” dersiniz, “hiç gördünüz mü orijinal metnini?” desem “gördüm” diyemezsiniz; çünkü göremezsiniz; çünkü yok… Körü körüne inanmayın, dönün Kuran’a kardeşim…
Sayın Yüksel Yılmaz
Yazımı okumadığınızı ve bu konulara hakim biri olmadığınızı zannediyorum. Düz lise mezunu olup ilahiyat fakültesini kazanmış ve daha elifbayı öğrenen ancak, ilahiyata geldiği için kendisini bu konularda yetkili zanneden bir öğrenci hissiyatı uyandırdınız bende. Malum insanımız pek okumaz. Köklü bir eğitim almaz ama ne hikmetse her şeyi bilir. Daha doğrusu bilmediğini anlayacak kadar okumadığı için bildiğini zanneder. Fakültede dersin birinde bir sahabeden bahsetmiştim. Okumayla arası olmayan ve düz liseden geldiği için henüz işin başında olan bir öğrencim, itiraz mahiyetinde “hocam ben böyle bir şey duymadım” demişti. Ben de ona sizin gibi bir alim duymamışsa o zaman böyle bir şey yok deyip, espri yapmıştım. Şimdi siz, zannımca bu konulardan habersiz olduğunuz için hiç araştırmadan anlamını bilmeden Kur’an okumayı teşvik etmemi “pes” diyerek karşılamışsınız. O zaman size soruyorum. Anlamını bilmeden Kur’an okunmayacağına dair bir ayet, bir hadis veya dört mezheb imamından birisinin bir fetvası var mı? Yok. Peki anlamını bilmeden Kur’anın okunmayacağını kim söylüyor? Siz. Kusura bakmayın siz kimsizin? Siz bu konuda Kur’an ve sünnetten daha mı yetkilisiniz?.
İkincisi pişkin bir edayla bir de hadis verdiğimi eleştiriyor ve bu hadisin metni yok diyorsunuz. Yazımda verdiğim hadislerin kaynakları var. Ancak tahminim hadis kaynağına nasıl bakılacağını bilmediğiniz ve bu konulardan habersiz olduğunuz için işin kolayına kaçıp, bu hadislerin metni yok demişsiniz. Ben de var diyorum. İşte size iki hadisin de metni:
حدثني أبو أمامة الباهلي قال سمعت رسول الله صلى الله عليه وسلم يقول * اقرأوا القرآن فإنه يأتي يوم القيامة شفيعا لأصحابه 1
قال رسول الله صلى الله عليه وسلم من قرأ حرفا من كتاب الله فله به حسنة والحسنة بعشر أمثالها لا أقول آلم حرف ولكن ألف حرف ولام حرف وميم حرف
Şimdi ne diyeceksiniz? Kulaktan duyma bilgilerle lütfen konuşmayın. İşin ehli iseniz kaynak göstererek konuşun. Yoksa lütfen susun. Biz, Kur’an’dan hiç ayrılmadık ki ona dönelim. Bizim yaptığımız, bize Kur’an’ı getirmiş olan Peygamberin sözleri ışığında Kur’an’ı doğru anlamaktır. Vesselam.
bu aralar çok araştırdığım bir konuydu, DOÇ.DR. FERZENDE İDİZ hocamızın yazısından ve diğer sorulara verilen cevaplardan epey faydalandım, Allah razı olsun kendisinden ve emeği geçenlerden…şu zamanda yeni neslin çok sancısını çektiği konularda ne kadar açıklama yaparsak yapalım ,çevre ya da çoğunluk nasıl yönlendiriyorsa gençler de ne yazık ki o yöne gitmeye daha çok meyilli oluyor…bazı şeyleri kabul etmek için en başta “kabul etmiş olduklarımızın olması” lazımdır…şöyle ki; gayba iman ediyorsak bu yazının çoğu kısmını zaten kabul ediyoruzdur, gayba imanda zorlanıyorsak da bu yazılanların çoğu kısmını kabulde zorlanırız…soranların soruları çok saçma değil, ön kabulleri biraz aşamayanların kafalarına takılan konuları dile getiriyorlar…bana da geçen genç bir arkadaş sormuştu, sadece arapça kuran okumanın sevabı olabilir mi diye, ben de daha önce araştırdığım için “sonuçta Allahın kelamı illa ki faydası vardır ama tabi anlayarak okumak daha faydalı ve sevaptır ” diye cevaplamıştım…şu son zamanlarda yaptığım araştırmalar ışığında da fikrim pararlel ve benzer…kural 1: kuran, Allahın sözüdür, kelamıdır(önkabul) herşeyden öndedir ve önemlidir ve kuranı arapça okumak esastır, kuran normal bir beşeri kitap olarak görülemez(ön kabul), kuranı okumanın zikir ve dua yönü vardır ve bu sebeple herşeyden ve her kitaptan farklıdır…kural 2: kuranı anlayarak okumak ve hayatımıza tatbik etmek şarttır…yoksa geri kalmamız, batının uşağı olmamız, başkalarının kölesi olmamızın en önemli sebebi; kuranı anlayıp hayatamıza tatbik etmemektir…sonuç olarak, kurana gerçek önemini vermek için; sürekli okumak hep okumak hep ruhumuzu doyurmamız lazımdır….kurana gerçek saygıyı göstermek için de; onu anlayıp sürekli hayatımıza nasıl tatbik ederiz nasıl uygularız, ne dersler veriyor, ne anlamamız lazım, nasıl hayatımıza katkısı olur, nasıl faydalanırız gibi çalışmalar yapmamız lazımdır…ne gençler gibi arapça kuranı yadırgamalı(mazallah) ne de yaşlılarımız gibi sadece kuranı okuyup tatbikte hep eksik kalmalı(mazallah)…kalın sağlıcakla…